Okul, soğuk hava, geç saatte okuldan eve gelmeler derken doğal olarak hafta içi İştar' ın hayatı aşırı rutin geçiyor. Zaten en erken 18:15 gibi eve geliyor,yemek saati 19:30. Eğer akşam bir yerlere gitmeyeceksek (ki gitmemek daha doğru, bu sefer uyku düzeni aşırı şaşıyor) , biraz oyun, kostüm giy çıkar, banyo, yemek vs derken bir bakıyorum hoop saat 21:15 olmuş.
Bu bizim yatma borumuzun öttüğü saat.Ha uyuma borumuz ancak 22:30 civarı ötüyor, o ayrı!
Son dönemlerde İştar'ın akşam aktivitelerine müziği de ekledik.
Geçen yıl anaokulu şarkıları öğrenicez diye her ay iyi paralar bayıldığımız popüler müzik kursu,bu sene aniden bi ivme kazandı.Bir kaç hafta içinde nota okumaya ve hatta çalmaya geçtik.Öğretmenimiz bizden bir metalofon (ksilefon) almamızı istedi.Şu an 3 notalı şarkılar üzerinde çalışıyorlar ve hepi topu yarım saatlik derste ne öğretmenin çocuklarla birebir ilgilenmesi mümkün, ne de çocukların anında olup biten şeyleri kavrayıp öğrenebilmesi.Ben bile çoğu zaman mal mal bakarken buluyorum kendimi.Her ders en az 2-3 yeni kavram öğreniyorlar, dolayısıyla ödevlerimizi yapmazsak ipin ucu kaçacak gibi.
İşin esası önümüzdeki sene için de hazırlık olacak bu durum, iyi kötü İştar'ın da ödevleri olacak çünkü.
İştar ödev konusunda şu an aşırı disiplinsiz.Henüz 4,5 yaşında, oturup ödev yapmak için gerekli bilişsel süreçlerden geçmedi daha.Ancak bir müzik aletinin belli tuşlarına basarak,bilinçli şekilde müzik üretmenin keyfine varmasını sağlamak lazım İştar'ın. Müziğe yeteneği olsun olmasın, müzikten bilinçli şekilde keyif alan bir insan olsa bile yeterli benim için.
Bu hafta Cuma akşamı İştar'ın gruplarına yeni dahil olduğu ama birlikte olmaktan inanılmaz mutlu olduğu Sade ve Mavi ile birlikteydi.Gece 1'de hala oynuyorlardı.Birlikte sanki doğum günü kutlaması varmış gibi pastaya mum yakıp üflediler. Sade ve Mavi ,İştar'dan yaklaşık 9 ay büyükler ama birlikte çok güzel oynuyorlar. Hatta Sade, İştar'la beraber paten derslerine de başladı. Sade'nin de ikiz kardeşleri var ve Ayşe'den 1 ay küçük.O yüzden bebekli çocuklu buluşmaları ailecek biz de çok seviyoruz. Kızlar oyun oynarken, bebişler de kendi aralarında sosyalleşiyorlar- yani birbirlerinin oyuncaklarını ağızlarına sokuyorlar -
Cumartesi müzik kursundan sonra, bir doğum günü partisine davetliydik.Yolda ufak tefek alışverişler yaptıktan sonra parti alanına vardık. İştar, bu aralar bana aşırı düşkün, daha önce anlatmıştım. Fakat durumun ciddiyetini ancak bu hafta kavrayabildim. Her taraf hediye, balon, animatör ve İştar'a normalde asla vermediğim muzur gıdalar doluyken,İştar ne yaptı dersiniz? Partinin ilk 1 saatinde resmen bana yapıştı! Sürekli yanıma gelip,ya kucağıma oturdu, yada ağlaya ağlaya birilerini bana şikayet etti.Bana düşkün olmasının yanı sıra, aslında doğum günü çocuğunun bizim sık görüştüklerimiz arasında olmaması ( yanni kimin doğumgünü ki bugün sendromu), bu aralar kuzeniyle de az görüşüyor olması ve görüşseler de birlikte oynamaktan çok tv seyretme ve bireysel takılma boyutunda olmaları ( Zeynep 6 yaşında,İştar 4,5 ve kesinlikle iki yaş grubu arasında dağlar kadar fark var),kuzeninin son doğum gününde kendini biraz dışlanmış hissetmesi ( 6 yaş ve üzeri kız çocuklarının biraz kötücül olması nedeniyle partideki bir kaç kız İştar'la oynamak istememişti) İştar'ın bu davranışlarının altında yatan diğer sebepler.
Bu faktörlerin olmadığı durumlarda da İştar yine bir bahaneyle yanıma geliyor ama..Oturup düşündüğümdei birden parçalar birleşti gözümün önünde.
İştar'ın bu aralar keşfettiği duygusal durum aslında " dışlanmışlık hissi"
"Oyun kurdular, beni almadılar".
"x benimle oynamıyor"
"y, sen git dedi bana"
Bu cümleler şu sıralar İştar'ın ağzından sık duyduğum konu başlıkları. Dikkatimi çekiyor ve gözlemdeyim. İştar yapı olarak aslında hassas,içli bir çocuk. Daha küçük yaşlarda, oyuna alınmadığı zaman direkt kafa göz girerdi.Zamanla büyüdü ve bu tip sosyal engellerle karşılaştığında verdiği tepki artık içe kapanma ( gruptan ayrılıp, kenarda durma) yada ortamda ben varsam hemen koşup şikayetçi olma.Okulda da aynı şeyleri yapıyor mu bilmiyorum.Soramıyorum da.
Offf maalesef öğretmeni çok tecrübesiz bir kız,bu tip psikolojik tahlilleri yapacak durumda değil.
Okulun pedagogu da var ama İştar özelinde yardım alabileceğimi hiç sanmıyorum.100 tane çocuk var okulda.Kadının hakim olduğu çocuklar ancak sorunlu olanlardır.Diğerleriyle ilgili velilere yaşa göre genel geçer bilgiler verip geçiştirir.
Oysaki İştar'ın şu an içinden geçtiği bu duygu durumu, ilerideki tüm yaşantısını etkileyecek boyutlara da gelebilir.Ben bu süreci önemsiyorum ve bir kaç defa daha benzer şeyler gözlemlersem, bir uzman yardımı almayı düşünüyorum.
Çocuğun öncelikle duygusal gelişimi önemli.Bana göre bir insanın hayattaki en büyük başarısı sağlıklı ve sevgi odaklı sosyal ilişkiler kurabilmiş olması.Buradan kastım çok geniş arkadaş çevresi vs bile değil, bu ancak bir sonuç olabilir.Sosyal ilişki dediğimiz şey o kadar geniş kapsamlı ki. Anneannesiyle, kuzeniyle, amcasıyla, sınıf arkadaşıyla, annesinin arkadaşıyla, öğretmeniyle, kısacası hayatında karşısına çıkan herkesle kurduğu 1 dakikalık yada bir ömür boyu sürecek insanı interaksiyondan bahsediyorum.
Komşu teyzeyi gördüğünde "günaydın,nasılsınız" demeyi akıl edebilen,eve misafir geldiğinde" hoş geldiniz" cümlesini içinden geldiği için, gerçekten o kişiyi önemsediğini göstermek istediği için söyleyen, kendinden yaşça küçüklere sevgi dolu davranan,sorunlara kavga yada şikayet değil çözüm odaklı yaklaşan, arkadaş canlısı,insan sever, gülümseyen, mutlu olmak için dış etkenlere ihtiyaç duymayan bir çocuk yetiştirmek benim hayalim. Böyle bir insan hangi üniversiteden mezun olmuş olursa olsun meslek hayatında başarılı olur,Bu insan iyi bir evlilik (bundan kastım elbette mutlu olacağı bir evlilik) de yapar.Çok güzel yada çok akıllı olmasına hiç gerek yok.
İştar, bir şekilde hayatın ona getirebileceği tüm dalgalara karşı dayanıklı bir gemide olmalı ve bunun da temelleri 0-6 yaşta atılıyor aslında.Herkes özgüven özgüven diyor ya, hah işte İştar, alınmadığı o oyunu dert etmeyecek kadar öz güvenli olmalı ve karşılaştığı sosyal sorunlara bir şekilde çözüm üretebilmeli..Dışlandım deyip demoralize olmak yada koşa koşa bana sığınmak yerine,arkadaşlarının o oyunu bırakıp, kendisinin kuracağı çok daha ilginç, yeni bir oyunu oynamasını sağlayacak kadar "cingöz" bir çocuk olması, ileri hayatında yapacağı en büyük yatırım aslında.BU konu önemli, daha çok araştıracağım. Zaten bu sıralar bol bol Özgür Bolat izliyorum youtubeda.
Neyse ya, ne çok yazdım.Ve woww nereden nereye geldik İştar'ın bloğunda. İlk dişi çıktı, altına çiş yaptılardan ,derin psikolojik çözümlemelere geçtik artık. Bir insan büyütmek ne kadar keyifli bir yolculuk..
6 Aralık 2016 Salı
2 Aralık 2016 Cuma
4,5 Yaşında Yabancı Dil Eğitimi
Baştan söyliyeyim: hırslı "Türk" anne babaların, eğer bu meslekleri değilse, çocuğa bildikleri yabancı dili öğretmeye çalışmalarını, hatta abartıp çocukla İngilizce vs dilde konuşmalarını komik ve özenti bulurum. Çoğunda, bizim yaş grubumuza özgü anadolu lisesi- kolej İngilizce aksanı vardır. Gözüm kapalı Türk'ün İngilizcesini ayırt ederim.Cem Yılmaz'ın gösterisinde çok güzel anlattığı gibi,gramer bilgimiz uçsuz bucaksız, pratiğimiz ise bir hayli sallantıdadır. Alt yazıları olmadan dizi yada film bile izleyemez pek çoğumuz ama genel olarak etrafımızdaki insanların çoğu İngilizce' yi Türkiye ortalamasının üzerinde bilir. (Bu arada ben sadece İngilizceyi iyi bildiğim için bu şekilde örnek veriyorum, Frankafon ve Almancacılara saygılar).
Uzun yıllarını yurt dışında geçirmiş çok az sayıda insan ise aksansız şekilde konuşmayı başarıyor.Ha durum böyle ise, çocukla İngilizce konuşmakta sakınca yok elbette.
İştar 3 yaşına bastığı yaz, evimize yakın küçük bir anaokuluna gitti.Okulun nüfusu azdı o yüzden sınıflar karma. İştar 2 ay boyunca 5-6 yaş grubuyla İngilizce dersleri aldı ve her gün farklı bir İngilizce şarkıyla giderdik evimize.Hani o yaşta birisi adamakıllı uğraşsaydı İştar şu anda orjinal dilinde izlerdi çizgi filmleri.Çünkü beyin küçük yaşlarda o derece sünger, o derece hızlı.
4 yaş itibariyle yeni başladığı okulunda ,her gün İngilizce dersi var dedikleri için İştar' ın dil öğrenme sürecine müdahil olmadım ve bir yılımız böyle geçti. Arada çok basit bir kaç soru sordum- cevaplayamadı. Derken o 3 yaşında öğrendiği kavramları da unutuverdi.
1 yıl içinde 3-5 yeni kelime ve "how are you " sorusunun cevabı dışında bir şey öğrenmediler. Yaz geldi ve İştar ile aynı yaşta bir arkadaşının şakır şakır İngilizce konuşabildiğini, tüm çizgi filmleri İngilizce izlediğini gördüm.Babası çocukla doğduğundan beri genellikle İngilizce konuşuyormuş eyvallah ama beni asıl şaşırtan " zaten okulda kapıdan içeri girdikleri anda İngilizce konuştukları için mecburen bilmesi gerekiyordu" demeleri.
Yani böyle ana okulları var.
Peki bizim İzmir'de neden yok?
Bazı okullarda ana dili İngilizce olan öğretmenler var ama sistem bunun üzerine değil.Oysa çocuğa belli bir yabancı dili öğretmek üzere formatlanmış,bir yandan da diğer konuların da dahil edildiği bambaşka programlar hazırlanabilir.Hatta o ayki konular hem Türkçe hem yabancı dilde öğretilebilir.
Diyorlar ki: e bu çocuklar daha Türkçe'ye hakim değil.Tam da işte bu nedenden o boşluğu çok kolay doldurabiliriz çünkü her şey taze ve tabula rasa (yani boş masa)!
Bir arkadaşım bana basit İngilizce kitaplar hediye etti İştar'a okumam için. Bu ay bir gün Türkçe, bir gün İngilizce kitap okuyorum.Bendeki kitapların kimisi çok giriş seviyesinde, İştar'ın rahatça takip edebileceği gibi, bazıları da bir hayli kompleks.Ama anlasın anlamasın okumaya devam ediyorum.Bu yaptığımın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum ama kendi haline bırakırsam hiç bir şey öğrenemeyecek! Hedefim 2017 yılında İştar'a eni konu sağlam bir İngilizce altyapı hazırlamak.Anaokulunda birazcık olsun öğrendiği Almanca'sını da youtube videolarıyla desteklemek.Onu da unutsun istemiyorum.
İlerisi için, çok ciddi bir sorun yaşamadığımız sürece İştar'a evde ödev yaptırmak,okuldaki derslerini takip etmek gibi bir niyetim yok.Bana ne, onu okuldaki öğretmeni düşünsün, onun sorunu.Ama en azından bir yabancı dili çok iyi konuşuyor ve anlıyor olmasını garantilemem gerekiyor.Dil o kadar somut ve yaşamın içinde bir şey ki.Her an her şekilde lazım.Ve İngilizcen (yada başka bir dil) az ise,aslında vizyonun o kadar dar ki. Bunu İştar'ın gittiği okul veremiyorsa,o zaman ben devreye girmek zorundayım. İştar'ın dil öğrenmesi için şimdi en iyi zaman, hatta geç bile kaldım.Bakalım nereye geleceğiz 1 sene içinde.
Uzun yıllarını yurt dışında geçirmiş çok az sayıda insan ise aksansız şekilde konuşmayı başarıyor.Ha durum böyle ise, çocukla İngilizce konuşmakta sakınca yok elbette.
İştar 3 yaşına bastığı yaz, evimize yakın küçük bir anaokuluna gitti.Okulun nüfusu azdı o yüzden sınıflar karma. İştar 2 ay boyunca 5-6 yaş grubuyla İngilizce dersleri aldı ve her gün farklı bir İngilizce şarkıyla giderdik evimize.Hani o yaşta birisi adamakıllı uğraşsaydı İştar şu anda orjinal dilinde izlerdi çizgi filmleri.Çünkü beyin küçük yaşlarda o derece sünger, o derece hızlı.
4 yaş itibariyle yeni başladığı okulunda ,her gün İngilizce dersi var dedikleri için İştar' ın dil öğrenme sürecine müdahil olmadım ve bir yılımız böyle geçti. Arada çok basit bir kaç soru sordum- cevaplayamadı. Derken o 3 yaşında öğrendiği kavramları da unutuverdi.
1 yıl içinde 3-5 yeni kelime ve "how are you " sorusunun cevabı dışında bir şey öğrenmediler. Yaz geldi ve İştar ile aynı yaşta bir arkadaşının şakır şakır İngilizce konuşabildiğini, tüm çizgi filmleri İngilizce izlediğini gördüm.Babası çocukla doğduğundan beri genellikle İngilizce konuşuyormuş eyvallah ama beni asıl şaşırtan " zaten okulda kapıdan içeri girdikleri anda İngilizce konuştukları için mecburen bilmesi gerekiyordu" demeleri.
Yani böyle ana okulları var.
Peki bizim İzmir'de neden yok?
Bazı okullarda ana dili İngilizce olan öğretmenler var ama sistem bunun üzerine değil.Oysa çocuğa belli bir yabancı dili öğretmek üzere formatlanmış,bir yandan da diğer konuların da dahil edildiği bambaşka programlar hazırlanabilir.Hatta o ayki konular hem Türkçe hem yabancı dilde öğretilebilir.
Diyorlar ki: e bu çocuklar daha Türkçe'ye hakim değil.Tam da işte bu nedenden o boşluğu çok kolay doldurabiliriz çünkü her şey taze ve tabula rasa (yani boş masa)!
Bir arkadaşım bana basit İngilizce kitaplar hediye etti İştar'a okumam için. Bu ay bir gün Türkçe, bir gün İngilizce kitap okuyorum.Bendeki kitapların kimisi çok giriş seviyesinde, İştar'ın rahatça takip edebileceği gibi, bazıları da bir hayli kompleks.Ama anlasın anlamasın okumaya devam ediyorum.Bu yaptığımın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum ama kendi haline bırakırsam hiç bir şey öğrenemeyecek! Hedefim 2017 yılında İştar'a eni konu sağlam bir İngilizce altyapı hazırlamak.Anaokulunda birazcık olsun öğrendiği Almanca'sını da youtube videolarıyla desteklemek.Onu da unutsun istemiyorum.
İlerisi için, çok ciddi bir sorun yaşamadığımız sürece İştar'a evde ödev yaptırmak,okuldaki derslerini takip etmek gibi bir niyetim yok.Bana ne, onu okuldaki öğretmeni düşünsün, onun sorunu.Ama en azından bir yabancı dili çok iyi konuşuyor ve anlıyor olmasını garantilemem gerekiyor.Dil o kadar somut ve yaşamın içinde bir şey ki.Her an her şekilde lazım.Ve İngilizcen (yada başka bir dil) az ise,aslında vizyonun o kadar dar ki. Bunu İştar'ın gittiği okul veremiyorsa,o zaman ben devreye girmek zorundayım. İştar'ın dil öğrenmesi için şimdi en iyi zaman, hatta geç bile kaldım.Bakalım nereye geleceğiz 1 sene içinde.
İştar'ın Haftaiçi Bir Günü
Bu bloğu- zaman zaman kesintiler olsa da - bir şekilde sürdürdüğüm için çok mutluyum. Kimsenin okuyup okumaması da çok önemli değil, çünkü ben hem Ayşe'nin hem de İştar'ın bloglarını sadece ve sadece anı olsun diye yazıyorum.Geriye dönüp okumak o kadar eğlenceli ki.
Aslında kızlarla rutin bir günümüzü videoya da çekmek lazım. Her yıl kızlarım büyürken bu rutinler de değişiyor, eskileri unutuveriyoruz.
Hele şimdi, tam şu gün yani 2 Aralık 2016'da..İştar'ım neredeyse 4,5 yaşında; Ayşe'm de 8,5 aylık..En tatlı, en unutulmayacak zamanları tam da şimdi. Her ne kadar fazlası beni bunaltsa da, çocuklarımla geçirdiğim zamanlar kadar mutlu olduğum bir şey yok gerçekten.
Çok uykusuzum- gece boyunca en az 5 kere uyanıyorum- ve tüm planlarımı çocuklarıma göre yapıyorum, bu da otomatik olarak bazı aktiviteleri yapamamam anlamına geliyor; ama hiç mutsuz değilim.Geç yaşta anne olmanın da etkisiyle, her anın tadını çıkarmaya bakıyorum.Hatta keşke iş yerinde düzgün bir ortam olsa da hiç olmazsa Ayşe' yi götürüp, iş aralarında onunla vakit geçirebilsem..Zaman çok hızlı akıp gidiyor; Ayşe'nin de, İştar' ın da bebeklik ve çocukluk çağları bitecek; artık anne babayı istemeyen,ajandaları dolu, bağımsız ruhlu ergenlere dönüşecekler; ve eşimle biz kukumav kuşu gibi kalacağız bir başımıza, biliyorum.
İştar şu sıralar bana inanılmaz düşkün. Okuldan gelip uyuyana kadar tüm zamanını benimle geçirmek istiyor. Nereye gitsem peşimde yada tepemde.
Sabahları İştar'ı uyandırmakta çok zorlanıyorum.Hazırlanıp 8:20 gibi gelen servisine yetişmesi lazım- ki 8:20 hiç de fena bir zamanlama değil aslında.Önümüzdeki sene hangi okulda olacağını bilmiyorum ama en yakın okulun servisi bile 8:15'te geliyor, beklemeden gidiyor.Üstelik seneye bir de kahvaltı faslı olacak. Şu an işimiz çok kolay, sadece giydirip saçını yapmam yeterli.Hele ki kuzeninin gittiği okula gönderirsek- ki bu durumda imkansız- okul öncesi sınıfında 7 gibi, 1. sınıftan itibaren de 6:30'da uyanması lazım ki servise yetişebilsin.Şu anda, servisi kaçırsa bile - ki haftada minimum 2 kere oluyor bu- ya ben ya babası okuluna hemen bırakabiliyoruz,zira evle okul arası sadece 10 dakika.Ama önümüzdeki yıl için göndermeyi düşündüğümüz okul seçeneklerinin eve uzaklığı minimum 25 dakika ile şehrin diğer ucu arasında değişiyor. Yani kesinlikle servisi kaçırmak gibi bir lüksü olmaması lazım!!
Her neyse, öyle böyle, gıdık gıdık derken İştar uyanıyor, hemen giyinme faslına geçiyoruz. Hazırlanmak için genelde 10 dakikamız filan oluyor.Saç baş yapımı ve İştar'ın okul çantasının hazırlanması kısmından sonra genelde servis öğretmeni arıyor. Ayakkabılarını kendisinin giymesi için bin defa hatırlatma yaptıktan sonra, apar topar aşağıya iniyoruz ve uzun bekleyişimiz başlıyor.İnsanlar bizim kadar azimli olmadıkları için sanırım, çocuklar gecikiyor, onlar gecikince bizim de servisi bekleme süremiz artıyor.Neyse servis geliyor,İştar'ı yolcu ediyorum.
Kahvaltısını okulda yapıyor. İştar'ın gittiği okul yemek yönünden bir hayli zayıf ve maalesef İştar kahvaltıyı normalde sevmeyen bir çocuk.Dolayısıyla onu okulda motive edecek bir şey pek yok. Genelde ekmek,çok az peynir ve sütmüş İştar'ın kahvaltısı. Yumurta filan normalde yemiyor zaten. Genellikle okulda keyifli vakit geçirdiğini söylüyor öğretmeni.Benim de bu anlamda içim rahat,2 yaşından beri anaokuluna gönderdiğim için çok mutluyum.
Akşam 4 gibi dersleri bitiyor, serbest saatleri başlıyor. 5 gibi de servislere bindiriliyorlar.Buraya kadar her şey normal ama maalesef İştar'ın eve gelişi en erken 18:15 oluyor.Bunca zaman servis evle okul arasındaki 10 dakikalık yolun tüm ara yollarına girip çıkıyor ve en son İştar'ı bırakıyorlar.Sabahları da en geç İştar'ı almaları bizim için bir avantaj olsa da, özellikle bu sıralarda İştar'ı hep ya uyurken yada yarı uykulu teslim alıyoruz. Eve girdiğinde ayılması zaman alıyor ve bazen de ağlama krizlerine giriyor. Okuldan döndüğünde Ayşe'nin dil gelişimi ve iki kardeşin verimli zaman geçirmeleri adına özellikle birlikte olmalarını tercih ediyorum. Ayşe' yi hemen İştar'ın odasına koyuyoruz ama İştar tabi sağa sola kaçıp, yer değiştirip planlarımızı bozabiliyor.
Eh akşam mesai saati çıkışı gibi 18:30'da eve gelince, hedef uyku saatimiz olan 21:30'a pek de bir şey kalmıyor.Bu yüzden site arkadaşlarıyla oynatma gibi bir şeye genellikle mesafeli yaklaşıyorum. Spontan gelişen bir şey olursa da o gün İştar'ın yatması 11'leri buluyor zaten. Saat 19:30 gibi yemek anonsu yapıyorum.Okulda daha çok sebze ve karbonhidrat ağırlıklı menüler çıktığı için, akşamları et, balık,tavuklu çorba vs gibi yemekler oluyor.Bazı günler iştahsız, bazı günler 2-3 tabak yemek yendikten sonra eğer banyo günümüzse banyo, değilse anneyle oyun oynama saati başlıyor.Her gün ama her gün hedefim,İştar'ı erken bir saatte uyutmak ama bunu asla başaramadım.
Saat 9 gibi pijamalarını giydiriyorum,odasının ışığını söndürüp,gece lambasını yakıp uyku atmosferi yaratıyorum.Bir kitap seçiyoruz - şu sıralar bir gün Türkçe,bir gün İngilizce-.Kitap bitince bir kitap da İştar bize okuyor.Sonra tuvalet, sonra diş fırçalama.Sonra yatıyoruz.Ben yanına uzanıyorum ki daha çabuk uykuya geçsin diye.Saat 21:40 olmuş.İştar bir sağa bir sola dönüyor.Arada kalkıp oturuyor, sonra pat geri düşüyor.Derken su istiyor.Kalkıp getiriyorum.5 dakika sonra "anne bir daha çişim geldi" diyor,tuvalete götürüyorum.
Saat 10:15, yataktayız.Sinirlerim bozulmaya başladı, hala uyumuyor.Sorular soruyor, kendi kendine konuşuyor,sağa sola dönüyor. 10:30'a doğru benim de artık uykum gelmeye başlıyor,gözlerim kapanıyor. Veee hoppp dalıyorum..Uyandığımda saat 10:45..İştar uyumuş..
İşte bu noktadan sonra İştar artık top patlasa uyanmıyor.İster yerini değiştir,ister evde parti yap.Gece eğer kendi yatağında uyuduysa mutlaka 2-3 gibi uyanıp "anne, anne korkuyorum" diye sesleniyor.Yok benimle birlikte uyuduysa sabaha kadar kesintisiz uyuyor.
Neredeyse iki yıldır, İştar'ın kendi kendine erken saatte yatağında uyumasını sağlamak için neler denemedim ki? Stickerla ödüllendirme, tehdit,melisalı şurup vs vs...
Daha bir gece bile ben İştar'ın 21:30'da yatağında yanında kimse uzanmadan uyumasını sağlayamadım.Başlangıçta niyetler bu yönde olsa da kazanan hep İştar oldu.
Ve ben artık işi iyice saldım ve akışına bırakmaya karar verdim. Korkuyorum mu dedi,canı yanıma mı gelmek istedi?Öyle yapıyoruz. Ne yaparsam yapayım 10:30'dan önce uyumuyor mu?Kasmıyoruz, uyku hazırlık saatini de geriye çektik artık.Mücadele edilecek bir konu değil bu durum.
Ben de İştar gibiydim.Erken kalkamayan, akşamları da erken saatte uyuyamayan bir çocuktum. Okulum uzak olduğu için sabahları 7:30'da kalkmam gerekiyordu.O saatte gözümü açabilmem için 10 gibi yatardım ancak yine de 10:30'dan önce uyuyamazdım,sürekli sağa sola dönerdim. Ve buna rağmen ilk derslerde kafamı sıraya vurup uyuklardım.
Yıllar geçti,37 yaşına geldim.Hala ama hala 8'den önce uyanırsam, kaçta yatarsam yatayım; serseme dönüyorum, gece de ne kadar uykum olursa olsun 11'den önce uyuyamıyorum. Çok tanıdık değil mi :) İşte insan çocuk yetiştirirken ne kadar idealist olursa olsun, şunu hep unutuyoruz: armut her zaman dibine düşüyor.Elmadan kavun, cevizden fındık çıkmıyor.
İskandinav çocuk yetiştirme yöntemi her zaman ilgimi çekti ve baş tacı ettim ama eldeki malzeme Türkoğlu türk olunca, yapılacak şeyler de sınırlı oluyor tabi !
Aslında kızlarla rutin bir günümüzü videoya da çekmek lazım. Her yıl kızlarım büyürken bu rutinler de değişiyor, eskileri unutuveriyoruz.
Hele şimdi, tam şu gün yani 2 Aralık 2016'da..İştar'ım neredeyse 4,5 yaşında; Ayşe'm de 8,5 aylık..En tatlı, en unutulmayacak zamanları tam da şimdi. Her ne kadar fazlası beni bunaltsa da, çocuklarımla geçirdiğim zamanlar kadar mutlu olduğum bir şey yok gerçekten.
Çok uykusuzum- gece boyunca en az 5 kere uyanıyorum- ve tüm planlarımı çocuklarıma göre yapıyorum, bu da otomatik olarak bazı aktiviteleri yapamamam anlamına geliyor; ama hiç mutsuz değilim.Geç yaşta anne olmanın da etkisiyle, her anın tadını çıkarmaya bakıyorum.Hatta keşke iş yerinde düzgün bir ortam olsa da hiç olmazsa Ayşe' yi götürüp, iş aralarında onunla vakit geçirebilsem..Zaman çok hızlı akıp gidiyor; Ayşe'nin de, İştar' ın da bebeklik ve çocukluk çağları bitecek; artık anne babayı istemeyen,ajandaları dolu, bağımsız ruhlu ergenlere dönüşecekler; ve eşimle biz kukumav kuşu gibi kalacağız bir başımıza, biliyorum.
İştar şu sıralar bana inanılmaz düşkün. Okuldan gelip uyuyana kadar tüm zamanını benimle geçirmek istiyor. Nereye gitsem peşimde yada tepemde.
Sabahları İştar'ı uyandırmakta çok zorlanıyorum.Hazırlanıp 8:20 gibi gelen servisine yetişmesi lazım- ki 8:20 hiç de fena bir zamanlama değil aslında.Önümüzdeki sene hangi okulda olacağını bilmiyorum ama en yakın okulun servisi bile 8:15'te geliyor, beklemeden gidiyor.Üstelik seneye bir de kahvaltı faslı olacak. Şu an işimiz çok kolay, sadece giydirip saçını yapmam yeterli.Hele ki kuzeninin gittiği okula gönderirsek- ki bu durumda imkansız- okul öncesi sınıfında 7 gibi, 1. sınıftan itibaren de 6:30'da uyanması lazım ki servise yetişebilsin.Şu anda, servisi kaçırsa bile - ki haftada minimum 2 kere oluyor bu- ya ben ya babası okuluna hemen bırakabiliyoruz,zira evle okul arası sadece 10 dakika.Ama önümüzdeki yıl için göndermeyi düşündüğümüz okul seçeneklerinin eve uzaklığı minimum 25 dakika ile şehrin diğer ucu arasında değişiyor. Yani kesinlikle servisi kaçırmak gibi bir lüksü olmaması lazım!!
Her neyse, öyle böyle, gıdık gıdık derken İştar uyanıyor, hemen giyinme faslına geçiyoruz. Hazırlanmak için genelde 10 dakikamız filan oluyor.Saç baş yapımı ve İştar'ın okul çantasının hazırlanması kısmından sonra genelde servis öğretmeni arıyor. Ayakkabılarını kendisinin giymesi için bin defa hatırlatma yaptıktan sonra, apar topar aşağıya iniyoruz ve uzun bekleyişimiz başlıyor.İnsanlar bizim kadar azimli olmadıkları için sanırım, çocuklar gecikiyor, onlar gecikince bizim de servisi bekleme süremiz artıyor.Neyse servis geliyor,İştar'ı yolcu ediyorum.
Kahvaltısını okulda yapıyor. İştar'ın gittiği okul yemek yönünden bir hayli zayıf ve maalesef İştar kahvaltıyı normalde sevmeyen bir çocuk.Dolayısıyla onu okulda motive edecek bir şey pek yok. Genelde ekmek,çok az peynir ve sütmüş İştar'ın kahvaltısı. Yumurta filan normalde yemiyor zaten. Genellikle okulda keyifli vakit geçirdiğini söylüyor öğretmeni.Benim de bu anlamda içim rahat,2 yaşından beri anaokuluna gönderdiğim için çok mutluyum.
Akşam 4 gibi dersleri bitiyor, serbest saatleri başlıyor. 5 gibi de servislere bindiriliyorlar.Buraya kadar her şey normal ama maalesef İştar'ın eve gelişi en erken 18:15 oluyor.Bunca zaman servis evle okul arasındaki 10 dakikalık yolun tüm ara yollarına girip çıkıyor ve en son İştar'ı bırakıyorlar.Sabahları da en geç İştar'ı almaları bizim için bir avantaj olsa da, özellikle bu sıralarda İştar'ı hep ya uyurken yada yarı uykulu teslim alıyoruz. Eve girdiğinde ayılması zaman alıyor ve bazen de ağlama krizlerine giriyor. Okuldan döndüğünde Ayşe'nin dil gelişimi ve iki kardeşin verimli zaman geçirmeleri adına özellikle birlikte olmalarını tercih ediyorum. Ayşe' yi hemen İştar'ın odasına koyuyoruz ama İştar tabi sağa sola kaçıp, yer değiştirip planlarımızı bozabiliyor.
Eh akşam mesai saati çıkışı gibi 18:30'da eve gelince, hedef uyku saatimiz olan 21:30'a pek de bir şey kalmıyor.Bu yüzden site arkadaşlarıyla oynatma gibi bir şeye genellikle mesafeli yaklaşıyorum. Spontan gelişen bir şey olursa da o gün İştar'ın yatması 11'leri buluyor zaten. Saat 19:30 gibi yemek anonsu yapıyorum.Okulda daha çok sebze ve karbonhidrat ağırlıklı menüler çıktığı için, akşamları et, balık,tavuklu çorba vs gibi yemekler oluyor.Bazı günler iştahsız, bazı günler 2-3 tabak yemek yendikten sonra eğer banyo günümüzse banyo, değilse anneyle oyun oynama saati başlıyor.Her gün ama her gün hedefim,İştar'ı erken bir saatte uyutmak ama bunu asla başaramadım.
Saat 9 gibi pijamalarını giydiriyorum,odasının ışığını söndürüp,gece lambasını yakıp uyku atmosferi yaratıyorum.Bir kitap seçiyoruz - şu sıralar bir gün Türkçe,bir gün İngilizce-.Kitap bitince bir kitap da İştar bize okuyor.Sonra tuvalet, sonra diş fırçalama.Sonra yatıyoruz.Ben yanına uzanıyorum ki daha çabuk uykuya geçsin diye.Saat 21:40 olmuş.İştar bir sağa bir sola dönüyor.Arada kalkıp oturuyor, sonra pat geri düşüyor.Derken su istiyor.Kalkıp getiriyorum.5 dakika sonra "anne bir daha çişim geldi" diyor,tuvalete götürüyorum.
Saat 10:15, yataktayız.Sinirlerim bozulmaya başladı, hala uyumuyor.Sorular soruyor, kendi kendine konuşuyor,sağa sola dönüyor. 10:30'a doğru benim de artık uykum gelmeye başlıyor,gözlerim kapanıyor. Veee hoppp dalıyorum..Uyandığımda saat 10:45..İştar uyumuş..
İşte bu noktadan sonra İştar artık top patlasa uyanmıyor.İster yerini değiştir,ister evde parti yap.Gece eğer kendi yatağında uyuduysa mutlaka 2-3 gibi uyanıp "anne, anne korkuyorum" diye sesleniyor.Yok benimle birlikte uyuduysa sabaha kadar kesintisiz uyuyor.
Neredeyse iki yıldır, İştar'ın kendi kendine erken saatte yatağında uyumasını sağlamak için neler denemedim ki? Stickerla ödüllendirme, tehdit,melisalı şurup vs vs...
Daha bir gece bile ben İştar'ın 21:30'da yatağında yanında kimse uzanmadan uyumasını sağlayamadım.Başlangıçta niyetler bu yönde olsa da kazanan hep İştar oldu.
Ve ben artık işi iyice saldım ve akışına bırakmaya karar verdim. Korkuyorum mu dedi,canı yanıma mı gelmek istedi?Öyle yapıyoruz. Ne yaparsam yapayım 10:30'dan önce uyumuyor mu?Kasmıyoruz, uyku hazırlık saatini de geriye çektik artık.Mücadele edilecek bir konu değil bu durum.
Ben de İştar gibiydim.Erken kalkamayan, akşamları da erken saatte uyuyamayan bir çocuktum. Okulum uzak olduğu için sabahları 7:30'da kalkmam gerekiyordu.O saatte gözümü açabilmem için 10 gibi yatardım ancak yine de 10:30'dan önce uyuyamazdım,sürekli sağa sola dönerdim. Ve buna rağmen ilk derslerde kafamı sıraya vurup uyuklardım.
Yıllar geçti,37 yaşına geldim.Hala ama hala 8'den önce uyanırsam, kaçta yatarsam yatayım; serseme dönüyorum, gece de ne kadar uykum olursa olsun 11'den önce uyuyamıyorum. Çok tanıdık değil mi :) İşte insan çocuk yetiştirirken ne kadar idealist olursa olsun, şunu hep unutuyoruz: armut her zaman dibine düşüyor.Elmadan kavun, cevizden fındık çıkmıyor.
İskandinav çocuk yetiştirme yöntemi her zaman ilgimi çekti ve baş tacı ettim ama eldeki malzeme Türkoğlu türk olunca, yapılacak şeyler de sınırlı oluyor tabi !
29 Kasım 2016 Salı
Oyun İster Bütün Çocuklar ,Renkleri Bırakın Çocuklara
İştar asla çekingen, annesinin bacakları arasına saklanan, oyuna karışması için benim itelemem gereken bir çocuk olmadı.Öncü ruhlu olduğu için zaman zaman arkadaşlarını da üzdüğü oldu, bu bir gerçek.
Büyüdükçe, hayatın evdeki gibi olmadığını fark etmesi çok uzun sürmedi İştar'ın, yani "anne su!" dediğinde tak önüne gelen su, her istediğini ona alan anneanne, babaanne vs. Arkadaşlarıyla oynarken İştar'ı zaman zaman gözlemliyorum: bir kere inanılmaz bir şekilde grubu domine etme isteği var İştar'ın.4 çocuk bebeklerle oynamaya karar verdiyse, beşinci çocuk olarak diyelim saklambaç oynamak istiyorsa, diğer çocukların vay haline. İstediğini yaptırana kadar diğer çocuklar üzerinde baskı kuruyor, hala sözü dinlenmiyorsa,o zaman çocukların oyununu bozuyor.
Hangi anne babayla konuşsam, çocuklarla ilgili öncelikli istedikleri/diledikleri şey, "özgüvenli" olmaları. Muhtemelen bizim neslin hem aile yaşantısı içinde hem de okullarda biraz ezik ve ihmal edilmiş şekilde büyümesiyle ilgili sanırım bu durum.Bu yüzden çocukların egosu genellikle şişik,sürekli bir talepkarlık durumu söz konusu.
Son dönemlerde,İştar'ın şişik egosu yavaş yavaş suya inmeye başladı.Ama bu defa da aşırı hassaslaştı! Her gün ama her gün, okulda ona kötü davranan, ona vuran, "popo,kaka,çiş" diyen arkadaşlarından bahsetmeye başladı.Okulda nasıl yapıyor bilmiyorum ama birlikteyken, arkadaşlarıyla oyununu bırakıp, bana sığınıyor. "anne bilmem kim beni oyununa davet etmedi" filan diyor.Davet etmedi dediği çocuk İştar'ın arkadaşı, tanımadığı birisi değil.
O yırtık, zorba denecek seviyede dominant İştar gitti, yerine aşırı hassas, her an ağlamaya hazır bir çocuk geldi.Acaba kardeşi olduğu için mi böyle yoksa eşref saati mi diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.Dün de yatakta Ayşe' yi emzirirken annecim biraz kenara git dedim diye avaz avaz ağlamaya başladı, anne sen beni sevmiyorsun filan diyor.
Kafamda deli sorular ve İştar'da ne haller var acaba derken; bugün İştar'ın okuluna veli toplantısına gittim.Bloğumu takip edenler bilir, okulundan pek de memnun değilim İştar'ın.İki temel beklentimi karşılamadığı için biraz hayal kırıklığına uğradım: iyi bir İngilizce eğitimi ve okul dışında da arkadaşlarıyla sosyalleşebilmesi için fırsat yaratılması.Bu defa ki veli toplantısı geçen seneye göre daha verimli geçti ama yine bize gram söz hakkı verilmeden toplantı bitirildi.Bir de önden çocuklara gösteri yaptırılıp, gözümüz boyanarak, veliler gazlanarak başlatıldı.
İngilizce konusuna daha sonra değineceğim elbette ama bana göre en azından bir arkadaşla birlikte oyun oynamak İştar için çok ama çok önemli. Okuldan maalesef çok geç (18:30) geliyor.Yemek,banyo vs derken hedef uyku saatimiz olan 9'da ancak işlerimiz bitiyor. Yine de konu komşu vs İştar için bir şeyler ayarlamaya çalışıyorum. Herhalde bir annenin çocuğuna yapacağı en büyük kötülük okuldan gelmiş çocuğun eline oyalansın diye cep telefonu vermek.
İştar'ın oyun oynaması benim için de çok iyi oluyor, bana sardırmıyor çünkü, ben de biraz Ayşe ile ilgilenebiliyorum.
Bugün şanslı tesadüfler eseri,veli toplantısı sonrası İştar'ın en sevdiği iki sınıf arkadaşıyla ayaküstü tanıştık ve birbirimize telefonlarımızı verip çocukları bir araya getirelim diye sözleştik.Bu İştar için harika bir haber, umarım ileride bol bol oynama fırsatı bulurlar.
Bu aralar İştar'da bir haller var, eski neşesi yok,acaba olgunlaştığı için mi böyle oldu yoksa başka bir şey mi söz konusu; bakalım göreceğiz.
Eğer yabancı dizi takip etmeyi seviyorsanız, yeni keşfim "This is Us".Online dizi izleme sitelerinden izlemenizi tavsiye ederim. Aile içi ilişkileri, yıllar içinde değişen ailevi süreçleri ve küçük yaşlarda çocuğa aşılanan şeylerin büyüdüğünde nasıl meyvelerini verdiğini, flash backlerle bir ailenin 36 yıllık geçmişine inerek anlatıyor. Ben ,izledikçe kendi adıma bu diziden bir çok şey öğrendim,size de bir şeyler katar sanıyorum.
Büyüdükçe, hayatın evdeki gibi olmadığını fark etmesi çok uzun sürmedi İştar'ın, yani "anne su!" dediğinde tak önüne gelen su, her istediğini ona alan anneanne, babaanne vs. Arkadaşlarıyla oynarken İştar'ı zaman zaman gözlemliyorum: bir kere inanılmaz bir şekilde grubu domine etme isteği var İştar'ın.4 çocuk bebeklerle oynamaya karar verdiyse, beşinci çocuk olarak diyelim saklambaç oynamak istiyorsa, diğer çocukların vay haline. İstediğini yaptırana kadar diğer çocuklar üzerinde baskı kuruyor, hala sözü dinlenmiyorsa,o zaman çocukların oyununu bozuyor.
Hangi anne babayla konuşsam, çocuklarla ilgili öncelikli istedikleri/diledikleri şey, "özgüvenli" olmaları. Muhtemelen bizim neslin hem aile yaşantısı içinde hem de okullarda biraz ezik ve ihmal edilmiş şekilde büyümesiyle ilgili sanırım bu durum.Bu yüzden çocukların egosu genellikle şişik,sürekli bir talepkarlık durumu söz konusu.
Son dönemlerde,İştar'ın şişik egosu yavaş yavaş suya inmeye başladı.Ama bu defa da aşırı hassaslaştı! Her gün ama her gün, okulda ona kötü davranan, ona vuran, "popo,kaka,çiş" diyen arkadaşlarından bahsetmeye başladı.Okulda nasıl yapıyor bilmiyorum ama birlikteyken, arkadaşlarıyla oyununu bırakıp, bana sığınıyor. "anne bilmem kim beni oyununa davet etmedi" filan diyor.Davet etmedi dediği çocuk İştar'ın arkadaşı, tanımadığı birisi değil.
O yırtık, zorba denecek seviyede dominant İştar gitti, yerine aşırı hassas, her an ağlamaya hazır bir çocuk geldi.Acaba kardeşi olduğu için mi böyle yoksa eşref saati mi diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.Dün de yatakta Ayşe' yi emzirirken annecim biraz kenara git dedim diye avaz avaz ağlamaya başladı, anne sen beni sevmiyorsun filan diyor.
Kafamda deli sorular ve İştar'da ne haller var acaba derken; bugün İştar'ın okuluna veli toplantısına gittim.Bloğumu takip edenler bilir, okulundan pek de memnun değilim İştar'ın.İki temel beklentimi karşılamadığı için biraz hayal kırıklığına uğradım: iyi bir İngilizce eğitimi ve okul dışında da arkadaşlarıyla sosyalleşebilmesi için fırsat yaratılması.Bu defa ki veli toplantısı geçen seneye göre daha verimli geçti ama yine bize gram söz hakkı verilmeden toplantı bitirildi.Bir de önden çocuklara gösteri yaptırılıp, gözümüz boyanarak, veliler gazlanarak başlatıldı.
İngilizce konusuna daha sonra değineceğim elbette ama bana göre en azından bir arkadaşla birlikte oyun oynamak İştar için çok ama çok önemli. Okuldan maalesef çok geç (18:30) geliyor.Yemek,banyo vs derken hedef uyku saatimiz olan 9'da ancak işlerimiz bitiyor. Yine de konu komşu vs İştar için bir şeyler ayarlamaya çalışıyorum. Herhalde bir annenin çocuğuna yapacağı en büyük kötülük okuldan gelmiş çocuğun eline oyalansın diye cep telefonu vermek.
İştar'ın oyun oynaması benim için de çok iyi oluyor, bana sardırmıyor çünkü, ben de biraz Ayşe ile ilgilenebiliyorum.
Bugün şanslı tesadüfler eseri,veli toplantısı sonrası İştar'ın en sevdiği iki sınıf arkadaşıyla ayaküstü tanıştık ve birbirimize telefonlarımızı verip çocukları bir araya getirelim diye sözleştik.Bu İştar için harika bir haber, umarım ileride bol bol oynama fırsatı bulurlar.
Bu aralar İştar'da bir haller var, eski neşesi yok,acaba olgunlaştığı için mi böyle oldu yoksa başka bir şey mi söz konusu; bakalım göreceğiz.
Eğer yabancı dizi takip etmeyi seviyorsanız, yeni keşfim "This is Us".Online dizi izleme sitelerinden izlemenizi tavsiye ederim. Aile içi ilişkileri, yıllar içinde değişen ailevi süreçleri ve küçük yaşlarda çocuğa aşılanan şeylerin büyüdüğünde nasıl meyvelerini verdiğini, flash backlerle bir ailenin 36 yıllık geçmişine inerek anlatıyor. Ben ,izledikçe kendi adıma bu diziden bir çok şey öğrendim,size de bir şeyler katar sanıyorum.
8 Kasım 2016 Salı
Dikkat! Bu Evde Hastalık Var!!
Derlerdi de inanmazdım."Çocuklu evde kış ayları bir hastalık sarmalında geçer,havalar ısınana kadar başınız hastalıktan kurtulmaz" lafı gerçekten doğruymuş.Her Ekim ayında olduğu gibi, bu yıl da son 4 gün kala İştar yine ateşlendi.Allah'tan Ayşe için zaten doktor randevusu almıştım, ikisi birlikte kontrole girdiler. Çok ciddi bir şey bulamadı doktor, fakat büyüyen geniz etinden şüphelendi.
"Horluyor mu, ağzı açık uyuyor mu" diye sordu. Ben kendimde hiç böyle rahatsızlıklar yaşamadığım için otomatik olarak "yooo" dedim ama esasen o sırada İştar daha doktor koltuğunda ateşi yükselip uyuyakaldığı için yüksek volümlü olarak horluyordu.Doktor da duyduğu sese istinaden teşhis koymuştu!!
Artık büyüdüğü için mi yoksa kaptığı mikrobun türevinden midir, ateşlenme durumu sadece bir gün sürdü,ertesi gün gayet de kuduruktu. Böyle günlerde en büyük avantajım aileme yakın oturmam, hemen İştar'ı anneanne-dede ilgisi için onlara gönderebiliyorum.
İlk ateşten bir kaç gün sonra, tam da pilatesteyken okuldan yine telefon geldi -ateş yükselmişti, acilen alır mısınızdı.
Koştur koştur gittim,müdürün odasında uyuklayan İştar'ı sırtlandım,doğru eve.Tabi bir kaç saat sonra yine hiç bir şey olmamış gibiydi. İlk etapta korkum, ateşlenme durumunun Ayşe'ye de bulaşmasıydı ama çok şükür onca sarılmaya,öpücüğe rağmen henüz bu risk gerçekleşmedi.
Fakat maşallah ertesi gün itibariyle hepimiz nakavt durumdaydık.
Önce hemen bende boğaz ağrısı olarak başladı..Derken Sophia'da öksürük ve bam! eşimde ateş..
Bütün hafta mikroplarla boğuşarak geçti ve fasılalarla da olsa hala durum devam ediyor. Geçen hafta sonu bu defa da İştar kusmuş, hem de 4-5 defa ve öksürürken değil, durup dururken. Kusmuş diyorum çünkü hafta sonunda İştar'ı babasıyla bırakıp şehir dışına gittim.
Döndükten bir kaç saat sonra yine korkunç bir boğaz ağrısı ve hooop yine hastayım!
Bu arada Sophia hala geceleri öksürüyor ve eşim de kırıklıktan bahsediyor. İştar da pazartesi sabahı yatağına kusmuş. Makarnayı önüne koyuyorum yemiyor, saat 7-8 gibi kucağımda uyuyakalıyor, geceleri bir kış klasiği olan öksürük sesi odalarımızı şenlendiriyor.
Totalde nereden baksanız 15 gündür evde hastalık kol geziyor. Her yanımız şurup,pastil,vitamin oldu.
Ayşe de geri kalmıyor tabi, öhö öhö sabahları hafif bir öksürüğü var.
Bu işte en doğru yaklaşım elbette bağışıklık sistemini güçlü tutmak.Kimi propolis diyor, kimi Sanbucol. Ben de bu sezon başında Omega 3 ve bağışıklık güçlendirici iki çeşit şurup almıştım. Ateşlerin inatçı olmaması belki bu şuruplar sayesindedir, bilemiyorum.
Bu akşam öksürükler için yeni duyduğum zencefil-bal karışımını deneyeceğim, umarım işe yarar!
"Horluyor mu, ağzı açık uyuyor mu" diye sordu. Ben kendimde hiç böyle rahatsızlıklar yaşamadığım için otomatik olarak "yooo" dedim ama esasen o sırada İştar daha doktor koltuğunda ateşi yükselip uyuyakaldığı için yüksek volümlü olarak horluyordu.Doktor da duyduğu sese istinaden teşhis koymuştu!!
Artık büyüdüğü için mi yoksa kaptığı mikrobun türevinden midir, ateşlenme durumu sadece bir gün sürdü,ertesi gün gayet de kuduruktu. Böyle günlerde en büyük avantajım aileme yakın oturmam, hemen İştar'ı anneanne-dede ilgisi için onlara gönderebiliyorum.
İlk ateşten bir kaç gün sonra, tam da pilatesteyken okuldan yine telefon geldi -ateş yükselmişti, acilen alır mısınızdı.
Koştur koştur gittim,müdürün odasında uyuklayan İştar'ı sırtlandım,doğru eve.Tabi bir kaç saat sonra yine hiç bir şey olmamış gibiydi. İlk etapta korkum, ateşlenme durumunun Ayşe'ye de bulaşmasıydı ama çok şükür onca sarılmaya,öpücüğe rağmen henüz bu risk gerçekleşmedi.
Fakat maşallah ertesi gün itibariyle hepimiz nakavt durumdaydık.
Önce hemen bende boğaz ağrısı olarak başladı..Derken Sophia'da öksürük ve bam! eşimde ateş..
Bütün hafta mikroplarla boğuşarak geçti ve fasılalarla da olsa hala durum devam ediyor. Geçen hafta sonu bu defa da İştar kusmuş, hem de 4-5 defa ve öksürürken değil, durup dururken. Kusmuş diyorum çünkü hafta sonunda İştar'ı babasıyla bırakıp şehir dışına gittim.
Döndükten bir kaç saat sonra yine korkunç bir boğaz ağrısı ve hooop yine hastayım!
Bu arada Sophia hala geceleri öksürüyor ve eşim de kırıklıktan bahsediyor. İştar da pazartesi sabahı yatağına kusmuş. Makarnayı önüne koyuyorum yemiyor, saat 7-8 gibi kucağımda uyuyakalıyor, geceleri bir kış klasiği olan öksürük sesi odalarımızı şenlendiriyor.
Totalde nereden baksanız 15 gündür evde hastalık kol geziyor. Her yanımız şurup,pastil,vitamin oldu.
Ayşe de geri kalmıyor tabi, öhö öhö sabahları hafif bir öksürüğü var.
Bu işte en doğru yaklaşım elbette bağışıklık sistemini güçlü tutmak.Kimi propolis diyor, kimi Sanbucol. Ben de bu sezon başında Omega 3 ve bağışıklık güçlendirici iki çeşit şurup almıştım. Ateşlerin inatçı olmaması belki bu şuruplar sayesindedir, bilemiyorum.
Bu akşam öksürükler için yeni duyduğum zencefil-bal karışımını deneyeceğim, umarım işe yarar!
7 Kasım 2016 Pazartesi
4 Yaş Gelişimi: Bağımsızlık
Doğduğundan beri benden bağımsız yetiştirmeye çalıştım İştar'ı. Her anlamda..Kaşığı bile eline verdim küçücükken..Kendi başına yemeyi öğrensin diye. 2 yaşına bastığı hafta anaokuluna yazdırdım, oysa ki bakıcımız vardı.Sabırla ayakkabılarını kendisinin giymesini bekledim. Hayır o yere düşürdüğün oyuncağı kendin alacaksın dedim.Kirlettiği üstünü kirli sepetine attırdım.
Sırf sorumluluk bilinci gelişsin,kendi yapabilsin diye..
Ve 4 yaş itibariyle geldiğimiz nokta şu:
İştar canının istediği her şeyi kendi başına yapabileceğine inanıyor.Ama dikkatinizi çekerim, gerekli olan şeyleri değil.Canının istediği şeyleri..
Ve maalesef onun canının istediği şeyleri kendi başına yapmasını da genellikle ben arzulamıyorum!!
Geçenlerde pes dedirten bir şey yaptı İştar:
Okuldan geldiği bir gün bloktan içeri girerken ona aşağıdan daire zilini nasıl çalacağını, daire numaramızı nasıl tuşlayacağını anlattım. Ertesi gün sitedeki arkadaşlarıyla parkta oynarken ben ona yemek getirmek için yukarı çıktım.5 dakika sonra aşağıdan kapı çaldı, kameraya baktım,İştar. Heralde çişi geldi komşulardan biri getirdi diye düşünüp, bloğun giriş kapısını açtım yukarıdan.
Fakat İştar tek başına içeri girdi, yanında kimse yoktu !!?? Ben panik tabi!!
Asansöre kendi binmesin diye terliklerimle fırladım dışarı. 11. kattayız, ha deyince aşağıya da inilmiyor ki.Asansörü çağırdım.
Ve evet kata geldi asansör.Kapı açıldı.
İçinden İştar indi..Yine tek başına!!
Parktan çıkmış,bizim bloğu bulmuş, daire numaramızı doğru tuşlamış,asansörle de bizim kata kadar çıkmıştı afacan!
Eve girdi, ayakkabılarını çıkarırken söylenmeye başladı, vay efendim diğer kızlar kaydırağı istememiş de, o da onlara sinirlenmiş de vs vs..Dona kaldım, ne diyeceğimi bilemedim.
Gecenin bi yarısı kalkıp tuvalete gidemeyen İştar maşallah canı isteyince daire kodunu bile tuşlayıp eve çıkabiliyor!
Ve uyarmama rağmen aynı şeyi iki kere daha yaptı. Resmen aklım çıktı!
Ha dedim madem sen gayet becerebiliyorsun başka şeyleri, o zaman İştar hanım bundan böyle yerlere fırlattığın kıyafetlerini de katlayıp çekmecene koyacaksın, girerken çıkardığın ayakkabını da portmantoya dizeceksin!
İlerleyen aylarda uykuya dalma ve gece tuvalete kalkma kısmını da kendi başına halletmesini bekliyorum!
Sırf sorumluluk bilinci gelişsin,kendi yapabilsin diye..
Ve 4 yaş itibariyle geldiğimiz nokta şu:
İştar canının istediği her şeyi kendi başına yapabileceğine inanıyor.Ama dikkatinizi çekerim, gerekli olan şeyleri değil.Canının istediği şeyleri..
Ve maalesef onun canının istediği şeyleri kendi başına yapmasını da genellikle ben arzulamıyorum!!
Geçenlerde pes dedirten bir şey yaptı İştar:
Okuldan geldiği bir gün bloktan içeri girerken ona aşağıdan daire zilini nasıl çalacağını, daire numaramızı nasıl tuşlayacağını anlattım. Ertesi gün sitedeki arkadaşlarıyla parkta oynarken ben ona yemek getirmek için yukarı çıktım.5 dakika sonra aşağıdan kapı çaldı, kameraya baktım,İştar. Heralde çişi geldi komşulardan biri getirdi diye düşünüp, bloğun giriş kapısını açtım yukarıdan.
Fakat İştar tek başına içeri girdi, yanında kimse yoktu !!?? Ben panik tabi!!
Asansöre kendi binmesin diye terliklerimle fırladım dışarı. 11. kattayız, ha deyince aşağıya da inilmiyor ki.Asansörü çağırdım.
Ve evet kata geldi asansör.Kapı açıldı.
İçinden İştar indi..Yine tek başına!!
Parktan çıkmış,bizim bloğu bulmuş, daire numaramızı doğru tuşlamış,asansörle de bizim kata kadar çıkmıştı afacan!
Eve girdi, ayakkabılarını çıkarırken söylenmeye başladı, vay efendim diğer kızlar kaydırağı istememiş de, o da onlara sinirlenmiş de vs vs..Dona kaldım, ne diyeceğimi bilemedim.
Gecenin bi yarısı kalkıp tuvalete gidemeyen İştar maşallah canı isteyince daire kodunu bile tuşlayıp eve çıkabiliyor!
Ve uyarmama rağmen aynı şeyi iki kere daha yaptı. Resmen aklım çıktı!
Ha dedim madem sen gayet becerebiliyorsun başka şeyleri, o zaman İştar hanım bundan böyle yerlere fırlattığın kıyafetlerini de katlayıp çekmecene koyacaksın, girerken çıkardığın ayakkabını da portmantoya dizeceksin!
İlerleyen aylarda uykuya dalma ve gece tuvalete kalkma kısmını da kendi başına halletmesini bekliyorum!
Kurs Kurs Kurs !
Geçen yıl 3 yaşındaki bir çocuk için oldukça yüklü bir kurs programımız vardı: sabah cimnastik, öğlen müzik, akşam yüzme..
İştar öyle böyle hepsine de uyum sağladı aslında. Ha ama şimdi düşünüyorum da yüzme dışında görünür bir iz bırakmadı, yeni bir yetkinlik kazandırmadı gittiği kurslar.Müzik kursunda aylarca anaokulunda öğrendiği şarkıları söyledi, cimnastikte ise gözümün önünde takla attılar, bir şeyler yaptılar ama şu an orada öğrendiği hiç bir şeyi hatırlamıyor. Olan her ay verilen yüklü paralara,getir götürlere ve evde miskinlikle geçirilecek zamanlara oldu gibi sanki..
Bu yıl evin düzeni (temizlik vs) ve Ayşe'nin de hafta sonları bir anneye ihtiyacı olmasından dolayı sadece müzik kursuna devam ediyoruz.Cumartesileri, yarım saat.Şu saate kadar hala bunun da gerekliliğini sorgulamıyor değilim, zira hala ana okulu şarkılarındayız ve ne zaman sadede gelicez sabırla bekliyorum.
Evimizde bir piyanomuz var. Aslında özel ders de aldırabilirim ve gittiği şu kurstan çok daha hızlı yol alırız, yani en azından yaptığımız faaliyet somut sonuçlarla geri döner. Ama bir yandan da acaba çok mu erken diye düşünüyorum.
Bu yıl okulda derslerin yanında isteyenlerin gittiği folklor ve bale workshopları var İştar'ın. İkisine de gidiyor. Ama haftada yarım saatmiş.Bale kursuna gitmek ister misin diye sordum, hayır kursa gitmek istemiyorum dedi.
Çocuk haklı.Geçen yıl çok yorduk onu.
Evimizin yakınlarındaki spor klubünde çocuklar için tenis dersleri var.Denemek için gittik, ama talimatları pek de beceremedi, seneye bir daha gelin dediler.
Babasıyla binicilik eğitimi verilen bir at çiftliğine gitmişler. Deneme dersi almış, ama orada da bacak kasları henüz gelişmemiş, daha sonra gelin demişler.
Şu an yüzmeye devam etmiyoruz, zira önümüz kış, havalar buz gibi olacak.Bir de havuz çıkışı üşütsün istemem.
Fakat aktivite aktivite diyoruz ya, işte babası İştar'a çok bomba bir şey bulmuş: paten!
Önce gidip Decathlon'dan patenleri satın aldılar, oradaki satış sorumlusundan da özel ders verecek bi çocuğun kontak bilgilerini almışlar. İştar Ekim'den beri paten dersi alıyor ve an itibariyle gayet de güzel kayıyor!! Henüz 4 yaşındayız, 10 yaşına geldiğinde herhalde havada takla atıyor olur!
İştar öyle böyle hepsine de uyum sağladı aslında. Ha ama şimdi düşünüyorum da yüzme dışında görünür bir iz bırakmadı, yeni bir yetkinlik kazandırmadı gittiği kurslar.Müzik kursunda aylarca anaokulunda öğrendiği şarkıları söyledi, cimnastikte ise gözümün önünde takla attılar, bir şeyler yaptılar ama şu an orada öğrendiği hiç bir şeyi hatırlamıyor. Olan her ay verilen yüklü paralara,getir götürlere ve evde miskinlikle geçirilecek zamanlara oldu gibi sanki..
Bu yıl evin düzeni (temizlik vs) ve Ayşe'nin de hafta sonları bir anneye ihtiyacı olmasından dolayı sadece müzik kursuna devam ediyoruz.Cumartesileri, yarım saat.Şu saate kadar hala bunun da gerekliliğini sorgulamıyor değilim, zira hala ana okulu şarkılarındayız ve ne zaman sadede gelicez sabırla bekliyorum.
Evimizde bir piyanomuz var. Aslında özel ders de aldırabilirim ve gittiği şu kurstan çok daha hızlı yol alırız, yani en azından yaptığımız faaliyet somut sonuçlarla geri döner. Ama bir yandan da acaba çok mu erken diye düşünüyorum.
Bu yıl okulda derslerin yanında isteyenlerin gittiği folklor ve bale workshopları var İştar'ın. İkisine de gidiyor. Ama haftada yarım saatmiş.Bale kursuna gitmek ister misin diye sordum, hayır kursa gitmek istemiyorum dedi.
Çocuk haklı.Geçen yıl çok yorduk onu.
Evimizin yakınlarındaki spor klubünde çocuklar için tenis dersleri var.Denemek için gittik, ama talimatları pek de beceremedi, seneye bir daha gelin dediler.
Babasıyla binicilik eğitimi verilen bir at çiftliğine gitmişler. Deneme dersi almış, ama orada da bacak kasları henüz gelişmemiş, daha sonra gelin demişler.
Şu an yüzmeye devam etmiyoruz, zira önümüz kış, havalar buz gibi olacak.Bir de havuz çıkışı üşütsün istemem.
Fakat aktivite aktivite diyoruz ya, işte babası İştar'a çok bomba bir şey bulmuş: paten!
Önce gidip Decathlon'dan patenleri satın aldılar, oradaki satış sorumlusundan da özel ders verecek bi çocuğun kontak bilgilerini almışlar. İştar Ekim'den beri paten dersi alıyor ve an itibariyle gayet de güzel kayıyor!! Henüz 4 yaşındayız, 10 yaşına geldiğinde herhalde havada takla atıyor olur!
Yaşamı Sevdiren Detaylar : Okulların Açılması
Çalışsın, çalışmasın tüm anneler için herhalde en zorlu dönemler çocukların okullarının olmadığı yaz aylarıdır. Hoş, bu sendromu atlatmak için bin bir türlü yaz okulları da açılıyor açılmasına ama esasen denizde kumda oyun oynaması gereken çocuğun yaz-kış her sabah erkenden kalkıp okula gidiyor olması da ayrıca bir trajedi bana kalırsa..
Bu yaz İştar için hem eğlenceli, hem bunaltıcı, hem kıskançlık soslu ama hiç alışık olmadığı şekilde annesiyle 7/24 beraber olduğu sıra dışı bir yaz olarak diğerlerinden oldukça farklı geçti. Şöyle bir düşünecek olursak, İştar bu kadar uzun süre benimle birlikte olduğunda 2-3 aylık filandı. 4 aylık olduğunda tam zamanlı çalışmaya başlamıştım bile.
Neyse iki küçük çocuk,bir Gürcü kadın ve her güne özellikle İştar için program bulma kaygıları vs derken 2016 yazı öyle böyle geldi geçti..
Eylül ortası itibariyle İştar geçen yılki anaokuluna başladı.Bu yıl hayatımızda minik bir revizyon daha yaptık, İştar artık sabahları da servisle gidecek. Geçen yıl sabahları önce ben, hamileliğim ilerleyip doğum yaptıktan sonra babası dedesiyle beraber bırakıyordu.. Her sabah aynı stres ve gerginlik hakimdi eve: İştar istediğim kıyafeti giymiyor, hala evden çıkmadılar- eyvah kahvaltı kaçtı..
9:15'ten önce evden çıkamadıkları için İştar kahvaltının son 3 dakikasına filan yetişebiliyordu.Eğer okula ben götürüyorsam sorun yok, her seferinde zamanında bırakıyordum neyse ki.
Akşamları ise ayrı bir komedi: servise 17:15 gibi bindikleri halde eve en erken 17:50'de gelirdi. Servisin kapısı açıldığında gördüğüm manzara genelde aynı olurdu: sedatif verilmişçesine kafayı koltuğa dayamış, horul horul uyuyan bir minibüs dolusu küçük çocuk..
Bu yıl İştar sabah-akşam servisli..Yani aslında sabaha bir de servise yetişme telaşemiz var. Fakat bir yandan da iyi oluyor, zira önümüzdeki sene İştar hangi okula giderse gitsin, erken kalkıp servise binecek. Sabah sekizden önce kalkarsam asla ayılamayan bir insan olarak,bu tempoya bir şekilde alışmam gerekiyor çünkü en az bi 7-8 sene İştar sabahları erkenden kalkacak ve ben ona kahvaltı hazırlayacağım!Kısacası : bunlar iyi günlerim !
Şimdiki düzenimiz şöyle: 07:50'ye kurduğum alarm bir kaç kere snooze edildikten sonra zar zor kalkıyorum,İştar'ı uyandırıyorum. Bazı sabahlar hemen uyanıyor ama bir gece önce geç yattıysa çok ciddi çaba sarf etmem gerekiyor.Bir şekilde uyku mahmuru kalktıktan sonra giydirme işlemine geliyor sıra: evet artık kabullendim.Bu çocuğun şık kıyafetleri,elbiseleri,etekleri ve gömlekleri her daim dolap süsü olacak ama tayt ve ince sweatshirtleri yıkana-giyile eskiyecek ve solacak..
Her zamanki tayt-sweatshirt kombinimizi giydikten sonra çorap-saç toplama vs de tamamsa çanta hazırlama işine girişiyoruz.
İştar bu yaşına kadar 3 okul değiştirdi ve her birinde illaki saçma bir uygulama vardı. Misal ilk anaokulunda iken her gün matarayla su getirmesi isteniyordu. Toplam öğrenci sayısı 30 olan bir okulda çocukların suyunu bile organize edemiyorlardı anlaşılan.O matara her gün okul çantasına konuyor - ki ben her gün taze suyla yenilemeyi unutuyordum- ve akşam eve geldiğinde yedek kıyafetleri ve okul defteri sırılsıklam oluyordu. Tüm öğrencilere bir örnek dağıtılan okul çantalarından ise hiç bahsetmiyorum bile.Berbat tasarımı, yerlerde sürünen kalitesi ile bir kaç ay sonra çantalar eskiyor,İştar'ın adının yazdığı bölüm kayboluyor-dolayısıyla çantalar karışıyor..Geçen yılki çantamız sitenin bahçesinde bir yerlerde kayboldu..O kadar eskimişti ki, aramadım bile.
Neyse ki bu sene kimse bize çanta dayatması yapmadı,herhalde o alandaki rant düzenini çalıştırmadılar.
Ben de gidip İştar'a adam gibi kaliteli bir okul çantası aldım.Çocuk ergonomisine göre yapılmış,cicili bicili,şık bir şey.İçinde de kocaman adı yazıyor,asla kaybolacak yada karıştırılacak gibi değil. Gel gör ki bu yılki saçmalığımız her güne farklı bir branş dersi kitabıyla okula gidilecek olması. 5 tane kitapları var- sayılar,renkler,kavramlar vs.. Ve atıyorum Salı günü renklerle ilgili kitabın okula gitmesi gerekiyor. Her sabah uyku mahmuru o kitabı bul,çantaya at, ölüm yani! Tüm kitaplar okulda dursa, lazım oldukça açıp yapsalar? Yok!!
Bu yıl İştar'lar nihayet okul dışında bir yerlere gezilere gidiyorlar.İngilizce dersleri günde yarım saatmiş.İştar'ın gittiği anaokulu aslında Almanca eğitimi destekleyen bir vakıf okulunun ana sınıfı bölümü.Yani mantıken yatıp kalkıp bu çocuklara Almanca öğretmeleri gerekirken hala geçen seneki basit tekerleme var İştar'ın ağzında..
Bunun dışında her ayın başında içerikle ilgili bilgilendirme kağıdı gönderiyorlar, tam eski usul.Valla biz hala bu çocuk bütün gün okulda ne yapıyor ne ediyor, ne haftalık ne de aylık bazda bilgilendiriliyoruz. Ben de iyimser düşünüp," herhalde her şey yolunda, ondan bizi arayıp bilgilendirmiyorlar" diyorum.Umarım yanılmıyorumdur!
Ama, ne olursa olsun...Okul demek düzen, rutin demek..Hayatını ve saatlerini yola koymak demek aslında..
İştar zaten inanılmaz sosyal bir çocuk, arkadaşlarıyla da çok eğleniyor okulda. Öğretmenini de seviyor. Sevmiyor olsa mutlaka belli ederdi. Servisi bile çok seviyor İştar. Sabahları serviste sınıf arkadaşıyla birlikte gidiyorlar. Servis geldiğinde arkadaşı sesleniyor: "İştaaar hadi gel yanıma otur!!" Neşeli neşeli bir gidişleri var, görmek lazım..
Bu yıl İştar'ın geliş saatleri iyice sarktı, en erken 18:30'da getiriyorlar.Hava karardıkça da uykusu geliyor haliyle. Toplam 10 dakikalık yolu 1 saat 20 dakikada nasıl kat ediyorlar anlamak mümkün değil ama hep aynı şeyi söylüyorum: iyi ki 2 yaşından beri okula gönderiyorum, iyi ki !!
Neyse iki küçük çocuk,bir Gürcü kadın ve her güne özellikle İştar için program bulma kaygıları vs derken 2016 yazı öyle böyle geldi geçti..
Eylül ortası itibariyle İştar geçen yılki anaokuluna başladı.Bu yıl hayatımızda minik bir revizyon daha yaptık, İştar artık sabahları da servisle gidecek. Geçen yıl sabahları önce ben, hamileliğim ilerleyip doğum yaptıktan sonra babası dedesiyle beraber bırakıyordu.. Her sabah aynı stres ve gerginlik hakimdi eve: İştar istediğim kıyafeti giymiyor, hala evden çıkmadılar- eyvah kahvaltı kaçtı..
9:15'ten önce evden çıkamadıkları için İştar kahvaltının son 3 dakikasına filan yetişebiliyordu.Eğer okula ben götürüyorsam sorun yok, her seferinde zamanında bırakıyordum neyse ki.
Akşamları ise ayrı bir komedi: servise 17:15 gibi bindikleri halde eve en erken 17:50'de gelirdi. Servisin kapısı açıldığında gördüğüm manzara genelde aynı olurdu: sedatif verilmişçesine kafayı koltuğa dayamış, horul horul uyuyan bir minibüs dolusu küçük çocuk..
Bu yıl İştar sabah-akşam servisli..Yani aslında sabaha bir de servise yetişme telaşemiz var. Fakat bir yandan da iyi oluyor, zira önümüzdeki sene İştar hangi okula giderse gitsin, erken kalkıp servise binecek. Sabah sekizden önce kalkarsam asla ayılamayan bir insan olarak,bu tempoya bir şekilde alışmam gerekiyor çünkü en az bi 7-8 sene İştar sabahları erkenden kalkacak ve ben ona kahvaltı hazırlayacağım!Kısacası : bunlar iyi günlerim !
Şimdiki düzenimiz şöyle: 07:50'ye kurduğum alarm bir kaç kere snooze edildikten sonra zar zor kalkıyorum,İştar'ı uyandırıyorum. Bazı sabahlar hemen uyanıyor ama bir gece önce geç yattıysa çok ciddi çaba sarf etmem gerekiyor.Bir şekilde uyku mahmuru kalktıktan sonra giydirme işlemine geliyor sıra: evet artık kabullendim.Bu çocuğun şık kıyafetleri,elbiseleri,etekleri ve gömlekleri her daim dolap süsü olacak ama tayt ve ince sweatshirtleri yıkana-giyile eskiyecek ve solacak..
Her zamanki tayt-sweatshirt kombinimizi giydikten sonra çorap-saç toplama vs de tamamsa çanta hazırlama işine girişiyoruz.
İştar bu yaşına kadar 3 okul değiştirdi ve her birinde illaki saçma bir uygulama vardı. Misal ilk anaokulunda iken her gün matarayla su getirmesi isteniyordu. Toplam öğrenci sayısı 30 olan bir okulda çocukların suyunu bile organize edemiyorlardı anlaşılan.O matara her gün okul çantasına konuyor - ki ben her gün taze suyla yenilemeyi unutuyordum- ve akşam eve geldiğinde yedek kıyafetleri ve okul defteri sırılsıklam oluyordu. Tüm öğrencilere bir örnek dağıtılan okul çantalarından ise hiç bahsetmiyorum bile.Berbat tasarımı, yerlerde sürünen kalitesi ile bir kaç ay sonra çantalar eskiyor,İştar'ın adının yazdığı bölüm kayboluyor-dolayısıyla çantalar karışıyor..Geçen yılki çantamız sitenin bahçesinde bir yerlerde kayboldu..O kadar eskimişti ki, aramadım bile.
Neyse ki bu sene kimse bize çanta dayatması yapmadı,herhalde o alandaki rant düzenini çalıştırmadılar.
Ben de gidip İştar'a adam gibi kaliteli bir okul çantası aldım.Çocuk ergonomisine göre yapılmış,cicili bicili,şık bir şey.İçinde de kocaman adı yazıyor,asla kaybolacak yada karıştırılacak gibi değil. Gel gör ki bu yılki saçmalığımız her güne farklı bir branş dersi kitabıyla okula gidilecek olması. 5 tane kitapları var- sayılar,renkler,kavramlar vs.. Ve atıyorum Salı günü renklerle ilgili kitabın okula gitmesi gerekiyor. Her sabah uyku mahmuru o kitabı bul,çantaya at, ölüm yani! Tüm kitaplar okulda dursa, lazım oldukça açıp yapsalar? Yok!!
Bu yıl İştar'lar nihayet okul dışında bir yerlere gezilere gidiyorlar.İngilizce dersleri günde yarım saatmiş.İştar'ın gittiği anaokulu aslında Almanca eğitimi destekleyen bir vakıf okulunun ana sınıfı bölümü.Yani mantıken yatıp kalkıp bu çocuklara Almanca öğretmeleri gerekirken hala geçen seneki basit tekerleme var İştar'ın ağzında..
Bunun dışında her ayın başında içerikle ilgili bilgilendirme kağıdı gönderiyorlar, tam eski usul.Valla biz hala bu çocuk bütün gün okulda ne yapıyor ne ediyor, ne haftalık ne de aylık bazda bilgilendiriliyoruz. Ben de iyimser düşünüp," herhalde her şey yolunda, ondan bizi arayıp bilgilendirmiyorlar" diyorum.Umarım yanılmıyorumdur!
Ama, ne olursa olsun...Okul demek düzen, rutin demek..Hayatını ve saatlerini yola koymak demek aslında..
İştar zaten inanılmaz sosyal bir çocuk, arkadaşlarıyla da çok eğleniyor okulda. Öğretmenini de seviyor. Sevmiyor olsa mutlaka belli ederdi. Servisi bile çok seviyor İştar. Sabahları serviste sınıf arkadaşıyla birlikte gidiyorlar. Servis geldiğinde arkadaşı sesleniyor: "İştaaar hadi gel yanıma otur!!" Neşeli neşeli bir gidişleri var, görmek lazım..
Bu yıl İştar'ın geliş saatleri iyice sarktı, en erken 18:30'da getiriyorlar.Hava karardıkça da uykusu geliyor haliyle. Toplam 10 dakikalık yolu 1 saat 20 dakikada nasıl kat ediyorlar anlamak mümkün değil ama hep aynı şeyi söylüyorum: iyi ki 2 yaşından beri okula gönderiyorum, iyi ki !!
1 Kasım 2016 Salı
Styling By İştar
3 yaştan sonra başladı bu durum. Önce okula ne giyeceğinden çıktı konu, sonra elsa,pamuk prenses vs kostümler..Ve 4 yaş itibariyle son geldiğimiz nokta İştar'ın kendi stilini yaratma çabası..
Stil dediğim de daha çok eprimiş -delik tayt ve tişörtlerin halhal yada bileklik olarak redesign edilen saç tokası ya da saç bantlarıyla kombinlenmesinden oluşuyor. Renk uyumu genellikle ton sur ton; yani külottan terliğe her şey aynı renk olmak durumunda..
Bütün yaz yukarıya odasına çıkıp , onu çıkardı, bunu giydi.Saçına garip guraba bir şeyler taktı ve o pejmurde haliyle dışarı fırladı. Tut tutabilirsen..
Bir süre sonra bu işte profesyonelleşmeye hatta beni baya baya şaşırtmaya başladı minik fare.Geçenlerde şöyle bir "look" içinde gördüm: üst kısmı bele indirilmiş dolayısıyla uzun bir etek görünümüne bürünmüş elbisenin üstüne uygun renklerde tişört, boyunda anneye ait uzun bir kolye, bilekte yan yana bir sürü takınca kalın bileklik gibi görünen lastik saç tokası, alın üstü takılan saç bandı..Çiçek çocuk mu dersin, Coachella mı dersin..
Fakat benim anlamadığım bu çocuk tak takıştır, yap yakıştır işini nereden öğreniyor? Rol model vs durumu var ise, o kişinin ben olmadığım kesin!
Okuldan gelince de ilk işimiz odaya gidip, hemen üstümüzü çıkarıp, yerine o anki keyfimize göre yeni bir şeyler giyip çıkarmak..
Uzmanlara göre yaş itibariyle son derece normal olan bu davranışlarında temel dürtü 4 yaşındaki çocuğun tercihlerini, zevklerini ortaya koyarak aslında karakterini oluşturmaya başlaması. Dünyadaki duruşunu, "ben" deyişini..
Gerçekten düzgün giyinmesi gereken durumlar hariç, giysileri konusunda İştar'a asla baskı yapmıyorum.Sadece giymesini istemediği şeyleri dolabından çıkarıp atıyorum yada saklıyorum. Okula giderken de çözümüm gayet basit aslında: sadece tayt ve tişört giyeceğini bildiğim için şifonyerinin ikinci ve üçüncü çekmecelerini bu parçalara ayırdım.Sabah okula giderken bu kombo ile birlikte bir de uygun renkte tütüyle şıklığımız tamamlanıyor. Asla giyilmeyenler kategorisinde pantolonlar, gömlekler ve şık blüzler yer alıyor.Ayrıca tarzı bize uymayan elbiselere de hayır diyoruz.
Geçmiş yıllardaki örgü ısrarı artık son buldu, hatta çoğu zaman saçımızı "kıvırcık" yani salık istiyoruz.
Sevilen giysiler ve ayakkabılar neredeyse her gün giyilmek isteniyor, dolayısıyla İştar'ın gardırobunda henüz etiketi üzerinde mallarla beraber, giyilmekten yıpranmış, çıkmayan lekelerle dolu bir sürü tütü, kostüm ve diz kısmı delik taytlar var. Hadi okulda zaten istenen tayt-eşofman giyip gelinmesi ama hiç olmazsa hafta sonları biraz daha şık şıkıdım olsa,kız çocuğu sahibi olmanın keyfine varsam, fena mı?
Stil dediğim de daha çok eprimiş -delik tayt ve tişörtlerin halhal yada bileklik olarak redesign edilen saç tokası ya da saç bantlarıyla kombinlenmesinden oluşuyor. Renk uyumu genellikle ton sur ton; yani külottan terliğe her şey aynı renk olmak durumunda..
Bütün yaz yukarıya odasına çıkıp , onu çıkardı, bunu giydi.Saçına garip guraba bir şeyler taktı ve o pejmurde haliyle dışarı fırladı. Tut tutabilirsen..
Bir süre sonra bu işte profesyonelleşmeye hatta beni baya baya şaşırtmaya başladı minik fare.Geçenlerde şöyle bir "look" içinde gördüm: üst kısmı bele indirilmiş dolayısıyla uzun bir etek görünümüne bürünmüş elbisenin üstüne uygun renklerde tişört, boyunda anneye ait uzun bir kolye, bilekte yan yana bir sürü takınca kalın bileklik gibi görünen lastik saç tokası, alın üstü takılan saç bandı..Çiçek çocuk mu dersin, Coachella mı dersin..
Fakat benim anlamadığım bu çocuk tak takıştır, yap yakıştır işini nereden öğreniyor? Rol model vs durumu var ise, o kişinin ben olmadığım kesin!
Okuldan gelince de ilk işimiz odaya gidip, hemen üstümüzü çıkarıp, yerine o anki keyfimize göre yeni bir şeyler giyip çıkarmak..
Uzmanlara göre yaş itibariyle son derece normal olan bu davranışlarında temel dürtü 4 yaşındaki çocuğun tercihlerini, zevklerini ortaya koyarak aslında karakterini oluşturmaya başlaması. Dünyadaki duruşunu, "ben" deyişini..
Gerçekten düzgün giyinmesi gereken durumlar hariç, giysileri konusunda İştar'a asla baskı yapmıyorum.Sadece giymesini istemediği şeyleri dolabından çıkarıp atıyorum yada saklıyorum. Okula giderken de çözümüm gayet basit aslında: sadece tayt ve tişört giyeceğini bildiğim için şifonyerinin ikinci ve üçüncü çekmecelerini bu parçalara ayırdım.Sabah okula giderken bu kombo ile birlikte bir de uygun renkte tütüyle şıklığımız tamamlanıyor. Asla giyilmeyenler kategorisinde pantolonlar, gömlekler ve şık blüzler yer alıyor.Ayrıca tarzı bize uymayan elbiselere de hayır diyoruz.
Geçmiş yıllardaki örgü ısrarı artık son buldu, hatta çoğu zaman saçımızı "kıvırcık" yani salık istiyoruz.
Sevilen giysiler ve ayakkabılar neredeyse her gün giyilmek isteniyor, dolayısıyla İştar'ın gardırobunda henüz etiketi üzerinde mallarla beraber, giyilmekten yıpranmış, çıkmayan lekelerle dolu bir sürü tütü, kostüm ve diz kısmı delik taytlar var. Hadi okulda zaten istenen tayt-eşofman giyip gelinmesi ama hiç olmazsa hafta sonları biraz daha şık şıkıdım olsa,kız çocuğu sahibi olmanın keyfine varsam, fena mı?
20 Ağustos 2016 Cumartesi
Kıskançken Sen Sen Değilsin İştar!
Bu yaz güzel geçti İştar için..Neredeyse her gün yüzdü,denize havuza doydu..Doğduğundan beri her yaz büründüğümüz göçebe hayat yerini adresimizin yatağımızın belli olduğu bir rutine bıraktı..Geçici de olsa yeni arkadaşlıklar edindi;evin kapısından çıkıp karşı komşuda kurabiye yemeyi keşfetti..İstediği saatte yattı, istediği saatte kalktı, hafta içi benimle,hafta sonu babasıyla sarmaş dolaş uyudu..Canı ne isterse giydi, hatta bu esnada eni konu kombinler yaptı kendince..Evin her tarafını dağıttı,bol bol sulu boya yaptı,bebekleriyle oynamalara doydu..
Ama hava her gün günlük güneşlik değildi yaz boyu..Çok doğal bir süreç olmakla beraber İştar, kardeşini eni konu kıskanıyor.Şimdilik kardeşine fiziksel olarak hiç zarar vermedi ama 2 ay boyunca 7/24 birlikte yaşamanın da getirdiği bunalmayla zaman zaman ergen depresyonuna da giriyor. Evde resmen ana - kız çatışıyoruz ve baya ağlama krizleriyle bitiyor konu.
Dün İştar'la kendi çapımızda çok ciddi bir kriz atlattık.Sabah arkadaşı Ala geldi, güzelce oynadılar, odaya çıkıp kostümler giydiler..Ala ailesiyle denize girmek için gittikten sonra yalnız kalınca İştar yine bunalımlara girdi.Denize gidelim dedim,istemedi.Yine çok fazla televizyon seyrettiğini düşündüğüm için televizyonu kapattım,İştar düğmesine basıp açtı, ben de direkt receiver'dan kapattım ve kavga kıyamet başladı!Önce gelip bana vurdu, ben de ona oyuncak oynamama ve havuza girmeme cezası verdim.Daha da beter ağlamaya, baba baba diye bağırmaya başladı.Yukarı kaçtı,peşinden koştum ve bingo: tuttu yere çiş yaptı!Yine,yeni ,yeniden..İştar başa çıkamadığı psikolojik gerilimli durumlarda kuru kuru ağlamak yerine en tehlikeli silahını salıyor orta yere: çişini!Hemen banyoya soktum, banyo sonrası benden özür diledi,sarıldık..Yerdeki çişleri İştar'a sildirdim, çişli külot ve yer bezini de makinaya attık.Kriz geçici de olsa çözümlendi fakat yine bir sinir anında bana vurmaya kalkacağına adım gibi eminim.
Kardeşine karşı genel olarak sevgi dolu ve hatta gereğinden fazla yapışkan İştar. Bazı zamanlar ellerinden ağzından kardeşine mikrop bulaştıracak diye ödüm kopuyor. Ama bir an geliyor, canı sıkılıyor ve ilgimi istiyor.Ve tam da o an ben Ayşe ile ilgileniyorsam kopuyor kızılca kıyamet!
Bazen yerli yersiz bağırıp çağırıyor; bazen kıpırdayamayacağım bir anımı kollayıp acilen bir şey yapmamı istiyor, yüzü gözü değişiyor resmen..
Zaten Ayşe ortamda ise kesinlikle kimse onun yüzüne bakmıyor, herkes İştar'la ilgileniyor bu sıralar..Ne zaman İştar giderse, herkes Ayşe'nin başına üşüşüyor, bir gözleri kapıda, resmen kaçak göçek seviyorlar kardeşini..
İştar'ın Sophia'yı henüz kabullenmemesinin sebebi de Ayşe, bunalıp bana saldırmasının nedeni de Ayşe, daha doğrusu henüz atlatamadığı ablalık travması..Şu anda durumun sağlıksız olduğunu düşünmüyorum,tam tersi normal sürecinde ilerlediğini düşünüyorum.Ayşe yeni doğduğunda İştar akşam 6'ya kadar okulda, hafta sonları da sürekli babasıyla birlikteydi.Ayşe onun için günde bir kaç saat gördüğü, sürekli emen, sessiz bir varlıktı.Ama yaz başından beri Ayşe ile İştar neredeyse 7/24 birlikteler.Ha bir de şu durum var tabi: hani işe ara verip evde oturan kadınlar bir süre sonra kocaya sardırır, adama iş çıkışı rahat vermezler ya; bizimkisi de o hesap oldu galiba :)
Ama hava her gün günlük güneşlik değildi yaz boyu..Çok doğal bir süreç olmakla beraber İştar, kardeşini eni konu kıskanıyor.Şimdilik kardeşine fiziksel olarak hiç zarar vermedi ama 2 ay boyunca 7/24 birlikte yaşamanın da getirdiği bunalmayla zaman zaman ergen depresyonuna da giriyor. Evde resmen ana - kız çatışıyoruz ve baya ağlama krizleriyle bitiyor konu.
Dün İştar'la kendi çapımızda çok ciddi bir kriz atlattık.Sabah arkadaşı Ala geldi, güzelce oynadılar, odaya çıkıp kostümler giydiler..Ala ailesiyle denize girmek için gittikten sonra yalnız kalınca İştar yine bunalımlara girdi.Denize gidelim dedim,istemedi.Yine çok fazla televizyon seyrettiğini düşündüğüm için televizyonu kapattım,İştar düğmesine basıp açtı, ben de direkt receiver'dan kapattım ve kavga kıyamet başladı!Önce gelip bana vurdu, ben de ona oyuncak oynamama ve havuza girmeme cezası verdim.Daha da beter ağlamaya, baba baba diye bağırmaya başladı.Yukarı kaçtı,peşinden koştum ve bingo: tuttu yere çiş yaptı!Yine,yeni ,yeniden..İştar başa çıkamadığı psikolojik gerilimli durumlarda kuru kuru ağlamak yerine en tehlikeli silahını salıyor orta yere: çişini!Hemen banyoya soktum, banyo sonrası benden özür diledi,sarıldık..Yerdeki çişleri İştar'a sildirdim, çişli külot ve yer bezini de makinaya attık.Kriz geçici de olsa çözümlendi fakat yine bir sinir anında bana vurmaya kalkacağına adım gibi eminim.
Kardeşine karşı genel olarak sevgi dolu ve hatta gereğinden fazla yapışkan İştar. Bazı zamanlar ellerinden ağzından kardeşine mikrop bulaştıracak diye ödüm kopuyor. Ama bir an geliyor, canı sıkılıyor ve ilgimi istiyor.Ve tam da o an ben Ayşe ile ilgileniyorsam kopuyor kızılca kıyamet!
Bazen yerli yersiz bağırıp çağırıyor; bazen kıpırdayamayacağım bir anımı kollayıp acilen bir şey yapmamı istiyor, yüzü gözü değişiyor resmen..
Zaten Ayşe ortamda ise kesinlikle kimse onun yüzüne bakmıyor, herkes İştar'la ilgileniyor bu sıralar..Ne zaman İştar giderse, herkes Ayşe'nin başına üşüşüyor, bir gözleri kapıda, resmen kaçak göçek seviyorlar kardeşini..
İştar'ın Sophia'yı henüz kabullenmemesinin sebebi de Ayşe, bunalıp bana saldırmasının nedeni de Ayşe, daha doğrusu henüz atlatamadığı ablalık travması..Şu anda durumun sağlıksız olduğunu düşünmüyorum,tam tersi normal sürecinde ilerlediğini düşünüyorum.Ayşe yeni doğduğunda İştar akşam 6'ya kadar okulda, hafta sonları da sürekli babasıyla birlikteydi.Ayşe onun için günde bir kaç saat gördüğü, sürekli emen, sessiz bir varlıktı.Ama yaz başından beri Ayşe ile İştar neredeyse 7/24 birlikteler.Ha bir de şu durum var tabi: hani işe ara verip evde oturan kadınlar bir süre sonra kocaya sardırır, adama iş çıkışı rahat vermezler ya; bizimkisi de o hesap oldu galiba :)
Her gün Bal Börek : Yazlıkçılık
(İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Haziran - Ağustos 2016
En sevmediğin mevsim ne deseler, hiç şüphe yok yaz derim.Benim gibi İzmir'de yaşayanlar için hele; yaz demek bunaltıcı sıcak, nem,klima,ter,düzensiz hayat,Çeşme,yazlıkçılık, bitmek bilmeyen günler demek. Çocuktan önceki dönemde sadece bazı hafta sonları gidilen Çeşme, İştar'la beraber İzmir'in kavurucu sıcağından bir kaçış noktası, bana da yaz işkencesi oldu son dönemde. Önceki postlarımı okuyan bilir, 2013-2014 yazlarını İştar'ın peşinde koşarak ve doğru dürüst uyumadan geçirdim.Kolumdan kurtulabildiği anda bilinçsiz şekilde en tehlikeli neresi varsa o yöne koşardı, ben de anne çita gibi peşinden tabi.. Valla şimdiki aklım olsa daha o zamanlar genç bir yatılı yardımcı alır, keyfime bakardım.
2015 yazında da tam tersi , İştar yaz okuluna gittiği için haftada bir-iki gün Çeşme'ye gittik, derken pat diye Eylül geldi; İştar yaz okuluna başladı- ve yaz bitti gitti...Ama İştar'ın da en çok eğlendiği yaz o yaz olmuştur.
İnanılmaz sosyal bir çocuk İştar. Kimi aşksız yapamaz,İştar da arkadaşsız.. Yaşıtlarına göre bunun dozajının ne kadar yüksek olduğuna, bu yaz etrafı gözlemleyerek iyice ikna oldum.
Ayşe doğduktan sonraki dönemde, özellikle havanın iyice ısındığı, günlerin uzadığı Mayıs-Haziran'da,İştar'ın sosyal hayatı resmen baş döndürücüydü: 9-18 arası okul,18 -19:45 arası sitenin parkında arkadaşlarıyla kudurmaca ve havuz mevsimi başlayınca havuz suyuyla entegre olmaca..Oradan duş-yemek ve 9'da yatak..Eh gün bitti..
İki çocuklu olunca yaşadığımız sitenin tüm olanaklarından faydalanmaya başladık tabi: akşam üstleri kafeteryada buluşmalar, o park senin bu park benim gezmeler, komşu çocuklarıyla çıldırmacalar..
Derken okul bitti ve biz İştar kızımla yepyeni bir konsepte yelken açtık: bu yaz yazlıkçı olduk, 7/24 Çeşme sayfiyecilerinin arasına karıştık..
Yaz dediğin şey hepi topu 2 ay olunca ve de rantiye denen olgu Çeşme'deki ev fiyatlarını anlamsız şekilde yükseltince, iki yaz evvel giriştiğimiz yazlık satın alma işini ertelemiştik.Fiyatı İzmir'deki evimizin fiyatından daha yüksek bir evde sadece 2 ay geçirip bir de akarı kokarı, bahçesi, börtü böceğiyle uğraşmak, bana pek uymadı.
Ama diyorum ya, gün geldi devran döndü, Ayşe'den sonra her şey değişti ve biz bu yaz Çeşme'de bir ev kiralamak durumunda kaldık.Benim önceliğim İştar ve önlenemez sosyal yaşamı olduğu için, net kriterlerle çıktım emlakçının karşısına: en az 20 evlik, havuzlu, ortak bahçeli site olacak,evin içi eşyalı ve temiz olacak,sitede 3-6 yaş grubu en az 1-2 çocuk olacak, Ilıca-Alaçatı yada Mamurbaba tarafında olacak..
Eh Çeşme'de bu kriterlerde mobilyalı ve de kiralık ev sadece 2 tane vardı desem? Yada en azından benim doğum yapmamdan önceki dönemde..Zira bu işi Mart ayından sonraya bırakmaya çok da niyetim yoktu.Bir de evler çok eski olduğu için burun kıvırdığımız kalabalık ve bol çocuklu bir sitedeki kiralık ev 2 hafta içinde tutulunca, eldeki iki opsiyondan en mantıklı olanını seçtik.Gerek emlakçıdan gerekse yakınlarda oturan bir arkadaşımızdan " o sitede çok çocuk var" konfirmasyonunu da aldık, iş tamam.Zira benim için her şeyden, herkesten önce İştar'ın mutluluğu, etrafta oynayacak çocuk olması önemli..Arkadaşıyla bahçede oynayan İştar= annesine sardırmayan İştar :)
Peşin peşin paraları ev sahibinin eline Şubat ayında saydık ve 18 Haziran'da İzmir'den çarşaflarımızı ve giysilerimizi alıp Çeşme'ye göçtük..Ev küçük ama temiz ve ihtiyacımız olan her şeyin olduğu bir ev,zira 2 çocuklu bir aileye ait.İştar yeni odasına hemen alıştı, seneye muhtemelen burada olmayacağımız için kış döneminde bu kiralık evi ve odasını çabuk unuturum umarım.
Yazlıkçılık hayatı her gün bal börek yemek gibi: uzun vadede sıkıcı, monoton.Bulunduğumuz sitede çok çocuk var diye seçim yapmıştık, eh çok da yanlış sayılmaz Fakat gel gör ki,2 yaş da çocuk; 8 yaş da..Ve maalesef 8 yaşındaki kızların İştar'la hiç ortak noktası yok!
Üstüne üstlük,her 4 yaşında kız çocuğu da İştar'la hemen kankiliğe bağlayacak diye bir şey de yok.İnanılmaz bir tesadüf belki ama 20 evlik sitede 4 adet 4 yaş grubu çocuk var ve İştar bunlardan sadece biriyle anlaştı.
Leyla ile Ege, aralarında 1,5 yaş olan ve ikiz gibi gezen kardeşler. İştar ilk adımı bizim atmamızla beraber Leyla ile güzel anlaştı, havuzda beraberler; akşam bizde oynuyorlar; beraber evde ne var ne yok tüketiyorlar; giysilerini değiş tokuş ediyorlar vs..Böyle anlattığıma bakmayın, kesinlikle çok mutluyum bu durumdan, keşke hep böyle ziyaretçilerimiz olsa, evimiz küçük çocuklarla dolup taşsa.Tam sevdiğim,eski tip komşu arkadaşlığı.Ama maalesef bir farkla: İki kardeşin anne babası ortalarda yok, çocuklar bize geldikten hemen sonra 15 dakikada bir yabancı bakıcılarını bize gönderip, çocukları eve çağırıyorlar.Hakikaten enteresan. Yahu bundan güzel fırsat mı var, bırak oynasın çocuklar, evde oturup da ne yapacaklar..
İştar site içinde tek tabanca takılmayı seviyor; sabah kalkar kalkmaz koşa koşa Leylalara gidiyor, ben de sırf ilgisiz anne demesinler, belki burada racon böyledir diye peşinden Sophia'yı gönderiyorum. Gelmeyeceğini bile bile yalandan çağırıyoruz, hııı tamam deyip eve dönüyoruz.Komşunun çocuklarıyla sofrada oturmuş,köfteleri götürüyorlar, bir yandan da sohbet ediyorlar, bundan daha güzel, daha sevimli bir şey olabilir mi? Anne babalar neden müdahale ederler,neden böyle arkadaşlıkların gelişmesi için çaba sarf etmezler, anlamak güç.
Leylaların yıllık izni bitti, İstanbul'a döndüler. Sonlara doğru İştar'la o kadar çok eğleniyorlardı ki,bir akşam bir yerlerde giderken çocuklar yalvarmaya başladılar, nolur bizi de alın diye..
Leylalardan sonra İştar yine yaşıtı bir başka kızla takılmaya başladı. Ala.O da tam İştar' ın kalemi, çok güzel anlaşıyorlar. Fakat İştar' a bir kaç saatlik oyunlar yetmiyor, istiyor ki 7/24 arkadaşı yanında olsun, hep onunla oynasın, sadece onunla oynasın.Tabi hayatta böyle bir şey yok,İştar da zamanla öğrenecek bunu. Bazı günler İştar hevesle arkadaşının evine gidiyor, ama geri geliyor kös kös: denize gideceklermiş, restorana gideceklermiş diyor..Kıyamam, o kadar üzülüyor ki..
Sitedeki diğer 4 yaşlar ise Ayşe ve yan komşunun torunu Bartu. Ayşe ile İştar'ın yıldızı başından beri pek barışmadı,İştar hevesli olsa da Ayşe pek istemedi onunla oynamak, hatta deyim yerindeyse evlerinden bir kaç defa da kovdu İştar'ı. Bartu ise çok tatlı ama hem anneye fazlaca düşkün hem de ayda bir kaç kere geldiği için İştar açısından sürekliliği olmayan verimsiz bir arkadaş.
İştar arkadaşı varken- doğal olarak- son derece mutlu; açıkçası benim suratıma bile bakmıyor ve bu benim çok ama çok işime geliyor. Keşke diğer çocukların da anne babaları arkadaşlıkların pekişmesi için ön ayak olsalar da çocuklar daha fazla kaynaşsa..Ama galiba eskidenmiş o işler..Burada hep bakıcılar, oyun ablaları ve onların gölgesinde vakit geçiren çocuklar var. Tamamen anne baba güdümünde günlük programı yapılan, anne kendi arkadaşlarıyla beach club'a gitmek istiyorsa, bakıcı eşliğinde oraya giden,onun dışında evde oturan, akşam 7'den sonra da yine büyükler kendilerini Hacı Memiş'deki mekanlara atarken bakıcıya emanet edilen minikler var..Biz İştar'la bu ortamda gayet eski kafalı kalıyoruz: İştar'ın başında sürekli ben varım;denizde havuzda yemekte sürekli beraberiz; akşam 10 gibi de beraber yatağa giriyoruz. Bartu'nun annesi dışında hiç bir çocuğun annesini tanımıyorum ve hatta bazılarını görmedim bile! Ama bakıcı ve oyun ablalarının tamamının hayat hikayesini biliyorum!
Belki de onlar haklıdır, ben kendimi paralıyordum, kimbilir!
Yazlık hayatımızda günlük rutinimiz şöyle: sabah 7:30 gibi Ayşe; 8 gibi onun cıvıltılarıyla İştar uyanıyor.Ayşe'yi emzirip,altını değiştirip,Sophia'ya veriyorum,İştar da aşağıda çizgi film seyrediyor.Ben biraz daha uyuyorum.9:30 gibi uyandığımda İştar'ı tv karşısında Minika kanalındaki çizgi filmleri izlerken buluyorum, hatta bazen kızıyorum kendime, keşke uykuyu fazla kaçırmasaydım da daha az TV seyretseydi diye.Hemen krep yapmaya girişiyorum,yumurta yemiyorum ve İştar'ın yediği tek yumurta çeşidi bu.Yine Tv karşısında krebini yediriyorum, maalesef Nesquik ile hazırladığım sütünü- çünkü sade süt de içmiyor- pipetle içirmeye çalışıyorum.Bu arada krep de ya Nutella'lı yada ballı- başka türlüsünü yemiyor. İştar' dan sonra sırayla kahvaltı ediyoruz Sophia ile.Evde iki küçük çocuk ve iki kadın var çünkü.Bu arada saat 12'yi geçiyor ve günü nasıl geçirsek kaygıları başlıyor bende. Küçük çocuğu olan yazlıkçı kadınların esasen günü geçirmek için çok fazla opsiyonları yok.Şu aktivitelerden biri yada bir kaçı hafta içi her gün rutin olarak tekrarlanıyor: çocukla plaja git/ çocuğu sitenin havuzuna sok/çocukla beraber komşuya oturmaya git/evi toparla/yemek pişir,ye/misafir ağırla/alışverişe git/kafeye, restorana git/evin bahçesinde verandasında boş boş otur, internette takıl.Dikkat ederseniz baba bu programların hiçbirinde mevcut değil, zira kendisi aramıza sadece hafta sonları katılıyor.
Saat 12-19 arası programımız yukarıdakilerden biri yada bir kaçı. Bazı günler siteden hatta evden dışarı çıkmıyoruz, bazı günlerse iki çocukla olabildiği kadar geziyoruz sabahtan akşama.Bu durumda yanıma Sophia'yı da alıyorum, zira aynı anda hem bebek pişpişleyip, diğeriyle de denize girebilecek yetkinlikte değilim! Eve en geç 8 gibi girip, en geç 10:30 gibi tüm çocukları uyutmuş oluyorum.Verandadaki minderleri gece kedi oturmasın diye toplamak, panjuru indirip ,ışıkları söndürmek Sophia'nın işi.Ve saat 22:30 itibariyle nihayet benim zamanım başlıyor.Yani herhangi bir çocuk tarafından bölünmeden, canım -evin içinde- ne istersem onu yapabileceğim saatler..Tabi bu daha çok internette ve instagramda takılmak şeklinde oluyor.
Ama benim en çok rahat ettiğim durum İştar' ın siteden arkadaşlarıyla oynadığı, mutlu olduğu anlar..Hem evimin konforlu ortamında İştar'ı dert etmeden bebeğimle ilgileniyorum; hem Sophia evi çekip çeviriyor hem de İştar oyununu oynuyor.Zaten tek istediği bir arkadaşla oyun oynamak, hepsi bu.
Ve kara günler..İştar' ın bunalıp bana sardırdığı, bir yandan Ayşe'yi emzirirken öbür taraftan İştar'ın beni çekiştirdiği, yırtıp pırtık pis kıyafetler giyip komşu evlerine daldığı, kesinlikle söz dinlemediği berbat anlar..Böyle durumlarda İştar o günü hiç arkadaşla oyun oynamadan geçirmiş demek ve ceremesini de maalesef ben çekiyorum.Bir nevi İştar bunalımı da diyebiliriz. Baş edemediğim durumlarda annemleri arayıp yardım istiyorum ve İştar'ı annemlere gönderiyorum, böylece evdeki çocuk sayısını bire indirgiyoruz.
Tam 2 aydır günlerimiz bu şekilde geçiyor ve sanırım artık dayanma sınırımı aşmış vaziyetteyim. Galiba -Çeşme'de dahi olsa- evde oturup çocuk bakmak hiç bana göre değil
İştar'ın okulu 1 Eylül'de açılacakmış.İzmir'de havalar malum, Ekim'e kadar sıcak gider.Benim de planım bayramdan sonra İzmir'e dönmekti ama şu an 31 Ağustos akşamı İzmir'de olup, ertesi sabah İştar'ı okula göndermek için resmen can atıyorum.
Bu yaz bitti, biter, kaldı son 15 gün. Fakat madem ki bu blog İştar'ın tarihine not düşmek için var, o halde bu yazdan çıkardığım dersleri hemen sıralayım ki, seneye daha tedarikli olalım:
1. Seneye kiralayacağımız evdeki çocuk sayısı ve yaş dağılımını bir şekilde öğrenip, 3-7 yaş grubu ve tüm yaz kalan kız çocuk sayısının minimum 4 olduğunu garantilemek lazım, bu sene site içi sosyalleşmeler İştar'ı kesmedi!
2. Bu sene bebek vardı,İştar alışsın istedim,bi yandan tecrübesizdik, şuydu buydu.Seneye haftalık bazda programlı gideceğiz ve mutlaka ya bir yaz okulu yada bir aktivite programı olacak İştar için.Yelken,surf gibi şeyler için çok erken ama Çeşme içinde haftanın 3 günü düzenli devam edeceği bir spor kulubü,okul vs mutlaka olmalı.Başı boşluğun sonu bende patlıyor.Üstelik önümüzdeki yaz çalışıyor olacağım ve evdeki yardımcım ancak tek bir çocukla ilgilenebilir, dolayısıyla İştar bir yerlere gitmek durumunda!
3.Bu yıl daha çok beğendiğim bir başka evi sırf ev sahibi 1 Eylül'de anahtarı istiyor diye tutmadım, orası da çok çocuklu bir siteydi.Bu postu yazdığım tarih 20 Ağustos ve Çeşme'den müthiş baymış durumdayım! Kendime bir not daha: yazlık işini 1 Eylül'de bitirsen de olur,kasma!
4. Önümüzdeki ay 18 aylık bir fıstıklı bomba daha devreye girecek: Ayşe! Bu sene keşfettiğim bir yöntem var: oyun ablalılığı. Saat 6'dan sonra Çeşme'nin yerlisi lise öğrencisi kızlar evlere gelip, çocuklarla oyun oynuyorlar, bu sırada da anne biraz rahat nefes alıyor.Saat 12'ye kadar duruyormuş kızlar,sen ne zaman git dersen.Fiyat nedir bilmiyorum ama hem bir öğrenciye destek olmak güzel, hem de evdeki yük azalıyor.İki çocuklu bir eve bir de dikkatli,güvenilir bir abla şart olacak,yaz başlamadan ayarla!
Her gün bal börekten sıkılır mıymış insan? Evet vallahi de sıkılırmış! Çalışmayan ve kendi gibi çalışmayan yazlıkçı çevresi olan,komşudan komşuya kahveye seken,Merkeztur'u kıble yapan çocuklu bayanlar:Çeşme sahilleri ve bu yaz ucundan tattığım dolce vita hayat seneye size kalsın, ben seneye yaz haftanın en az 3 günü imalatta,ihracatta olacağım,napiyim benim de zevkim bu!
Haziran - Ağustos 2016
En sevmediğin mevsim ne deseler, hiç şüphe yok yaz derim.Benim gibi İzmir'de yaşayanlar için hele; yaz demek bunaltıcı sıcak, nem,klima,ter,düzensiz hayat,Çeşme,yazlıkçılık, bitmek bilmeyen günler demek. Çocuktan önceki dönemde sadece bazı hafta sonları gidilen Çeşme, İştar'la beraber İzmir'in kavurucu sıcağından bir kaçış noktası, bana da yaz işkencesi oldu son dönemde. Önceki postlarımı okuyan bilir, 2013-2014 yazlarını İştar'ın peşinde koşarak ve doğru dürüst uyumadan geçirdim.Kolumdan kurtulabildiği anda bilinçsiz şekilde en tehlikeli neresi varsa o yöne koşardı, ben de anne çita gibi peşinden tabi.. Valla şimdiki aklım olsa daha o zamanlar genç bir yatılı yardımcı alır, keyfime bakardım.
2015 yazında da tam tersi , İştar yaz okuluna gittiği için haftada bir-iki gün Çeşme'ye gittik, derken pat diye Eylül geldi; İştar yaz okuluna başladı- ve yaz bitti gitti...Ama İştar'ın da en çok eğlendiği yaz o yaz olmuştur.
İnanılmaz sosyal bir çocuk İştar. Kimi aşksız yapamaz,İştar da arkadaşsız.. Yaşıtlarına göre bunun dozajının ne kadar yüksek olduğuna, bu yaz etrafı gözlemleyerek iyice ikna oldum.
Ayşe doğduktan sonraki dönemde, özellikle havanın iyice ısındığı, günlerin uzadığı Mayıs-Haziran'da,İştar'ın sosyal hayatı resmen baş döndürücüydü: 9-18 arası okul,18 -19:45 arası sitenin parkında arkadaşlarıyla kudurmaca ve havuz mevsimi başlayınca havuz suyuyla entegre olmaca..Oradan duş-yemek ve 9'da yatak..Eh gün bitti..
İki çocuklu olunca yaşadığımız sitenin tüm olanaklarından faydalanmaya başladık tabi: akşam üstleri kafeteryada buluşmalar, o park senin bu park benim gezmeler, komşu çocuklarıyla çıldırmacalar..
Derken okul bitti ve biz İştar kızımla yepyeni bir konsepte yelken açtık: bu yaz yazlıkçı olduk, 7/24 Çeşme sayfiyecilerinin arasına karıştık..
Yaz dediğin şey hepi topu 2 ay olunca ve de rantiye denen olgu Çeşme'deki ev fiyatlarını anlamsız şekilde yükseltince, iki yaz evvel giriştiğimiz yazlık satın alma işini ertelemiştik.Fiyatı İzmir'deki evimizin fiyatından daha yüksek bir evde sadece 2 ay geçirip bir de akarı kokarı, bahçesi, börtü böceğiyle uğraşmak, bana pek uymadı.
Ama diyorum ya, gün geldi devran döndü, Ayşe'den sonra her şey değişti ve biz bu yaz Çeşme'de bir ev kiralamak durumunda kaldık.Benim önceliğim İştar ve önlenemez sosyal yaşamı olduğu için, net kriterlerle çıktım emlakçının karşısına: en az 20 evlik, havuzlu, ortak bahçeli site olacak,evin içi eşyalı ve temiz olacak,sitede 3-6 yaş grubu en az 1-2 çocuk olacak, Ilıca-Alaçatı yada Mamurbaba tarafında olacak..
Eh Çeşme'de bu kriterlerde mobilyalı ve de kiralık ev sadece 2 tane vardı desem? Yada en azından benim doğum yapmamdan önceki dönemde..Zira bu işi Mart ayından sonraya bırakmaya çok da niyetim yoktu.Bir de evler çok eski olduğu için burun kıvırdığımız kalabalık ve bol çocuklu bir sitedeki kiralık ev 2 hafta içinde tutulunca, eldeki iki opsiyondan en mantıklı olanını seçtik.Gerek emlakçıdan gerekse yakınlarda oturan bir arkadaşımızdan " o sitede çok çocuk var" konfirmasyonunu da aldık, iş tamam.Zira benim için her şeyden, herkesten önce İştar'ın mutluluğu, etrafta oynayacak çocuk olması önemli..Arkadaşıyla bahçede oynayan İştar= annesine sardırmayan İştar :)
Peşin peşin paraları ev sahibinin eline Şubat ayında saydık ve 18 Haziran'da İzmir'den çarşaflarımızı ve giysilerimizi alıp Çeşme'ye göçtük..Ev küçük ama temiz ve ihtiyacımız olan her şeyin olduğu bir ev,zira 2 çocuklu bir aileye ait.İştar yeni odasına hemen alıştı, seneye muhtemelen burada olmayacağımız için kış döneminde bu kiralık evi ve odasını çabuk unuturum umarım.
Yazlıkçılık hayatı her gün bal börek yemek gibi: uzun vadede sıkıcı, monoton.Bulunduğumuz sitede çok çocuk var diye seçim yapmıştık, eh çok da yanlış sayılmaz Fakat gel gör ki,2 yaş da çocuk; 8 yaş da..Ve maalesef 8 yaşındaki kızların İştar'la hiç ortak noktası yok!
Üstüne üstlük,her 4 yaşında kız çocuğu da İştar'la hemen kankiliğe bağlayacak diye bir şey de yok.İnanılmaz bir tesadüf belki ama 20 evlik sitede 4 adet 4 yaş grubu çocuk var ve İştar bunlardan sadece biriyle anlaştı.
Leyla ile Ege, aralarında 1,5 yaş olan ve ikiz gibi gezen kardeşler. İştar ilk adımı bizim atmamızla beraber Leyla ile güzel anlaştı, havuzda beraberler; akşam bizde oynuyorlar; beraber evde ne var ne yok tüketiyorlar; giysilerini değiş tokuş ediyorlar vs..Böyle anlattığıma bakmayın, kesinlikle çok mutluyum bu durumdan, keşke hep böyle ziyaretçilerimiz olsa, evimiz küçük çocuklarla dolup taşsa.Tam sevdiğim,eski tip komşu arkadaşlığı.Ama maalesef bir farkla: İki kardeşin anne babası ortalarda yok, çocuklar bize geldikten hemen sonra 15 dakikada bir yabancı bakıcılarını bize gönderip, çocukları eve çağırıyorlar.Hakikaten enteresan. Yahu bundan güzel fırsat mı var, bırak oynasın çocuklar, evde oturup da ne yapacaklar..
İştar site içinde tek tabanca takılmayı seviyor; sabah kalkar kalkmaz koşa koşa Leylalara gidiyor, ben de sırf ilgisiz anne demesinler, belki burada racon böyledir diye peşinden Sophia'yı gönderiyorum. Gelmeyeceğini bile bile yalandan çağırıyoruz, hııı tamam deyip eve dönüyoruz.Komşunun çocuklarıyla sofrada oturmuş,köfteleri götürüyorlar, bir yandan da sohbet ediyorlar, bundan daha güzel, daha sevimli bir şey olabilir mi? Anne babalar neden müdahale ederler,neden böyle arkadaşlıkların gelişmesi için çaba sarf etmezler, anlamak güç.
Leylaların yıllık izni bitti, İstanbul'a döndüler. Sonlara doğru İştar'la o kadar çok eğleniyorlardı ki,bir akşam bir yerlerde giderken çocuklar yalvarmaya başladılar, nolur bizi de alın diye..
Leylalardan sonra İştar yine yaşıtı bir başka kızla takılmaya başladı. Ala.O da tam İştar' ın kalemi, çok güzel anlaşıyorlar. Fakat İştar' a bir kaç saatlik oyunlar yetmiyor, istiyor ki 7/24 arkadaşı yanında olsun, hep onunla oynasın, sadece onunla oynasın.Tabi hayatta böyle bir şey yok,İştar da zamanla öğrenecek bunu. Bazı günler İştar hevesle arkadaşının evine gidiyor, ama geri geliyor kös kös: denize gideceklermiş, restorana gideceklermiş diyor..Kıyamam, o kadar üzülüyor ki..
Sitedeki diğer 4 yaşlar ise Ayşe ve yan komşunun torunu Bartu. Ayşe ile İştar'ın yıldızı başından beri pek barışmadı,İştar hevesli olsa da Ayşe pek istemedi onunla oynamak, hatta deyim yerindeyse evlerinden bir kaç defa da kovdu İştar'ı. Bartu ise çok tatlı ama hem anneye fazlaca düşkün hem de ayda bir kaç kere geldiği için İştar açısından sürekliliği olmayan verimsiz bir arkadaş.
İştar arkadaşı varken- doğal olarak- son derece mutlu; açıkçası benim suratıma bile bakmıyor ve bu benim çok ama çok işime geliyor. Keşke diğer çocukların da anne babaları arkadaşlıkların pekişmesi için ön ayak olsalar da çocuklar daha fazla kaynaşsa..Ama galiba eskidenmiş o işler..Burada hep bakıcılar, oyun ablaları ve onların gölgesinde vakit geçiren çocuklar var. Tamamen anne baba güdümünde günlük programı yapılan, anne kendi arkadaşlarıyla beach club'a gitmek istiyorsa, bakıcı eşliğinde oraya giden,onun dışında evde oturan, akşam 7'den sonra da yine büyükler kendilerini Hacı Memiş'deki mekanlara atarken bakıcıya emanet edilen minikler var..Biz İştar'la bu ortamda gayet eski kafalı kalıyoruz: İştar'ın başında sürekli ben varım;denizde havuzda yemekte sürekli beraberiz; akşam 10 gibi de beraber yatağa giriyoruz. Bartu'nun annesi dışında hiç bir çocuğun annesini tanımıyorum ve hatta bazılarını görmedim bile! Ama bakıcı ve oyun ablalarının tamamının hayat hikayesini biliyorum!
Belki de onlar haklıdır, ben kendimi paralıyordum, kimbilir!
Yazlık hayatımızda günlük rutinimiz şöyle: sabah 7:30 gibi Ayşe; 8 gibi onun cıvıltılarıyla İştar uyanıyor.Ayşe'yi emzirip,altını değiştirip,Sophia'ya veriyorum,İştar da aşağıda çizgi film seyrediyor.Ben biraz daha uyuyorum.9:30 gibi uyandığımda İştar'ı tv karşısında Minika kanalındaki çizgi filmleri izlerken buluyorum, hatta bazen kızıyorum kendime, keşke uykuyu fazla kaçırmasaydım da daha az TV seyretseydi diye.Hemen krep yapmaya girişiyorum,yumurta yemiyorum ve İştar'ın yediği tek yumurta çeşidi bu.Yine Tv karşısında krebini yediriyorum, maalesef Nesquik ile hazırladığım sütünü- çünkü sade süt de içmiyor- pipetle içirmeye çalışıyorum.Bu arada krep de ya Nutella'lı yada ballı- başka türlüsünü yemiyor. İştar' dan sonra sırayla kahvaltı ediyoruz Sophia ile.Evde iki küçük çocuk ve iki kadın var çünkü.Bu arada saat 12'yi geçiyor ve günü nasıl geçirsek kaygıları başlıyor bende. Küçük çocuğu olan yazlıkçı kadınların esasen günü geçirmek için çok fazla opsiyonları yok.Şu aktivitelerden biri yada bir kaçı hafta içi her gün rutin olarak tekrarlanıyor: çocukla plaja git/ çocuğu sitenin havuzuna sok/çocukla beraber komşuya oturmaya git/evi toparla/yemek pişir,ye/misafir ağırla/alışverişe git/kafeye, restorana git/evin bahçesinde verandasında boş boş otur, internette takıl.Dikkat ederseniz baba bu programların hiçbirinde mevcut değil, zira kendisi aramıza sadece hafta sonları katılıyor.
Saat 12-19 arası programımız yukarıdakilerden biri yada bir kaçı. Bazı günler siteden hatta evden dışarı çıkmıyoruz, bazı günlerse iki çocukla olabildiği kadar geziyoruz sabahtan akşama.Bu durumda yanıma Sophia'yı da alıyorum, zira aynı anda hem bebek pişpişleyip, diğeriyle de denize girebilecek yetkinlikte değilim! Eve en geç 8 gibi girip, en geç 10:30 gibi tüm çocukları uyutmuş oluyorum.Verandadaki minderleri gece kedi oturmasın diye toplamak, panjuru indirip ,ışıkları söndürmek Sophia'nın işi.Ve saat 22:30 itibariyle nihayet benim zamanım başlıyor.Yani herhangi bir çocuk tarafından bölünmeden, canım -evin içinde- ne istersem onu yapabileceğim saatler..Tabi bu daha çok internette ve instagramda takılmak şeklinde oluyor.
Ama benim en çok rahat ettiğim durum İştar' ın siteden arkadaşlarıyla oynadığı, mutlu olduğu anlar..Hem evimin konforlu ortamında İştar'ı dert etmeden bebeğimle ilgileniyorum; hem Sophia evi çekip çeviriyor hem de İştar oyununu oynuyor.Zaten tek istediği bir arkadaşla oyun oynamak, hepsi bu.
Ve kara günler..İştar' ın bunalıp bana sardırdığı, bir yandan Ayşe'yi emzirirken öbür taraftan İştar'ın beni çekiştirdiği, yırtıp pırtık pis kıyafetler giyip komşu evlerine daldığı, kesinlikle söz dinlemediği berbat anlar..Böyle durumlarda İştar o günü hiç arkadaşla oyun oynamadan geçirmiş demek ve ceremesini de maalesef ben çekiyorum.Bir nevi İştar bunalımı da diyebiliriz. Baş edemediğim durumlarda annemleri arayıp yardım istiyorum ve İştar'ı annemlere gönderiyorum, böylece evdeki çocuk sayısını bire indirgiyoruz.
Tam 2 aydır günlerimiz bu şekilde geçiyor ve sanırım artık dayanma sınırımı aşmış vaziyetteyim. Galiba -Çeşme'de dahi olsa- evde oturup çocuk bakmak hiç bana göre değil
İştar'ın okulu 1 Eylül'de açılacakmış.İzmir'de havalar malum, Ekim'e kadar sıcak gider.Benim de planım bayramdan sonra İzmir'e dönmekti ama şu an 31 Ağustos akşamı İzmir'de olup, ertesi sabah İştar'ı okula göndermek için resmen can atıyorum.
Bu yaz bitti, biter, kaldı son 15 gün. Fakat madem ki bu blog İştar'ın tarihine not düşmek için var, o halde bu yazdan çıkardığım dersleri hemen sıralayım ki, seneye daha tedarikli olalım:
1. Seneye kiralayacağımız evdeki çocuk sayısı ve yaş dağılımını bir şekilde öğrenip, 3-7 yaş grubu ve tüm yaz kalan kız çocuk sayısının minimum 4 olduğunu garantilemek lazım, bu sene site içi sosyalleşmeler İştar'ı kesmedi!
2. Bu sene bebek vardı,İştar alışsın istedim,bi yandan tecrübesizdik, şuydu buydu.Seneye haftalık bazda programlı gideceğiz ve mutlaka ya bir yaz okulu yada bir aktivite programı olacak İştar için.Yelken,surf gibi şeyler için çok erken ama Çeşme içinde haftanın 3 günü düzenli devam edeceği bir spor kulubü,okul vs mutlaka olmalı.Başı boşluğun sonu bende patlıyor.Üstelik önümüzdeki yaz çalışıyor olacağım ve evdeki yardımcım ancak tek bir çocukla ilgilenebilir, dolayısıyla İştar bir yerlere gitmek durumunda!
3.Bu yıl daha çok beğendiğim bir başka evi sırf ev sahibi 1 Eylül'de anahtarı istiyor diye tutmadım, orası da çok çocuklu bir siteydi.Bu postu yazdığım tarih 20 Ağustos ve Çeşme'den müthiş baymış durumdayım! Kendime bir not daha: yazlık işini 1 Eylül'de bitirsen de olur,kasma!
4. Önümüzdeki ay 18 aylık bir fıstıklı bomba daha devreye girecek: Ayşe! Bu sene keşfettiğim bir yöntem var: oyun ablalılığı. Saat 6'dan sonra Çeşme'nin yerlisi lise öğrencisi kızlar evlere gelip, çocuklarla oyun oynuyorlar, bu sırada da anne biraz rahat nefes alıyor.Saat 12'ye kadar duruyormuş kızlar,sen ne zaman git dersen.Fiyat nedir bilmiyorum ama hem bir öğrenciye destek olmak güzel, hem de evdeki yük azalıyor.İki çocuklu bir eve bir de dikkatli,güvenilir bir abla şart olacak,yaz başlamadan ayarla!
Her gün bal börekten sıkılır mıymış insan? Evet vallahi de sıkılırmış! Çalışmayan ve kendi gibi çalışmayan yazlıkçı çevresi olan,komşudan komşuya kahveye seken,Merkeztur'u kıble yapan çocuklu bayanlar:Çeşme sahilleri ve bu yaz ucundan tattığım dolce vita hayat seneye size kalsın, ben seneye yaz haftanın en az 3 günü imalatta,ihracatta olacağım,napiyim benim de zevkim bu!
23 Temmuz 2016 Cumartesi
Evdeki Yabancı :Gürcü Yardımcılar
Aralık 2015 - Temmuz 2016*
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Bu blogda yaklaşık 2 sene kadar önce -İştar'ın bana illalah dedirttiği günlerde- Türk bakıcı versus Gürcü yardımcı kıyaslaması yapmıştım ve o dönemdeki şartlarda ibre yerliden yana ağır basmıştı.Zira elde sadece tek bir çocuk ve evde ev ahalisi dışında başka bir insanın varlığına tahammül edemeyen bir anne vardı.
Tabi gün oldu, devran döndü;5. aya doğru ilerleyen hamileliğimle beraber hayatımızdaki tüm düzenler, dengeler alt üst oldu.Ay 30 gün ise,bunun minimum 15 gününü yurt içi - yurt dışı seyahatlerde geçen bir eşe sahip olmamdan mütevvellit, iki çocuğun yükünü tek başıma üstleneceğim aşikar. Her ne kadar evleri yakın ve bizi ağırlamaya müsait de olsa, her yalnız kaldığımızda annemlere koşmayı da doğrusu yediremiyorum kendime. Eh, rakamsal olarak bakarsak; haftanın 5 günü 8-19 arası gelecek Türk bakıcıya 1500 TL civarı vermek yerine 7/24 el altında bulunacak yatılı bir yardımcıya biraz daha fazla bir bütçeyle kapıyı açmak çok daha mantıklı.Fazla vakit kaybetmeden arayışları başlattım ama ilk etapta Türk bulmaya çalıştım.
Yatılı gelecek güvenilir bir Türk yardımcı bulmak, samanlıkta iğne aramaktan zor.Oturduğumuz sitede gördüğüm örnekler gerçekten facia. Çocuk bi tarafta almış başını gitmiş, bizim bakıcı elde dantel işliyor,bir yandan diğer bakıcılarla patron dedikodusu yapıyor. Çocuk düşüyor, kalkıyor, teyze hala börek tarifinde.Onlardan birinin bana bulduğu bayanla yaptığım görüşmede ikinci sorusu " yazın Çeşme'ye küçük oğlumu da getirebilir miyim evinize, o da tatil yapsın?"olunca, o an tercihimi yabancıdan yana yapmaya karar verdim. Yok, Türk yardımcıya kafa olarak hazır değildim, henüz.
Bu arada yeni başlayanlar için küçük bir not:Gürcü, hatta genel olarak yabancı yardımcı piyasasında fiyatlar bayanların sahip olduğu yetkinliklerin yanı sıra,yanlarında çalıştıkları ailenin semtine,gelir durumuna ve yaşanılan ile göre büyük değişkenlik gösteriyor.O kadar ki, Antalya'da 400 USD' a vasat üstü bir bayan bulmak mümkünken,İstanbul'da çocuk bakmak işin içine girdiğinde fiyatlar minimum 600 USD ve üzeri oluyor. Benim duyduğum en uçuk rakam 2000 USD idi- Allah sahibine bağışlasın.. İzmir'de Bornova'da 500-600 USD normal iken, Mavişehir'de 700 USD normal kabul ediliyor, Sahilevlerindeki villalarda ise bebeler 800 USD'den aşağı bakılamıyor.Tabi bu rakamlara sigorta primi ve izin parası dedikleri haftalık harçlıklar dahil değil.Her bayanın kendine biçtiği bir değer var ve ortada insan emeği söz konusu olduğundan bana göre ücret meselesi pazarlığa tabi değil.
Bir yabancıyla yaşamak, eviniz çok büyük değilse,zor,eşiniz için hele, çok çok zor. Benim için daha da zor olan ve hayata bakışımla çelişen bir başka konu ise, kendi evinde bir başkasına komut vermek durumunda olmak ama aynı zamanda birlikte yaşadığınız için özel hayatınızın her anında bu kişinin yer alması, almak durumunda olması.Sanki iş ve özel hayat iç içe geçmiş gibi, hiç de profesyonel olamayacağın bir alanda, ücrete endeksli, SGK'lı, izinli, aşırı bir profesyonellik durumu. Ve günün sonunda söz konusu olan bir robot değil, bir insan.Memleketinden, ailesinden uzakta,yüksek ihtimalle çaresiz, bin türlü derdi olan, bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olan, senden gelecek 10 USD'a bile belki muhtaç bir insan.Senin evinde yaşayacak, belki canı bir şey yemek isteyecek, dolapta olacak ama çekindiği için uzanıp alamayacak, çünkü kendi evi değil, senin evin.Daha da fenası, senin çocuğun yaşında çocuğu var belki memlekette, babasına emanet etmiş, o da işsiz..
Off yazınca bile kötü oldum ya..Kısacası hiç bana göre değil bu işler, kendi ailemde de gördüğüm şeyler değil (annem 60 yıllık hayatının son 20 yılında eve temizlikçi almaya başladı) dolayısıyla bu yeni durumu kafamda oturtmam ve alışmam çok çok zor oldu, inanın.
Oysa ki,hayatımı epey bir basite indirgemiştim son 1 yıldır.İştar'ın bakıcısı artık bize haftanın 2 günü, sadece temizlik ve ütü için geliyor,cüzzi bir miktar ödeme yapıyordum.Onun gelmediği günler evi mok götürüyordu ama bir yandan da evi otel gibi kullanarak kendimizce dengeliyorduk durumu. O da cüzzi ücret karşılığı cüzzi saatler çalışıyor, cüzzi bir temizlikten sonra parasını cüzdanına atıp, gidiyordu.
Eskilerden tanıdığımız, ailemin evine girip çıkmış bir Gürcü bayanın,bu aralar iş arayışında olduğunu tesadüfen çok alakasız bir yerden duyunca, bunun ilahi bir işaret olduğuna karar verip, hemen bayanla görüştüm, anlaştık. Piyasa rayicinin biraz üzerinde bir ücreti vermeyi de bayanın güvenilir olduğunu düşündüğüm için kabul ettim.
Beni düşündüren bir başka konu da İştar'ın bu yeni düzene nasıl alışacağı idi. Neyse ki bayan gelmeden bir kaç gün önce ondan bahsetmeye başlamam, kendi bakıcısının bir akrabası olduğunu söylemem işe yaradı: İştar Hatuna teyzesiyle ilk tanıştığı günden itibaren onu hiç yadırgamadı.Ama zamanla anladık ki, onu asla kabullenmedi de.Hiç bir zaman dediklerini yapmadı, parka sadece benimle gitmek istedi,onun yedirmeye çalıştığı köfteleri tükürdü,elinde pijamayla arkasında koşan kadını her seferinde püskürttü.Bir yandan da benimle asla yaşayamadığı şeyleri Hatuna teyzesiyle gördü: mesela cup cake yada elmalı kurabiye yapmak gibi. ;) İştar'ın hafta içi -hafta sonu ajandası dolu olduğu için yardımcımızla interaksiyonu minimum düzeyde oldu tabi.
Yabancı yardımcılarda alışılması gereken bir diğer konu istikrarsızlık. Ya onlar gidiyor, ya siz gönderiyorsunuz.Bizde ise Hatuna bir gün durup dururken, gitmesi gerektiğini, memlekette bir takım acil durumlar olduğunu söyledi.Neredeyse 9 aylık hamileydim, panikledim.Gideceksen de bana güvenilir birini bul, devir teslim yap, öyle git dedim.Şaka maka ilk golü yemiştim Gürcü işinden ve dürüst olmadığına da emindim..Ortalamanın üzerinde bir rakama anlaşmış olmamıza rağmen, daha ortada bebek bile yokken gitmek istemesine inanamamıştım.
Şansımız yaver gitti, ertesi gün alternatif bulunmuştu.Akrabasıydı,gençti, çalışkandı.Geldi görüştük, pek konuşmayan ama sürekli gülümseyen temiz yüzlü bir kızcağız getirdi.Yanında hemen yakınlarda çalışan kayınvalidesi de vardı, bizi merak etmişti.O kadar paniktim ki, aklıma ne başka bir alternatif aramak geldi, ne de kızla sohbet edip Türkçe düzeyini anlamak.Hatta para pazarlığı bile yapmadım. Tek derdim yardımcısız kalmamaktı.Bu da benim acemiliğim tabi :)
Ve kızımız bizde başladı.Neredeyse hiç Türkçe bilmediğimi anlamam bir gün bile sürmedi tabi ben şok! Ama maalesef konu İştar olduğunda, hiç Türkçe bilmeyen bir yardımcıyla iş yürümedi. Oysa İştar bu çıtıpıtı enerjik kadını görür görmez çok sevdi, üstelik onunla oynamaya da çok hevesliydi. Gel gör ki,"Hadi sen şuradaki mavi kumaşı al, Elsa'ya pelerin yap" gibi şeyler dediğinde Sophia'nın dediklerinden hiç bir şey anlamadığı için sadece gülümsemesi İştar'ı daha ilk gün çileden çıkardı.Sophia çok çaba sarf etti, çeşit çeşit cup cake'ler mi pişirmedi;peri kanatları mı takmadılar beraber; hamurdan lolipoplar mı yapmadı ama iki lafın belini kıramayınca İştar durumdan buz gibi soğudu, ve iş dön dolaş bana geldi.İlk aylarında Sophia evin temizliğini, misafir ikramını halleden, yemek de pek bilmediği için sebze doğrama kısmını yapan bir yardımcıdan öteye gidemedi.İştar okul çıkışı onunla asla parka gitmek istemedi, gözleri hep beni aradı.Ben de güvenip İştar'ı bırakıp gidemedim; zira evde bir şey olsa telefon açıp durumu anlatabileceğinden hiç emin değilim. Çocuk bakımında divan edebiyatına hakimiyet aranmaz ama temel seviyede bir Türkçe bilgisi kesinlikle elzem.Ama zaman geçtikçe gördüm ki dil bariyeri evdeki yabancıyla arandaki ilişkini daha konforlu hale getiriyor.İletişim düzeyi ne kadar minimum olursa,o kadar rahat hareket edebiliyorsun kendi evinde.Daha doğrusu bu durum evdeki çalışanla muhatap olmayı sevmeyen benim gibi tipler için geçerli.
Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu bizim Sophia kısa süreliğine memlekete gidip de kayınvalidesi yedekleme yaptığında anladım."Allah analı babalı büyütsün, torunlarınızın mürüvvetini görün inşallah" düzeyinde Türkçe bilgisine sahip kayınvalide Nathalie, tam 1,5 ay boyunca sürekli ensemde, tepemde, her yerdeydi. Bu dönemde eşimin de seyahatleri,iş sonrası sosyalleşme planları üst üste gelince, evde iki çocuk ve bana aklı sıra kol kanat gerdiğini sanırken, bir yandan da dizilerin özetlerini geçen teyzemiz; beni öyle bir bunalttı ki, gittiği gün resmen zil takıp oynadım!
4 yıllık hayatında annesi dışında evde 4. yardımcıyla yüzleşen İştar, artık Nathalie'yi hiç bir şekilde takmadı, muhatap almadı. Zavallı kadıncağız İştar'ın peşinden çok koştu , yarı beline kadar havuzlara girdi ama iş hep bende bitti, bende çözüldü.
Ayşe doğduktan sonraki dönemde, Türkçe bilsin bilmesin, yatılı bir yardımcı tercih etmekle ne kadar doğru karar verdiğimi bir kez daha gördüm.Ev işlerini, gelen giden misafirin ikramını hiç düşünmemenin ötesinde, özellikle İştar okuldan döndükten sonra ona doya doya zaman ayırabildim.İlk günlerdeki kıskançlığı hafif şiddette atlatmamızın en büyük sebeplerinden biri Sophia'dır.
Sophia memleketten döndü,Ayşe'yi eskisinden çok daha fazla ona veriyorum- zira şu anda Çeşme'deyiz ve 7/24 İştar ile beraberim.İlk geldiğinden bu zamana Sophia'nın anlaması ve konuşma yeteneği elbette ilerledi ama bu hızla bana sorarsanız 1 yıldan önceye netice alamayız. Kaldı ki, üniversite mezunu genç nesil dışında, uzun yıllar Türkiye'de yaşamış dahi olsalar Gürcüler Türkçe'de çok zorlanıyorlar, asla tam anlamıyla dile hakim olamıyorlar. İştar'ın da Sophia'ya alışması için elimden geleni yapıyorum; ihtiyaçları için onu sürekli Sophia'ya yönlendiriyorum; hadi beraber Pony oynayın filan diyorum ama biraz zaman alacak gibi.Etrafta ben olduğum sürece İştar elbette beni tercih edecektir.
Eylül'de işe başlamayı düşünüyorum ve İştar' da yaptığım gibi iş sonrası tüm hayatımı çocuğa dedike etmeyi bu defa hiç mi hiç düşünmüyorum.Bakalım göreceğiz, her şey yolunda gider umarım.
Özetle:
- Çocuk bakımı öncelikle düşünüyorsanız ve benim gibi esnek çalışma durumunuz yoksa, hele hele anneanne-babaanne gibi B planlarınız olamıyorsa, mutlaka çok iyi Türkçe bilen bir bayanı tatmin edici bir ücretle işe alın.Asla ucuza getirmeyin üç kuruşun pazarlığını yapmayın, ucuza gelenden de şüphe edin.
-Bana ev işlerinde yardımcı olsun, çocuğuma ben bakacağım derseniz, bu durumda dürüst güvenilir ama az Türkçe bilen bir bayan da işinizi görecektir.
- 3+1, 4+1 apartman dairelerinde yaşıyorsanız ilk haftalar zorlanacaksınız, nereye kaçacağınızı bilemeyeceksiniz; hazırlıklı olun. Grift bir yaşam sizi bekliyor ama avantajlarınız olumsuzluklardan fazla olacağı için çok da kafaya takmayın derim.
- Dürüstlüğe dair en ufak bir şüphe, uyardığınız halde tekrarlanan hatalar gördüğünüzde hemen iş ilişkinizi kesin, tolerans göstermeyin. Çok şükür bizde olmadı ama hırsızlık başta olmak üzere pek çok nahoş olayla karşılaşılabiliyor; tedbirinizi alın. Bu durum belli bir ülke için geçerli değil elbette,sakın yanlış anlamayın.
- Bayan sizde ise,siz çok memnun olsanız bile sonsuza kadar sizinle çalışmayabilir. 50 USD fazla veren bir başka aile yanına yada kendi ailevi sorunları sebebiyle bir günde çıkıp gidebilirler, onlar için bu kadar kolay.Bu ihtimali aklınızın bir köşesinde tutarsanız yaşam sizin için çok daha kolay olacaktır.
- Ve son olarak, bence en önemlisi; biz Türklere göre çok daha profesyonelce yaklaşıyorlar olaya.İdare etme, vicdan , hatır gönül gibi kavramlar lugatlarında yok.80'lerde Arabistan'da şantiyelere giden Türk mühendisler misali, belli bir ücret karşılığı geçici bir süre için bu işi yapmaya gönüllü olarak gelmiş ve şartlar hazır olduğunda geri dönmeye her an müsait insanlar bunlar. Paraya ihtiyaçları varsa,sizden memnunlarsa ve ortalıkta daha iyi bir alternatif yoksa çalışmaya devam ederler, aksi durumda gitme ihtimalleri çok yüksek. Misal, Sophia'nın kayınvalidesi, Sophia memleketteyken o dönene kadar bizimle birlikte olacaktı.İki çocukla yardıma ne kadar ihtiyacım olduğum zaten ortada, kaldı ki, asıl çalıştığı işyerinden de daha yüksek bir ücret almış olacaktı bizleyken. Sophia geldiği gün, o da kendi izni için geri dönecekti.Öyle anlaşmıştık daha doğrusu. Ama o gitti kendi kafasına göre belirlediği bir tarihte döndü, ben de Sophia dönene kadar Çeşme'de iki çocukla bir başıma kaldım. Yapma etme dedim ama nafile. Benim tahminim, bizdeki iş durumları ağır geldi ona, ilk fırsatta da kaçtı. Bu arada hem ilk giden Hatuna'nın hem de bu Nathelie'nin gidiş tarihlerini tam da maaşlarını alacakları güne denk getirmeleri de takdire şayan!
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Bu blogda yaklaşık 2 sene kadar önce -İştar'ın bana illalah dedirttiği günlerde- Türk bakıcı versus Gürcü yardımcı kıyaslaması yapmıştım ve o dönemdeki şartlarda ibre yerliden yana ağır basmıştı.Zira elde sadece tek bir çocuk ve evde ev ahalisi dışında başka bir insanın varlığına tahammül edemeyen bir anne vardı.
Tabi gün oldu, devran döndü;5. aya doğru ilerleyen hamileliğimle beraber hayatımızdaki tüm düzenler, dengeler alt üst oldu.Ay 30 gün ise,bunun minimum 15 gününü yurt içi - yurt dışı seyahatlerde geçen bir eşe sahip olmamdan mütevvellit, iki çocuğun yükünü tek başıma üstleneceğim aşikar. Her ne kadar evleri yakın ve bizi ağırlamaya müsait de olsa, her yalnız kaldığımızda annemlere koşmayı da doğrusu yediremiyorum kendime. Eh, rakamsal olarak bakarsak; haftanın 5 günü 8-19 arası gelecek Türk bakıcıya 1500 TL civarı vermek yerine 7/24 el altında bulunacak yatılı bir yardımcıya biraz daha fazla bir bütçeyle kapıyı açmak çok daha mantıklı.Fazla vakit kaybetmeden arayışları başlattım ama ilk etapta Türk bulmaya çalıştım.
Yatılı gelecek güvenilir bir Türk yardımcı bulmak, samanlıkta iğne aramaktan zor.Oturduğumuz sitede gördüğüm örnekler gerçekten facia. Çocuk bi tarafta almış başını gitmiş, bizim bakıcı elde dantel işliyor,bir yandan diğer bakıcılarla patron dedikodusu yapıyor. Çocuk düşüyor, kalkıyor, teyze hala börek tarifinde.Onlardan birinin bana bulduğu bayanla yaptığım görüşmede ikinci sorusu " yazın Çeşme'ye küçük oğlumu da getirebilir miyim evinize, o da tatil yapsın?"olunca, o an tercihimi yabancıdan yana yapmaya karar verdim. Yok, Türk yardımcıya kafa olarak hazır değildim, henüz.
Bu arada yeni başlayanlar için küçük bir not:Gürcü, hatta genel olarak yabancı yardımcı piyasasında fiyatlar bayanların sahip olduğu yetkinliklerin yanı sıra,yanlarında çalıştıkları ailenin semtine,gelir durumuna ve yaşanılan ile göre büyük değişkenlik gösteriyor.O kadar ki, Antalya'da 400 USD' a vasat üstü bir bayan bulmak mümkünken,İstanbul'da çocuk bakmak işin içine girdiğinde fiyatlar minimum 600 USD ve üzeri oluyor. Benim duyduğum en uçuk rakam 2000 USD idi- Allah sahibine bağışlasın.. İzmir'de Bornova'da 500-600 USD normal iken, Mavişehir'de 700 USD normal kabul ediliyor, Sahilevlerindeki villalarda ise bebeler 800 USD'den aşağı bakılamıyor.Tabi bu rakamlara sigorta primi ve izin parası dedikleri haftalık harçlıklar dahil değil.Her bayanın kendine biçtiği bir değer var ve ortada insan emeği söz konusu olduğundan bana göre ücret meselesi pazarlığa tabi değil.
Bir yabancıyla yaşamak, eviniz çok büyük değilse,zor,eşiniz için hele, çok çok zor. Benim için daha da zor olan ve hayata bakışımla çelişen bir başka konu ise, kendi evinde bir başkasına komut vermek durumunda olmak ama aynı zamanda birlikte yaşadığınız için özel hayatınızın her anında bu kişinin yer alması, almak durumunda olması.Sanki iş ve özel hayat iç içe geçmiş gibi, hiç de profesyonel olamayacağın bir alanda, ücrete endeksli, SGK'lı, izinli, aşırı bir profesyonellik durumu. Ve günün sonunda söz konusu olan bir robot değil, bir insan.Memleketinden, ailesinden uzakta,yüksek ihtimalle çaresiz, bin türlü derdi olan, bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olan, senden gelecek 10 USD'a bile belki muhtaç bir insan.Senin evinde yaşayacak, belki canı bir şey yemek isteyecek, dolapta olacak ama çekindiği için uzanıp alamayacak, çünkü kendi evi değil, senin evin.Daha da fenası, senin çocuğun yaşında çocuğu var belki memlekette, babasına emanet etmiş, o da işsiz..
Off yazınca bile kötü oldum ya..Kısacası hiç bana göre değil bu işler, kendi ailemde de gördüğüm şeyler değil (annem 60 yıllık hayatının son 20 yılında eve temizlikçi almaya başladı) dolayısıyla bu yeni durumu kafamda oturtmam ve alışmam çok çok zor oldu, inanın.
Oysa ki,hayatımı epey bir basite indirgemiştim son 1 yıldır.İştar'ın bakıcısı artık bize haftanın 2 günü, sadece temizlik ve ütü için geliyor,cüzzi bir miktar ödeme yapıyordum.Onun gelmediği günler evi mok götürüyordu ama bir yandan da evi otel gibi kullanarak kendimizce dengeliyorduk durumu. O da cüzzi ücret karşılığı cüzzi saatler çalışıyor, cüzzi bir temizlikten sonra parasını cüzdanına atıp, gidiyordu.
Eskilerden tanıdığımız, ailemin evine girip çıkmış bir Gürcü bayanın,bu aralar iş arayışında olduğunu tesadüfen çok alakasız bir yerden duyunca, bunun ilahi bir işaret olduğuna karar verip, hemen bayanla görüştüm, anlaştık. Piyasa rayicinin biraz üzerinde bir ücreti vermeyi de bayanın güvenilir olduğunu düşündüğüm için kabul ettim.
Beni düşündüren bir başka konu da İştar'ın bu yeni düzene nasıl alışacağı idi. Neyse ki bayan gelmeden bir kaç gün önce ondan bahsetmeye başlamam, kendi bakıcısının bir akrabası olduğunu söylemem işe yaradı: İştar Hatuna teyzesiyle ilk tanıştığı günden itibaren onu hiç yadırgamadı.Ama zamanla anladık ki, onu asla kabullenmedi de.Hiç bir zaman dediklerini yapmadı, parka sadece benimle gitmek istedi,onun yedirmeye çalıştığı köfteleri tükürdü,elinde pijamayla arkasında koşan kadını her seferinde püskürttü.Bir yandan da benimle asla yaşayamadığı şeyleri Hatuna teyzesiyle gördü: mesela cup cake yada elmalı kurabiye yapmak gibi. ;) İştar'ın hafta içi -hafta sonu ajandası dolu olduğu için yardımcımızla interaksiyonu minimum düzeyde oldu tabi.
Yabancı yardımcılarda alışılması gereken bir diğer konu istikrarsızlık. Ya onlar gidiyor, ya siz gönderiyorsunuz.Bizde ise Hatuna bir gün durup dururken, gitmesi gerektiğini, memlekette bir takım acil durumlar olduğunu söyledi.Neredeyse 9 aylık hamileydim, panikledim.Gideceksen de bana güvenilir birini bul, devir teslim yap, öyle git dedim.Şaka maka ilk golü yemiştim Gürcü işinden ve dürüst olmadığına da emindim..Ortalamanın üzerinde bir rakama anlaşmış olmamıza rağmen, daha ortada bebek bile yokken gitmek istemesine inanamamıştım.
Şansımız yaver gitti, ertesi gün alternatif bulunmuştu.Akrabasıydı,gençti, çalışkandı.Geldi görüştük, pek konuşmayan ama sürekli gülümseyen temiz yüzlü bir kızcağız getirdi.Yanında hemen yakınlarda çalışan kayınvalidesi de vardı, bizi merak etmişti.O kadar paniktim ki, aklıma ne başka bir alternatif aramak geldi, ne de kızla sohbet edip Türkçe düzeyini anlamak.Hatta para pazarlığı bile yapmadım. Tek derdim yardımcısız kalmamaktı.Bu da benim acemiliğim tabi :)
Ve kızımız bizde başladı.Neredeyse hiç Türkçe bilmediğimi anlamam bir gün bile sürmedi tabi ben şok! Ama maalesef konu İştar olduğunda, hiç Türkçe bilmeyen bir yardımcıyla iş yürümedi. Oysa İştar bu çıtıpıtı enerjik kadını görür görmez çok sevdi, üstelik onunla oynamaya da çok hevesliydi. Gel gör ki,"Hadi sen şuradaki mavi kumaşı al, Elsa'ya pelerin yap" gibi şeyler dediğinde Sophia'nın dediklerinden hiç bir şey anlamadığı için sadece gülümsemesi İştar'ı daha ilk gün çileden çıkardı.Sophia çok çaba sarf etti, çeşit çeşit cup cake'ler mi pişirmedi;peri kanatları mı takmadılar beraber; hamurdan lolipoplar mı yapmadı ama iki lafın belini kıramayınca İştar durumdan buz gibi soğudu, ve iş dön dolaş bana geldi.İlk aylarında Sophia evin temizliğini, misafir ikramını halleden, yemek de pek bilmediği için sebze doğrama kısmını yapan bir yardımcıdan öteye gidemedi.İştar okul çıkışı onunla asla parka gitmek istemedi, gözleri hep beni aradı.Ben de güvenip İştar'ı bırakıp gidemedim; zira evde bir şey olsa telefon açıp durumu anlatabileceğinden hiç emin değilim. Çocuk bakımında divan edebiyatına hakimiyet aranmaz ama temel seviyede bir Türkçe bilgisi kesinlikle elzem.Ama zaman geçtikçe gördüm ki dil bariyeri evdeki yabancıyla arandaki ilişkini daha konforlu hale getiriyor.İletişim düzeyi ne kadar minimum olursa,o kadar rahat hareket edebiliyorsun kendi evinde.Daha doğrusu bu durum evdeki çalışanla muhatap olmayı sevmeyen benim gibi tipler için geçerli.
Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu bizim Sophia kısa süreliğine memlekete gidip de kayınvalidesi yedekleme yaptığında anladım."Allah analı babalı büyütsün, torunlarınızın mürüvvetini görün inşallah" düzeyinde Türkçe bilgisine sahip kayınvalide Nathalie, tam 1,5 ay boyunca sürekli ensemde, tepemde, her yerdeydi. Bu dönemde eşimin de seyahatleri,iş sonrası sosyalleşme planları üst üste gelince, evde iki çocuk ve bana aklı sıra kol kanat gerdiğini sanırken, bir yandan da dizilerin özetlerini geçen teyzemiz; beni öyle bir bunalttı ki, gittiği gün resmen zil takıp oynadım!
4 yıllık hayatında annesi dışında evde 4. yardımcıyla yüzleşen İştar, artık Nathalie'yi hiç bir şekilde takmadı, muhatap almadı. Zavallı kadıncağız İştar'ın peşinden çok koştu , yarı beline kadar havuzlara girdi ama iş hep bende bitti, bende çözüldü.
Ayşe doğduktan sonraki dönemde, Türkçe bilsin bilmesin, yatılı bir yardımcı tercih etmekle ne kadar doğru karar verdiğimi bir kez daha gördüm.Ev işlerini, gelen giden misafirin ikramını hiç düşünmemenin ötesinde, özellikle İştar okuldan döndükten sonra ona doya doya zaman ayırabildim.İlk günlerdeki kıskançlığı hafif şiddette atlatmamızın en büyük sebeplerinden biri Sophia'dır.
Sophia memleketten döndü,Ayşe'yi eskisinden çok daha fazla ona veriyorum- zira şu anda Çeşme'deyiz ve 7/24 İştar ile beraberim.İlk geldiğinden bu zamana Sophia'nın anlaması ve konuşma yeteneği elbette ilerledi ama bu hızla bana sorarsanız 1 yıldan önceye netice alamayız. Kaldı ki, üniversite mezunu genç nesil dışında, uzun yıllar Türkiye'de yaşamış dahi olsalar Gürcüler Türkçe'de çok zorlanıyorlar, asla tam anlamıyla dile hakim olamıyorlar. İştar'ın da Sophia'ya alışması için elimden geleni yapıyorum; ihtiyaçları için onu sürekli Sophia'ya yönlendiriyorum; hadi beraber Pony oynayın filan diyorum ama biraz zaman alacak gibi.Etrafta ben olduğum sürece İştar elbette beni tercih edecektir.
Eylül'de işe başlamayı düşünüyorum ve İştar' da yaptığım gibi iş sonrası tüm hayatımı çocuğa dedike etmeyi bu defa hiç mi hiç düşünmüyorum.Bakalım göreceğiz, her şey yolunda gider umarım.
Özetle:
- Çocuk bakımı öncelikle düşünüyorsanız ve benim gibi esnek çalışma durumunuz yoksa, hele hele anneanne-babaanne gibi B planlarınız olamıyorsa, mutlaka çok iyi Türkçe bilen bir bayanı tatmin edici bir ücretle işe alın.Asla ucuza getirmeyin üç kuruşun pazarlığını yapmayın, ucuza gelenden de şüphe edin.
-Bana ev işlerinde yardımcı olsun, çocuğuma ben bakacağım derseniz, bu durumda dürüst güvenilir ama az Türkçe bilen bir bayan da işinizi görecektir.
- 3+1, 4+1 apartman dairelerinde yaşıyorsanız ilk haftalar zorlanacaksınız, nereye kaçacağınızı bilemeyeceksiniz; hazırlıklı olun. Grift bir yaşam sizi bekliyor ama avantajlarınız olumsuzluklardan fazla olacağı için çok da kafaya takmayın derim.
- Dürüstlüğe dair en ufak bir şüphe, uyardığınız halde tekrarlanan hatalar gördüğünüzde hemen iş ilişkinizi kesin, tolerans göstermeyin. Çok şükür bizde olmadı ama hırsızlık başta olmak üzere pek çok nahoş olayla karşılaşılabiliyor; tedbirinizi alın. Bu durum belli bir ülke için geçerli değil elbette,sakın yanlış anlamayın.
- Bayan sizde ise,siz çok memnun olsanız bile sonsuza kadar sizinle çalışmayabilir. 50 USD fazla veren bir başka aile yanına yada kendi ailevi sorunları sebebiyle bir günde çıkıp gidebilirler, onlar için bu kadar kolay.Bu ihtimali aklınızın bir köşesinde tutarsanız yaşam sizin için çok daha kolay olacaktır.
- Ve son olarak, bence en önemlisi; biz Türklere göre çok daha profesyonelce yaklaşıyorlar olaya.İdare etme, vicdan , hatır gönül gibi kavramlar lugatlarında yok.80'lerde Arabistan'da şantiyelere giden Türk mühendisler misali, belli bir ücret karşılığı geçici bir süre için bu işi yapmaya gönüllü olarak gelmiş ve şartlar hazır olduğunda geri dönmeye her an müsait insanlar bunlar. Paraya ihtiyaçları varsa,sizden memnunlarsa ve ortalıkta daha iyi bir alternatif yoksa çalışmaya devam ederler, aksi durumda gitme ihtimalleri çok yüksek. Misal, Sophia'nın kayınvalidesi, Sophia memleketteyken o dönene kadar bizimle birlikte olacaktı.İki çocukla yardıma ne kadar ihtiyacım olduğum zaten ortada, kaldı ki, asıl çalıştığı işyerinden de daha yüksek bir ücret almış olacaktı bizleyken. Sophia geldiği gün, o da kendi izni için geri dönecekti.Öyle anlaşmıştık daha doğrusu. Ama o gitti kendi kafasına göre belirlediği bir tarihte döndü, ben de Sophia dönene kadar Çeşme'de iki çocukla bir başıma kaldım. Yapma etme dedim ama nafile. Benim tahminim, bizdeki iş durumları ağır geldi ona, ilk fırsatta da kaçtı. Bu arada hem ilk giden Hatuna'nın hem de bu Nathelie'nin gidiş tarihlerini tam da maaşlarını alacakları güne denk getirmeleri de takdire şayan!
İlk 40 Gün:İştar'ın Ayşe'li Hayatı
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ayşe'nin doğduğu Mart ayında İştar'ın sabahtan akşama okulda olması hafta sonu yine sabahtan akşama o kurs senin bu kurs benim dolanmasından mütevellit, kıskançlığın minimum, yeni bebişe alışma sürecinin maksimum olduğu güzel ve süper rahat günler yaşadık- yaz gelene kadar.
İştar açısından her şey eskisi gibi gidiyordu, sadece artık annenin karnı artık şiş değildi bir de mütemadiyen annesinin memesinden süt içen bir kardeşi vardı.Anlamıyordu,bu bebek nasıl oluyordu da hiç doymuyordu bir de canı makarna filan çekmiyor muydu? Okuldan eve geldiğinde süt içiyordu,akşam yemeğinde annesi daha bir şey yiyemeden kalkıp kardeşine süt vermeye gidiyordu, uyku zamanı annesi hem kardeşine süt veriyor, bir yandan da ona kitabını okuyordu.İki de bir de bezinin değişmesi gerekiyordu bu küçük şeyin.Allah aşkına çok mu zor, kalk git tuvalete! Üstelik annesi de sanki hazır askermiş gibi her seferinde "İştaaar, hadi gel anneciğim kardeşinin bezini değiştirmeme yardım et" deyip duruyordu.Az ye de hizmetçi tut! Evdeki kakalı bezlerden ona neydi!
Ve en fenası: annesi babası ve kardeşi aynı odada yatıyorlardı! Ama bunu onun yanına bırakmaya hiç niyeti yoktu,hemen her gece İştar da kıvrılıp onlarla birlikte uyudu.Annesi de babası da eskiden buna çok kızarlardı ama tuhaf bir şekilde kardeşi geldiğinden beri anne baba yatağında yatmak dahil pek çok şey onun için serbest olmuştu: salondaki masanın üzerinde duran badem şekeri ve bezelerden istediği kadar alabiliyor,her akşam makarna yiyebiliyor,oyuncaklarını istediği gibi dağıtabiliyordu.Annesinin istikrarı sürdürdüğü tek bir konu vardı: saat 9 da uyku ritüellerinin başlatılması..Çünkü mutlaka ertesi gün okulda olmalıydı.
Bi dakka!
Acaba Ayşe de okula gidiyor muydu, yoksa annesiyle bütün gün sarmaş dolaş beraberler miydi?
Neyse ki cevabı annesi verdi: İştar okula gittikten sonra annesi işe,Ayşe de bebek olduğu için eskiden gittiği okula gidiyorlar, o gelmeden kısa süre önce de herkes eve dönüp İştar'ın gelmesini bekliyordu.
Hafta sonları ise annesi hala onlara katılmıyor, baba kız kurstan kursa gidiyorlardı.
Evlerinde uzun zamandır görmedikleri bir misafir trafiği vardı,her gelen de İştar'a bir şeyler getiriyordu.Ablalık hediyesi diyorlardı.Sonra da içinde kek,poğaça ve börek olan tabaklar çıkıyordu ortaya. Hmm işte buna bayılıyordu!
Vay be, bu ablalık gerçekten harikaymış!
Bazen annesine çok ihtiyacı olduğunda,annesinin kardeşine süt vermesi gerekiyordu ve eskisi gibi kucağına oturtup, sarılıp öpemiyordu onu.Çok gücüne gidiyordu işte o an! Suratını asıp, bir koltuğa çöküyordu- ki annesi yanına gelsin.
Öyle de oluyordu her seferinde..
Abla olmak güzel bir şeydi ama anneyi paylaşmak??
Aslaa!!
Ayşe'nin doğduğu Mart ayında İştar'ın sabahtan akşama okulda olması hafta sonu yine sabahtan akşama o kurs senin bu kurs benim dolanmasından mütevellit, kıskançlığın minimum, yeni bebişe alışma sürecinin maksimum olduğu güzel ve süper rahat günler yaşadık- yaz gelene kadar.
İştar açısından her şey eskisi gibi gidiyordu, sadece artık annenin karnı artık şiş değildi bir de mütemadiyen annesinin memesinden süt içen bir kardeşi vardı.Anlamıyordu,bu bebek nasıl oluyordu da hiç doymuyordu bir de canı makarna filan çekmiyor muydu? Okuldan eve geldiğinde süt içiyordu,akşam yemeğinde annesi daha bir şey yiyemeden kalkıp kardeşine süt vermeye gidiyordu, uyku zamanı annesi hem kardeşine süt veriyor, bir yandan da ona kitabını okuyordu.İki de bir de bezinin değişmesi gerekiyordu bu küçük şeyin.Allah aşkına çok mu zor, kalk git tuvalete! Üstelik annesi de sanki hazır askermiş gibi her seferinde "İştaaar, hadi gel anneciğim kardeşinin bezini değiştirmeme yardım et" deyip duruyordu.Az ye de hizmetçi tut! Evdeki kakalı bezlerden ona neydi!
Ve en fenası: annesi babası ve kardeşi aynı odada yatıyorlardı! Ama bunu onun yanına bırakmaya hiç niyeti yoktu,hemen her gece İştar da kıvrılıp onlarla birlikte uyudu.Annesi de babası da eskiden buna çok kızarlardı ama tuhaf bir şekilde kardeşi geldiğinden beri anne baba yatağında yatmak dahil pek çok şey onun için serbest olmuştu: salondaki masanın üzerinde duran badem şekeri ve bezelerden istediği kadar alabiliyor,her akşam makarna yiyebiliyor,oyuncaklarını istediği gibi dağıtabiliyordu.Annesinin istikrarı sürdürdüğü tek bir konu vardı: saat 9 da uyku ritüellerinin başlatılması..Çünkü mutlaka ertesi gün okulda olmalıydı.
Bi dakka!
Acaba Ayşe de okula gidiyor muydu, yoksa annesiyle bütün gün sarmaş dolaş beraberler miydi?
Neyse ki cevabı annesi verdi: İştar okula gittikten sonra annesi işe,Ayşe de bebek olduğu için eskiden gittiği okula gidiyorlar, o gelmeden kısa süre önce de herkes eve dönüp İştar'ın gelmesini bekliyordu.
Hafta sonları ise annesi hala onlara katılmıyor, baba kız kurstan kursa gidiyorlardı.
Evlerinde uzun zamandır görmedikleri bir misafir trafiği vardı,her gelen de İştar'a bir şeyler getiriyordu.Ablalık hediyesi diyorlardı.Sonra da içinde kek,poğaça ve börek olan tabaklar çıkıyordu ortaya. Hmm işte buna bayılıyordu!
Vay be, bu ablalık gerçekten harikaymış!
Bazen annesine çok ihtiyacı olduğunda,annesinin kardeşine süt vermesi gerekiyordu ve eskisi gibi kucağına oturtup, sarılıp öpemiyordu onu.Çok gücüne gidiyordu işte o an! Suratını asıp, bir koltuğa çöküyordu- ki annesi yanına gelsin.
Öyle de oluyordu her seferinde..
Abla olmak güzel bir şeydi ama anneyi paylaşmak??
Aslaa!!
22 Temmuz 2016 Cuma
18 Mart 2016 -İştar Abla Oldu !
Arka arkaya yaşadığım iki düşükten sonra hayal dahi etmediğim bir durumdu yeniden anne olmak. İştar'ım tek yumurta ile nasıl bir tüp bebek mucizesi ise, Ayşe'm de bir o kadar spontan gebelik mucizesi oldu bize.
9 ay geldi geçti, karnım büyüdü - hatta çoook büyüdü - ama sancım yine gelmedi. Mecburen suni sancıyla hastaneye yatış yapmayı planladık.
O sabah İştar için her zamanki gibiydi.Kalktı,giyindi,okula gitti.Yalnız bu defa değişiklik olarak annesi ve anneannesi de gelmişti."Bugün kardeşin gelecek, onu almaya hastaneye gidiyoruz" dediler, tamam dedi.Epeydir bekliyordu Ayse'yi..O da kızdı kendi gibi; eski odası artık onun odasıydı.Hatta eski tulumları yıkanıp ütülenmiş, Ayşe'nin dolabına konmuştu. Her şeyden öte, o artık "abla" olacaktı, harika bişiydi bu, henüz tam olarak nasıl bişi olduğunu bilmese de."Herhalde doğum günümdeki gibi bir şeydir" diye düşünüyordu.
Annesinin ona yatmadan önce okuduğu kitaplarda hep abla olan kız çocuklarından bahsediyorlardı. Kardeşlerinin de ismi Ayşe idi, tıpkı kendisininki gibi..
O gün okul bitimi servis İştar'ı anneannenin evine bıraktı ama anneanne yerine dedesi karşıladı onu."Anneannen hastanede,annenle birlikte" dedi.Merak etmişti, annesine bir şey mi olmuştu? Sonra hatırladı, kardeşini almaya gitmişlerdi sabah.
Dedesiyle hastaneye gittiler.Ama kardeşi daha gelmemişti, bekliyordu herkes. Babaannesi de oradaydı.
Koridorda annesini gördü.Üstünde garip uzun bir elbise vardı, koluna hortum gibi bir şeyler takılıydı ama hızlı adımlarla yürüyordu.Karnı hala şişti, demek ki kardeşi daha çıkmamıştı.Hasta mıydı acaba? Endişelendi birden, üzüldü.Ağlamaya başladı..Annesi koşarak sarıldı,öptü, "Bir şeyim yok İştar, korkma , kardeşini bekliyorum sadece.Biraz inatçı galiba" dedi.
Rahatladı,demek ki her şey yolundaydı.
Dedesiyle birlikte Mavibahçe'ye gittiler, kuzeni de oradaydı.Yemek yediler, oyun oynadılar.Babası da bir ara geldi ama sonra hastaneye annesinin yanına gitti. Kuzeni de evine döndü,uykusu gelmişti.Bir şeyler oluyordu, ama neydi anlayamadı. Hiç bir şey alıştığı gibi değildi, akşam evde annesiyle olması gerektiği saatte dedesiyleydi. Dişlerini fırçalayıp uyuması gereken saatte onu hastaneye getirmişlerdi.
Annesinin sesini duyuyordu içeriden." Ne işi var el kadar çocuğun hastanede,burada mı uyurmuş.Anne sen de git,yatın işte İştar'la evinizde, zaten 5 dakikalık yerdesiniz" diye bağırıyordu.Biraz kızgın gibiydi. Endişelendi.
Annemi istiyorum diye ağlamaya başladı. Değişmişti her şey..
Anneannesiyle dedesinin arabaya bindiler ve arka koltukta çook uykusu geldi, rüya görmeye başladı.
Sabah yatağında uyandı.Nasıl buraya gelmişti, anlamadı.Babası ve Sophia teyzesi ileydi.Babası ona kocaman sarıldı: "İştar kardeşin oldu, okuldan sonra onu görmeye gidicez tamam mı " dedi..
İnanamadı..Gelmişti Ayşe..Abla olmuştu nihayet!
Giysilerini giydi, okula gitti.
Sınfta bütün arkadaşları tebrik ettiler onu.Abla olduğu için öğretmeni ona kocaman bir taç yaptı: "Ben abla oldum " yazıyordu üstünde. Çok mutluydu..
Annesini merak etti.Okuldan sonra görmeye gideceksin,şimdi annen dinleniyor dedi öğretmeni
Akşamüstü babası geldi onu almaya.İlk defa babası geliyordu okula,bu aralar her şey bir değişikti zaten.
Hastaneye gittiler.
Oradaydı.Minicik bir yatakta yatıyordu..Küçücüktü, oyuncak bebekleri gibi.Annesi de oradaydı;üstünde normalde evde giymediği pembeli gecelikler vardı, başında da bir taç.Hemen fotoğraf çekildiler.
Ayşe gelirken bir sürü hediyeler getirmişti, en çok da pamuk şeker ve Elsa bebeklerini sevdi..
Kardeşi sürekli yatıyordu ve konuşmuyordu.Annesi bazen yanına gidiyordu. "Süt zamanı geldi kardeşinin" diyordu.
Evet hatırlamıştı - sütü bardaktan değil memeden içerdi bebekler.
Ne garipti her şey..Herkes neşeliydi, etraf kalabalıktı ve en güzel şey de herkes onu tebrik ediyordu.
Abla olmak harika bir şeydi galiba..
İştar'ın Anna'sı nihayet gelmişti ve şimdilik bu bebeği çok sevmişti..
.
9 ay geldi geçti, karnım büyüdü - hatta çoook büyüdü - ama sancım yine gelmedi. Mecburen suni sancıyla hastaneye yatış yapmayı planladık.
O sabah İştar için her zamanki gibiydi.Kalktı,giyindi,okula gitti.Yalnız bu defa değişiklik olarak annesi ve anneannesi de gelmişti."Bugün kardeşin gelecek, onu almaya hastaneye gidiyoruz" dediler, tamam dedi.Epeydir bekliyordu Ayse'yi..O da kızdı kendi gibi; eski odası artık onun odasıydı.Hatta eski tulumları yıkanıp ütülenmiş, Ayşe'nin dolabına konmuştu. Her şeyden öte, o artık "abla" olacaktı, harika bişiydi bu, henüz tam olarak nasıl bişi olduğunu bilmese de."Herhalde doğum günümdeki gibi bir şeydir" diye düşünüyordu.
Annesinin ona yatmadan önce okuduğu kitaplarda hep abla olan kız çocuklarından bahsediyorlardı. Kardeşlerinin de ismi Ayşe idi, tıpkı kendisininki gibi..
O gün okul bitimi servis İştar'ı anneannenin evine bıraktı ama anneanne yerine dedesi karşıladı onu."Anneannen hastanede,annenle birlikte" dedi.Merak etmişti, annesine bir şey mi olmuştu? Sonra hatırladı, kardeşini almaya gitmişlerdi sabah.
Dedesiyle hastaneye gittiler.Ama kardeşi daha gelmemişti, bekliyordu herkes. Babaannesi de oradaydı.
Koridorda annesini gördü.Üstünde garip uzun bir elbise vardı, koluna hortum gibi bir şeyler takılıydı ama hızlı adımlarla yürüyordu.Karnı hala şişti, demek ki kardeşi daha çıkmamıştı.Hasta mıydı acaba? Endişelendi birden, üzüldü.Ağlamaya başladı..Annesi koşarak sarıldı,öptü, "Bir şeyim yok İştar, korkma , kardeşini bekliyorum sadece.Biraz inatçı galiba" dedi.
Rahatladı,demek ki her şey yolundaydı.
Dedesiyle birlikte Mavibahçe'ye gittiler, kuzeni de oradaydı.Yemek yediler, oyun oynadılar.Babası da bir ara geldi ama sonra hastaneye annesinin yanına gitti. Kuzeni de evine döndü,uykusu gelmişti.Bir şeyler oluyordu, ama neydi anlayamadı. Hiç bir şey alıştığı gibi değildi, akşam evde annesiyle olması gerektiği saatte dedesiyleydi. Dişlerini fırçalayıp uyuması gereken saatte onu hastaneye getirmişlerdi.
Annesinin sesini duyuyordu içeriden." Ne işi var el kadar çocuğun hastanede,burada mı uyurmuş.Anne sen de git,yatın işte İştar'la evinizde, zaten 5 dakikalık yerdesiniz" diye bağırıyordu.Biraz kızgın gibiydi. Endişelendi.
Annemi istiyorum diye ağlamaya başladı. Değişmişti her şey..
Anneannesiyle dedesinin arabaya bindiler ve arka koltukta çook uykusu geldi, rüya görmeye başladı.
Sabah yatağında uyandı.Nasıl buraya gelmişti, anlamadı.Babası ve Sophia teyzesi ileydi.Babası ona kocaman sarıldı: "İştar kardeşin oldu, okuldan sonra onu görmeye gidicez tamam mı " dedi..
İnanamadı..Gelmişti Ayşe..Abla olmuştu nihayet!
Giysilerini giydi, okula gitti.
Sınfta bütün arkadaşları tebrik ettiler onu.Abla olduğu için öğretmeni ona kocaman bir taç yaptı: "Ben abla oldum " yazıyordu üstünde. Çok mutluydu..
Annesini merak etti.Okuldan sonra görmeye gideceksin,şimdi annen dinleniyor dedi öğretmeni
Akşamüstü babası geldi onu almaya.İlk defa babası geliyordu okula,bu aralar her şey bir değişikti zaten.
Hastaneye gittiler.
Oradaydı.Minicik bir yatakta yatıyordu..Küçücüktü, oyuncak bebekleri gibi.Annesi de oradaydı;üstünde normalde evde giymediği pembeli gecelikler vardı, başında da bir taç.Hemen fotoğraf çekildiler.
Ayşe gelirken bir sürü hediyeler getirmişti, en çok da pamuk şeker ve Elsa bebeklerini sevdi..
Kardeşi sürekli yatıyordu ve konuşmuyordu.Annesi bazen yanına gidiyordu. "Süt zamanı geldi kardeşinin" diyordu.
Evet hatırlamıştı - sütü bardaktan değil memeden içerdi bebekler.
Ne garipti her şey..Herkes neşeliydi, etraf kalabalıktı ve en güzel şey de herkes onu tebrik ediyordu.
Abla olmak harika bir şeydi galiba..
İştar'ın Anna'sı nihayet gelmişti ve şimdilik bu bebeği çok sevmişti..
.
19 Temmuz 2016 Salı
Aslında Annemin Karnı Çok Yediği İçin Şişmemiş
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ocak-Haziran 2016
Bütün pedagoji kaynakları yazar : çocuklarda zaman kavramı olmadığı için karnınız iyice belirginleşmeden büyük çocuğunuza kardeşi olacağını söylemeyin der.Ben zaten kendi aileme bile hamile olduğumu 13. haftada söylediğim için bu konuda hiç de aceleci davranmadım davranmasına da annem daha öğrenir öğrenmez haberi patlatmış İştar'a, hem de eldeki hamile Barbie bebeklerle uygulamalı olarak!
İştar henüz iki yaşındayken benim evde kardeşim var deyip dururdu. Adı ne derdik,Ayşe derdi. Cinsiyetini öğrenir öğrenmez ismine karar vermemiz bu yüzden çok zor olmadı.
İştar tüm hamilelik sürecimi inanılmaz bir şevkle karşıladı, her gün karnımı okşadı; Ayşe'ye masallar okudu; küçülen donunu bile Ayşe'ye ayırdı..
Bu süreci inanılmaz gözlerle izlerken yine de el altından Ceren Abla Oluyor, Kardeşim ve Ben tarzı kitapları yatmadan önce mutlaka okuduk ki durumu normalleştirelim ve olası krizleri şimdiden önleyelim.
Tabi bu arada karnım inanılmaz bir hızla büyümeye devam etti, ve bir süre sonra sağıma soluma dönmekte, mobilitede sıkıntı çekmeye başladım. Koşamamaya , yere düşen şeyleri hemen alamamaya başladım,en kötüsü de İştar'ı kucağıma hamile olduğumu öğrendiğim ilk günden beri almadım, İştar'a en çok koyan da bu oldu.
Ayşe doğduktan sonra da ilk sorduğu soru: anne sen artık beni kucaklayabilir misin oldu zaten..
Hamileliğimin son 1 ayından itibaren hafta sonu aktivitelerine babası getirip götürdü İştar'ı..Esasen İştar'la baba kız en güçlü bonding dönemini yaşadılar bu süreçte, ben de rahat ettim biraz..
İştar'la uykuya geçiş sürecimiz düne kadar yanına yatıp o uyuyana kadar beklemek, İştar'ın minicik yatağında uyuyakalmak, gece 12 gibi ulen neresi burası diye uyanıp, ağrıyan boyun, uyuşmuş kolla kendi yatağına yollanmak demekti.
Hamilelikle gelen silkilenmelerden biri de bu durum oldu. İştar'ın okulu kapanıp da yazlık moduna geçene kadar, uyku ritüelimiz şu şekilde vuku buldu:
09:00- uyku borusu öter, çeşitli numaralarda odaya gidiş
09:15- pijama giymece,o akşam okunacak kitabın seçimi
09:30 - kitabın okunması, İştar'ın tekrar kitabı başa sarıp,her sayfadaki resimle ilgili " burda ne oldu" demesi
09:45 - cinnet geçirme seviyesine geliş, kitabı nihayet kapatış
10:00- çiş -kaka, diş fırçalama ve bilumum hijyen faaliyetinden sonra nihayet yatağa yatış, iyi geceler öpücüğü
10:15 - İştar uykuya dalana kadar sandalye tepesinde beklemece, beklerken ipad-iphone takılmaca
( yaw geriden yazıyorum ya, şimdi düşündüm..Her gece onedio.com ve yemek.com'a baktım tam 7 ay boyunca..Vay be rutine bak, monotonluğa gel..)
Görüleceği gibi 1 saatten fazla sürüyor İştar'ın uykuya geçişi..Hadi yatma saati geldi lafı ne kadar erken söylenirse, netice o kadar erken saatte alınıyor, bu da gerçek..Bi ara erken uyutma işini çok güzel becerdim, İskandinav rutinine soktum çocuğu- ta ki babanın olduğu akşamlarda uyutma görevi babada olana kadar..
Ocak-Haziran 2016
Bütün pedagoji kaynakları yazar : çocuklarda zaman kavramı olmadığı için karnınız iyice belirginleşmeden büyük çocuğunuza kardeşi olacağını söylemeyin der.Ben zaten kendi aileme bile hamile olduğumu 13. haftada söylediğim için bu konuda hiç de aceleci davranmadım davranmasına da annem daha öğrenir öğrenmez haberi patlatmış İştar'a, hem de eldeki hamile Barbie bebeklerle uygulamalı olarak!
İştar henüz iki yaşındayken benim evde kardeşim var deyip dururdu. Adı ne derdik,Ayşe derdi. Cinsiyetini öğrenir öğrenmez ismine karar vermemiz bu yüzden çok zor olmadı.
İştar tüm hamilelik sürecimi inanılmaz bir şevkle karşıladı, her gün karnımı okşadı; Ayşe'ye masallar okudu; küçülen donunu bile Ayşe'ye ayırdı..
Bu süreci inanılmaz gözlerle izlerken yine de el altından Ceren Abla Oluyor, Kardeşim ve Ben tarzı kitapları yatmadan önce mutlaka okuduk ki durumu normalleştirelim ve olası krizleri şimdiden önleyelim.
Tabi bu arada karnım inanılmaz bir hızla büyümeye devam etti, ve bir süre sonra sağıma soluma dönmekte, mobilitede sıkıntı çekmeye başladım. Koşamamaya , yere düşen şeyleri hemen alamamaya başladım,en kötüsü de İştar'ı kucağıma hamile olduğumu öğrendiğim ilk günden beri almadım, İştar'a en çok koyan da bu oldu.
Ayşe doğduktan sonra da ilk sorduğu soru: anne sen artık beni kucaklayabilir misin oldu zaten..
Hamileliğimin son 1 ayından itibaren hafta sonu aktivitelerine babası getirip götürdü İştar'ı..Esasen İştar'la baba kız en güçlü bonding dönemini yaşadılar bu süreçte, ben de rahat ettim biraz..
İştar'la uykuya geçiş sürecimiz düne kadar yanına yatıp o uyuyana kadar beklemek, İştar'ın minicik yatağında uyuyakalmak, gece 12 gibi ulen neresi burası diye uyanıp, ağrıyan boyun, uyuşmuş kolla kendi yatağına yollanmak demekti.
Hamilelikle gelen silkilenmelerden biri de bu durum oldu. İştar'ın okulu kapanıp da yazlık moduna geçene kadar, uyku ritüelimiz şu şekilde vuku buldu:
09:00- uyku borusu öter, çeşitli numaralarda odaya gidiş
09:15- pijama giymece,o akşam okunacak kitabın seçimi
09:30 - kitabın okunması, İştar'ın tekrar kitabı başa sarıp,her sayfadaki resimle ilgili " burda ne oldu" demesi
09:45 - cinnet geçirme seviyesine geliş, kitabı nihayet kapatış
10:00- çiş -kaka, diş fırçalama ve bilumum hijyen faaliyetinden sonra nihayet yatağa yatış, iyi geceler öpücüğü
10:15 - İştar uykuya dalana kadar sandalye tepesinde beklemece, beklerken ipad-iphone takılmaca
( yaw geriden yazıyorum ya, şimdi düşündüm..Her gece onedio.com ve yemek.com'a baktım tam 7 ay boyunca..Vay be rutine bak, monotonluğa gel..)
Görüleceği gibi 1 saatten fazla sürüyor İştar'ın uykuya geçişi..Hadi yatma saati geldi lafı ne kadar erken söylenirse, netice o kadar erken saatte alınıyor, bu da gerçek..Bi ara erken uyutma işini çok güzel becerdim, İskandinav rutinine soktum çocuğu- ta ki babanın olduğu akşamlarda uyutma görevi babada olana kadar..
Çocuk Şarkısı Öğrenmek İçin Ayda 325 TL Vermek : Müzik Kursu
Ekim -Şubat 2015*
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ekim ayıyla birlikte İştar kızımın hayatında resmen yeni bir sayfa açıldı.
Yeni bir okul, yeni hafta sonu rutinleri ve ajandası tamamen dolu bir İştar..
Hafta içi sabah en geç 9:15 okuldayız,babamız dedeyle birlikte bırakıyor.Akşam 6'ya doğru servisle geri geliyoruz, oradan doğruca parka..
Hafta sonu sabah 10'da cimnastikteyiz, 11:30 kıyafet değişimi, 12:30 müzik kursu..Ders yarım saat suruyor ama indisi bindisi , ders sonrası oyunu derken eve dönüşümüz 3'ü buluyor.
Hamileyim ve çocuğumu her hafta sonu eğlendirecek aktivite olanağım sınırlı..Bu şekilde en azından İştar'ı fazla TV önünde tutmadan , kurs dönüşü bir şeyler ekleyerek haftayı kapatıyorum. Bu süreçte eksik kaldığımız tek şey pazar günü için ailecek kahvaltı planı yapamamak oluyor; eh o kadar da olsun zaten.
Ama ya müzik kursu?Mutlaka bir büyükle girilen sınıfta çocuklara yarım saat boyunca" baltalar elimizde , uzun ip belimizde" tarzı şarkılar öğretilirken bi 3 dakika kadar odaya canlı canlı gitarist, piyanist yada bir soprano sokularak bu kursa her ay 325 tl ödeyen velilerin kafalarındaki endişe bulutları giderilmeye çalışılıyor.Hatta arada sırada bu müzik okulunda halihazırda öğrenciliğe devam eden çocuklar 1-2 dakikalık gitar-keman dinletileri sununca hepimizin yüzü gevşiyor,ileride kendi çocuğumuzun resitalini hayal edip huzur buluyoruz.
Aylar boyu bu tempo devam ediyor, ama İştar halinden memnun, o mutlu olunca ben de mutluyum.Cimnastikte de, müzik kursunda da İştar'ın arkadaşlıkları henüz yüzeysel ama yine de bu rutine alışıyor İştar ve keyif alıyor.
Derken zamanla şunu fark ediyorum: müzik kursunda dön dolaş aynı şarkıları öğreniyorlar ve şarkılarla birlikte yapılan hareketler 2 yaş oyun grubu seviyesinde. İştar tüm hareketleri anında öğrenen, kursta öğretilmeye çalışılan tüm müzik bilgisini (ki ince-kalın ses, yavaş-hareketli şarkı gibi son derece karmaşık (!) teoremleri içeriyor) içselleştiren çocuklar arasında. Bir grup çocuk ise daha okul ortamından bihaber olduğu için öğrenmekten ziyade duruma ayak uydurmaya çalışıyor.
Dön dolaş tekrar ettiğimiz repertuarın sene sonundaki gösteride kullanılacağı için böyle sık tekrar edildiğini duyuyoruz.Ha tamam diyoruz,o zaman mantıklı. Ve son 2 ay derste sadece aynı şarkılar söyleniyor, yine ses çıkarmıyoruz, ne de olsa practice makes perfect.
Haziran'da olacak yıl sonu gösterimiz deniyor, tamam diyoruz.
Mayıs sonu kurs kapanıyor, sene sonu gösterisinden hiç bahsetmiyor ünlümsü öğretmenimiz.
Soruyorum- SMS gelecek diyorlar.
Haziran ortası oluyor, aklıma geliyor
Telefon ediyorum
Bu sene küçükler sahneye çıkmayacak diyorlar!
Ve şimdi kurs bitti, Ekim'de açılacak, bir üst sınıftan devam edecek.Koca yıl bu çocuğu anaokulu şarkıları öğrensin diye mi taşıyıp durdum,onu düşünüyorum. Ve seneye yine 1 yıl taşımanın sonunda acaba ne olacak, merak ediyorum..
Ve de her cumartesi 15 tl otopark parası verecek miyim yine..
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ekim ayıyla birlikte İştar kızımın hayatında resmen yeni bir sayfa açıldı.
Yeni bir okul, yeni hafta sonu rutinleri ve ajandası tamamen dolu bir İştar..
Hafta içi sabah en geç 9:15 okuldayız,babamız dedeyle birlikte bırakıyor.Akşam 6'ya doğru servisle geri geliyoruz, oradan doğruca parka..
Hafta sonu sabah 10'da cimnastikteyiz, 11:30 kıyafet değişimi, 12:30 müzik kursu..Ders yarım saat suruyor ama indisi bindisi , ders sonrası oyunu derken eve dönüşümüz 3'ü buluyor.
Hamileyim ve çocuğumu her hafta sonu eğlendirecek aktivite olanağım sınırlı..Bu şekilde en azından İştar'ı fazla TV önünde tutmadan , kurs dönüşü bir şeyler ekleyerek haftayı kapatıyorum. Bu süreçte eksik kaldığımız tek şey pazar günü için ailecek kahvaltı planı yapamamak oluyor; eh o kadar da olsun zaten.
Ama ya müzik kursu?Mutlaka bir büyükle girilen sınıfta çocuklara yarım saat boyunca" baltalar elimizde , uzun ip belimizde" tarzı şarkılar öğretilirken bi 3 dakika kadar odaya canlı canlı gitarist, piyanist yada bir soprano sokularak bu kursa her ay 325 tl ödeyen velilerin kafalarındaki endişe bulutları giderilmeye çalışılıyor.Hatta arada sırada bu müzik okulunda halihazırda öğrenciliğe devam eden çocuklar 1-2 dakikalık gitar-keman dinletileri sununca hepimizin yüzü gevşiyor,ileride kendi çocuğumuzun resitalini hayal edip huzur buluyoruz.
Aylar boyu bu tempo devam ediyor, ama İştar halinden memnun, o mutlu olunca ben de mutluyum.Cimnastikte de, müzik kursunda da İştar'ın arkadaşlıkları henüz yüzeysel ama yine de bu rutine alışıyor İştar ve keyif alıyor.
Derken zamanla şunu fark ediyorum: müzik kursunda dön dolaş aynı şarkıları öğreniyorlar ve şarkılarla birlikte yapılan hareketler 2 yaş oyun grubu seviyesinde. İştar tüm hareketleri anında öğrenen, kursta öğretilmeye çalışılan tüm müzik bilgisini (ki ince-kalın ses, yavaş-hareketli şarkı gibi son derece karmaşık (!) teoremleri içeriyor) içselleştiren çocuklar arasında. Bir grup çocuk ise daha okul ortamından bihaber olduğu için öğrenmekten ziyade duruma ayak uydurmaya çalışıyor.
Dön dolaş tekrar ettiğimiz repertuarın sene sonundaki gösteride kullanılacağı için böyle sık tekrar edildiğini duyuyoruz.Ha tamam diyoruz,o zaman mantıklı. Ve son 2 ay derste sadece aynı şarkılar söyleniyor, yine ses çıkarmıyoruz, ne de olsa practice makes perfect.
Haziran'da olacak yıl sonu gösterimiz deniyor, tamam diyoruz.
Mayıs sonu kurs kapanıyor, sene sonu gösterisinden hiç bahsetmiyor ünlümsü öğretmenimiz.
Soruyorum- SMS gelecek diyorlar.
Haziran ortası oluyor, aklıma geliyor
Telefon ediyorum
Bu sene küçükler sahneye çıkmayacak diyorlar!
Ve şimdi kurs bitti, Ekim'de açılacak, bir üst sınıftan devam edecek.Koca yıl bu çocuğu anaokulu şarkıları öğrensin diye mi taşıyıp durdum,onu düşünüyorum. Ve seneye yine 1 yıl taşımanın sonunda acaba ne olacak, merak ediyorum..
Ve de her cumartesi 15 tl otopark parası verecek miyim yine..
17 Haziran 2016 Cuma
Getir -Bekle-Götür: Kurs Anneleri
Ekim 2015*
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ot gibi büyümüş bi nesiliz biz.Çoğumuzun herhangi bir hobisi yok:büyüdük, okuduk, işlere girdik, çoluk çocuğa karıştık ve rutin iş-ev dışındaki vakitlerimizi evde yada dışarıda mutlaka ama mutlaka içinde yemek /içmek olan aktivitelerle geçiriyoruz yada oraya buraya seyahat ediyoruz-hoş gerçi orada da vaktimizi yine yiyip içerek geçiriyoruz..
İşte bundandır ki, bizim neslin veletleri hafta içi okula, hafta sonu kurslara giderler.Yaş grubuna göre, ilk dönemlerde bu kurslar annelerin eser miktarda hırslandığı, genellikle çocuğun eğlenmesine ve hobi edinmesine yönelik masum aktivitelerdir, çocuk büyüdükçe anne hırsı psikopatlık seviyesine gelir, kurslar da tamamen ders ve sınavlara yönelik olur..İşte bu kurslar sayesindedir ki anneler hep hayalini kurdukları, egolarını tatmin edebilecekleri mükemmel evlat profiline biraz olsun yaklaşırlar: mahallenin obezinin kızı gün gelmiş bale kursunda poposunda tütüsüyle fink atmakta; okulun en ezik oğlanının oğlu karate kursunda siyah kuşağa koşmaktadır.
Büyük yaş çocuklarına hitap eden kurslar konusunda bir şey diyemeyeceğim ama maksimum 6 yaşa kadar olan grupta, bir çocuk hafta içi okula gittiği halde hafta sonları da ayrıca kursa gidiyorsa aşağıdaki subliminal ajandalar da mutlaka mevcuttur :
a) Anne baba hafta içi çocuğunu nasıl eyleyeceğini bilemediğinden, en azından 2 saat bu şekilde oyalama yöntemini seçmiştir
b) Belli bir elit grubun çocukları xyz kursuna gittiğinden, kendi çocuğunu da bu ortamlara sokarak kendini elit hissetmek istemektedir
c) Kurstaki veledi beklerken diğer velilerle kapı önü sosyalleşmesi ve yeni tanışıklıklar güzel gelmektedir
d) Anne hamiledir ve doğacak bebeğiyle daha fazla sakin vakit geçirebilmek ve olası kıskançlık krizlerini engellemek için büyük çocuğun hafta sonlarını doldurmaya çalışmaktadır.
Yani son şık bizdeki durum. Ekim 2015 itibariyle İştar tam bir kurs kuşu oldu- cumartesi en geç 9:30 kalk borumuz ötüyor; sonra ver elini evin arka sokağındaki cimnastik kursu; oradan da atla arabaya Alsancak'ta bir müzik kursu..Cimnastik kursu yaşadığımız semtin içinde bulunan bir ilkokulun binasında, normalde kapalı bir basketbol sahası olarak düşünülmüş bir yere açılmış.
Maalesef gördüğüm diğer devlet okulları gibi bu da ziyadesiyle pis, estetikten ve kaliteden nasibini almamış bir okul. Tuvaletlerin de leş gibi olması üstüne tuz biber. İşin ilginç tarafı bu okul da , daha önce tuvaletini kullandığım diğer okul da İzmir'in iyi semtlerinde konuşlanmış, bir tanesinin deli gibi otopark geliri olan, diğeri de veli başına en az 3-5 bin tl bağış toplayan bir okul. Nasıl oluyor da bu halde olabiliyor aklım almıyor doğrusu.
Cimnastik kursu da hali ve kullanılan materyel bazında okulun hijyen çizgisini tamamlıyor.Yerler toz içinde, etraf mikrop kaynıyor ama içeri galoşsuz alınmıyoruz, çay filan da içmek yasak.
İştar daha ilk seferden ortama hemen uyum sağlıyor, bir de en küçük grup oldukları için öğretmenleri de çok üzerlerine gitmiyor zaten; dersin hem başında hem sonunda mutlaka bir trambolinde zıplatıyor çocukları.Okulda edindiği alışkanlıktan dolayı komut alma, sıraya girme, tren yapma vs mevzularına hakim İştar. Otoritenin kim olduğunu biliyor ve öğretmenin sözünden pek çıkmıyor.
İştar bu kurs olayından memnun olmakla birlikte, benim totom hiç ama hiç mutlu değil! 1,5 saat boyunca veliler tahta merdivenlere dizilip çocuklarını izliyorlar.Yaşlar büyüdükçe azalan sıklıklarda çiş yada su için yanımıza geliniyor.
Derslerden mutlu ayrılıyor İştar, sabahları da hevesli gidiyor genellikle.
Cimnastik kursundan sonra istikamet Alsancak.
Burada tarihin en burnundan kıl aldırmaz müzik okulu bulunmakta.
Ocak 2015'te öylesine bir aramıştım burayı.Meşhur diye, merakımdan. Kızım 2,5 yaşında, varsa bir kursunuz yazdırayım mı demiştim. Telefondaki bayan ezen bir sesle cevap vermişti:" Aaa hanımefendi delirdiniz heralde siz?Bizim okulumuz bir yıllık eğitim-öğretim dönemi kaydı alır ve en az 1 sene önceden başvurulması gerekiyor"
"Nasıl yani, nasıl" diye sardırmışken, kurstaki bayan bana kursa yazılmak için sırada bekleyen çocukların artık sakallarının çıktığından, taa uzak şehirlerden uçakla her cumartesi bu kursa gelmeye razı velilerin varlığından söz etti.
" Hıı dedim..Tamam o zaman yazın benim kızı madem şimdiden?"
"Tabi, şu an 2015-2016 eğitim yılı için kızınızı aday listesine yazıyorum, eğer kaydı olacak gibiyse Eylül'de sizinle iletişime geçeriz"
"???? !!!"
Ve sonra hiç olmayacak bir şey gerçekleşti. Telefondaki bayan İştar'ın bilgilerini aldıktan sonra benim işimi,eşimin işini sordu! Allahtan aylık geliriniz ne demedi!
Bütün yazımı bu gizemli kursun gıybetini yaparak geçirdim, hatta kendini bu gizeme kaptırmış ve heyecanla kursun sekreterinin onları günü geldiğinde arayacağını ümit eden hevesli velilerle tanıştım. Dükkan sahibi bir tanesine işletmenin kendisine ait olup olmadığı bile sorulmuş!Allahtan kaç m2 diye sormadılar diye seviniyorlardı.
Ve Eylül geldi çattı
Ne arayan var ne soran.
Ben aradım.
Ekim ayında aranacaksınız dendi.
Ekimin ortası oldu. Bir daha aradım. (Bu arada herkes arıyordu psikopat gibi)
Bayramdan sonra ,eğer kızınız seçildiyse biz size dönücez dediler.
Ve gerçekten de bayram dönüşü telefonum sihirli bir şekilde çaldı..
"Ben Menekşe".. dedi telefondaki bayan
Allahım en son bu duyguyu 2002 yılında gittiğim iş görüşmesinden 2 hafta sonra Unilever İnsan Kaynakları'ndan arandığımda yaşamıştım.
Kabul edilmiştik.Girmiştik, kazanmıştık.
Bizi yeterince elit bulmuşlardı!!
Şanslıydık çünkü son çocuk olarak kayıt yapılabilmişti
Son çocuk..Vay bee!!!
Ama kursun parasını hemen istiyorlardı, öyle çalışıyorlardı
Olsundu, bana koymazdı..Ocak 2015'ten beri bunu bekliyordum
Hayaldi, gerçek olmuştu!
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ot gibi büyümüş bi nesiliz biz.Çoğumuzun herhangi bir hobisi yok:büyüdük, okuduk, işlere girdik, çoluk çocuğa karıştık ve rutin iş-ev dışındaki vakitlerimizi evde yada dışarıda mutlaka ama mutlaka içinde yemek /içmek olan aktivitelerle geçiriyoruz yada oraya buraya seyahat ediyoruz-hoş gerçi orada da vaktimizi yine yiyip içerek geçiriyoruz..
İşte bundandır ki, bizim neslin veletleri hafta içi okula, hafta sonu kurslara giderler.Yaş grubuna göre, ilk dönemlerde bu kurslar annelerin eser miktarda hırslandığı, genellikle çocuğun eğlenmesine ve hobi edinmesine yönelik masum aktivitelerdir, çocuk büyüdükçe anne hırsı psikopatlık seviyesine gelir, kurslar da tamamen ders ve sınavlara yönelik olur..İşte bu kurslar sayesindedir ki anneler hep hayalini kurdukları, egolarını tatmin edebilecekleri mükemmel evlat profiline biraz olsun yaklaşırlar: mahallenin obezinin kızı gün gelmiş bale kursunda poposunda tütüsüyle fink atmakta; okulun en ezik oğlanının oğlu karate kursunda siyah kuşağa koşmaktadır.
Büyük yaş çocuklarına hitap eden kurslar konusunda bir şey diyemeyeceğim ama maksimum 6 yaşa kadar olan grupta, bir çocuk hafta içi okula gittiği halde hafta sonları da ayrıca kursa gidiyorsa aşağıdaki subliminal ajandalar da mutlaka mevcuttur :
a) Anne baba hafta içi çocuğunu nasıl eyleyeceğini bilemediğinden, en azından 2 saat bu şekilde oyalama yöntemini seçmiştir
b) Belli bir elit grubun çocukları xyz kursuna gittiğinden, kendi çocuğunu da bu ortamlara sokarak kendini elit hissetmek istemektedir
c) Kurstaki veledi beklerken diğer velilerle kapı önü sosyalleşmesi ve yeni tanışıklıklar güzel gelmektedir
d) Anne hamiledir ve doğacak bebeğiyle daha fazla sakin vakit geçirebilmek ve olası kıskançlık krizlerini engellemek için büyük çocuğun hafta sonlarını doldurmaya çalışmaktadır.
Yani son şık bizdeki durum. Ekim 2015 itibariyle İştar tam bir kurs kuşu oldu- cumartesi en geç 9:30 kalk borumuz ötüyor; sonra ver elini evin arka sokağındaki cimnastik kursu; oradan da atla arabaya Alsancak'ta bir müzik kursu..Cimnastik kursu yaşadığımız semtin içinde bulunan bir ilkokulun binasında, normalde kapalı bir basketbol sahası olarak düşünülmüş bir yere açılmış.
Maalesef gördüğüm diğer devlet okulları gibi bu da ziyadesiyle pis, estetikten ve kaliteden nasibini almamış bir okul. Tuvaletlerin de leş gibi olması üstüne tuz biber. İşin ilginç tarafı bu okul da , daha önce tuvaletini kullandığım diğer okul da İzmir'in iyi semtlerinde konuşlanmış, bir tanesinin deli gibi otopark geliri olan, diğeri de veli başına en az 3-5 bin tl bağış toplayan bir okul. Nasıl oluyor da bu halde olabiliyor aklım almıyor doğrusu.
Cimnastik kursu da hali ve kullanılan materyel bazında okulun hijyen çizgisini tamamlıyor.Yerler toz içinde, etraf mikrop kaynıyor ama içeri galoşsuz alınmıyoruz, çay filan da içmek yasak.
İştar daha ilk seferden ortama hemen uyum sağlıyor, bir de en küçük grup oldukları için öğretmenleri de çok üzerlerine gitmiyor zaten; dersin hem başında hem sonunda mutlaka bir trambolinde zıplatıyor çocukları.Okulda edindiği alışkanlıktan dolayı komut alma, sıraya girme, tren yapma vs mevzularına hakim İştar. Otoritenin kim olduğunu biliyor ve öğretmenin sözünden pek çıkmıyor.
İştar bu kurs olayından memnun olmakla birlikte, benim totom hiç ama hiç mutlu değil! 1,5 saat boyunca veliler tahta merdivenlere dizilip çocuklarını izliyorlar.Yaşlar büyüdükçe azalan sıklıklarda çiş yada su için yanımıza geliniyor.
Derslerden mutlu ayrılıyor İştar, sabahları da hevesli gidiyor genellikle.
Cimnastik kursundan sonra istikamet Alsancak.
Burada tarihin en burnundan kıl aldırmaz müzik okulu bulunmakta.
Ocak 2015'te öylesine bir aramıştım burayı.Meşhur diye, merakımdan. Kızım 2,5 yaşında, varsa bir kursunuz yazdırayım mı demiştim. Telefondaki bayan ezen bir sesle cevap vermişti:" Aaa hanımefendi delirdiniz heralde siz?Bizim okulumuz bir yıllık eğitim-öğretim dönemi kaydı alır ve en az 1 sene önceden başvurulması gerekiyor"
"Nasıl yani, nasıl" diye sardırmışken, kurstaki bayan bana kursa yazılmak için sırada bekleyen çocukların artık sakallarının çıktığından, taa uzak şehirlerden uçakla her cumartesi bu kursa gelmeye razı velilerin varlığından söz etti.
" Hıı dedim..Tamam o zaman yazın benim kızı madem şimdiden?"
"Tabi, şu an 2015-2016 eğitim yılı için kızınızı aday listesine yazıyorum, eğer kaydı olacak gibiyse Eylül'de sizinle iletişime geçeriz"
"???? !!!"
Ve sonra hiç olmayacak bir şey gerçekleşti. Telefondaki bayan İştar'ın bilgilerini aldıktan sonra benim işimi,eşimin işini sordu! Allahtan aylık geliriniz ne demedi!
Bütün yazımı bu gizemli kursun gıybetini yaparak geçirdim, hatta kendini bu gizeme kaptırmış ve heyecanla kursun sekreterinin onları günü geldiğinde arayacağını ümit eden hevesli velilerle tanıştım. Dükkan sahibi bir tanesine işletmenin kendisine ait olup olmadığı bile sorulmuş!Allahtan kaç m2 diye sormadılar diye seviniyorlardı.
Ve Eylül geldi çattı
Ne arayan var ne soran.
Ben aradım.
Ekim ayında aranacaksınız dendi.
Ekimin ortası oldu. Bir daha aradım. (Bu arada herkes arıyordu psikopat gibi)
Bayramdan sonra ,eğer kızınız seçildiyse biz size dönücez dediler.
Ve gerçekten de bayram dönüşü telefonum sihirli bir şekilde çaldı..
"Ben Menekşe".. dedi telefondaki bayan
Allahım en son bu duyguyu 2002 yılında gittiğim iş görüşmesinden 2 hafta sonra Unilever İnsan Kaynakları'ndan arandığımda yaşamıştım.
Kabul edilmiştik.Girmiştik, kazanmıştık.
Bizi yeterince elit bulmuşlardı!!
Şanslıydık çünkü son çocuk olarak kayıt yapılabilmişti
Son çocuk..Vay bee!!!
Ama kursun parasını hemen istiyorlardı, öyle çalışıyorlardı
Olsundu, bana koymazdı..Ocak 2015'ten beri bunu bekliyordum
Hayaldi, gerçek olmuştu!
7 Haziran 2016 Salı
Yeni Okul - Yeni Hayat
Eylül 2015
İştar'ın deyim yerindeyse
edepsizliklerinden, sınır tanımaz davranışlarından öyle bir yılmıştım ki, 25
aylıkken kulağından tutup en yakınımdaki anaokuluna yazdırmıştım, iyi ki de
yapmışım.
Eve/ işe yakın iyi bir anaokuluna günde 2
saatliğine bile olsa çocuğunuzu göndermek ona verebileceğiniz en iyi hediye. 3
yaşına yaklaşan çocuğu için " Kıyamıyorum anaokuluna
göndermeye" diyen anneleri cidden anlamıyorum. Ne demek kıyamamak? Okulda
çocukları Pink Floyd-The Wall 'un video klibindeki gibi kıyma makinesine
sokmuyorlar ki.Bırak çocuk senden ve diğer aile büyüklerinden başkasıyla da
sosyalleşsin,yeni kavramları, yeni oyunları bu işin profesyonellerinden
öğrensin. Yeni ortamlara uyum sağlama becerisi edinmek kadar güzel bir şey var
mı?
Ha, ben bilmem kaç paraya haftanın 5 günü
07:30- 19:30 arası gelecek bakıcı tuttum; bi de üstüne bilmem kaç bin
okul parası vermem, hem bakıcı napıcak o zaman dersen işte ben de sana o
noktada başka bir masrafından kıs, yine de okula gönder derim.
Hastalık? Elbette olacak,İştar gibi normal
doğumla doğmuş anne sütü almış, kuvvetli bir çocuk bile neredeyse her ay 1-2
gün minik minik hastalandı, nolmuş?Çocuk bu,illaki hastalanacak, nereye kadar
koruyabilirsin ki? 5 yaşına kadar çocuğunu okula göndermeyip evde
sosyalleştiren (!) bir arkadaşımın kızı yasa gereği mecburen gittiği okul
öncesi eğitim kurumunda direkt zatürre oldu!Mikroplarla ilk defa tanıştı
zavallı çocuk..
Velhasılı kelam okul her anlamda benim her
daim kurtarıcım oldu.
Eylülün ikinci haftası henüz 3 yaşına
basmış İştar kızım 3. anaokuluna başladı. Yaz başlamadan sağa solu iyice bir
araştırdıktan sonra Karşıyaka -Mavişehir hattında fiziksel şartlarının ve
bahçesinin en iyi olduğunu düşündüğüm çok şubeli,kurumsal bir okula kayıt
yaptırmıştım.Google aramalarında bloglar üst sıralarda çıkıyor, o yüzden isim
vermiyeyim de rahat rahat okulun gıybetini yapayım :)
Bir hevesle verdiğim okul daha ilk günden
fiyasko çıktı! Bir kere çok geç açıldı ve " çocuğunuza özel zaman
ayırıyoruz" ayağına İştar'ı ilk hafta günde sadece 2 saatliğine okula
aldılar,yetmez gibi beni de ilk 3 gün okulun bahçesinde ağaç
ettiler.Hamilelikle beraber açısı genişlemiş totomu çocuk sandalyelerine zar
zor sığdırdığıma mı yanayım yoksa bukalemun gibi her ortama uyum sağlayan
İştar' ın direkt okul bahçesinin tüm detaylarına hakim olup kum havuzunda
eğlendiğini görüp, öğretmeninin aslında hiç de özel zaman filan ayırmadığına
mı.
Halbuki okulun psikoloğu ve sınıf
öğretmeniyle ilk görüşmede söylemiştim; yahu benim bu kız okul ortamının
kaşarı, valla dikkat edin de diğer çocukları örgütleyip tuvalette sigara
zulalamasın.
Dediğime kulak vermediler, benim kızı okul
kapısında ağlayan taze öğrencilerle aynı muameleye tabi tuttular.
Ve ilk 2 haftanın sonunda okuldan
beklediğim telefon geldi:" İştar sınıf arkadaşlarına vuruyor, acil
görüşmeye gelin"!
Yolda giderken kafamda deli sorular,
ya okuldan atılırsak endişeleri..Ee öbür okuldan da benzer feedbackler
alıyorduk ama umursamıyorduk, ne de olsa orası mahalle anaokuluydu. Burası anlı
şanlı pek kurumsal, burnundan kıl aldırmayan okul,Haziran dedin mi kayıtları
dolan okul, boru mu!
Görüşmede yine klasik melek anne pozumu
takındım- e hamileyim ya, ne olur nolmaz lafı ikide bir oraya getirdim tabi.
Anlatılana göre İştar okulda epey cozutukmuş, arkadaşlarını ittirmeler,
ısırmalar, tekme tokat gırla. Valla çocuk ne yapsa yeri, bütün yazını bilmediği
bir okulda yeni tanıştığı çocuklarla geçirdiği yetmez gibi, tam oraya
alışacakken, tutup başka bir okulda buldu kendini.Yan bakana pata küte dalıyor
belli ki..
Neyse okuldan atılmadı bizimki, ben de
" aa öyle mi, he he yaw " filan yaptım; " size durum bildirgesi
yapıyoruz yanlış anlamayın" falan filan dediler, neticede oldu iyi günler
diyip çıktım tabi
Haftalar ilerledikçe,pek bi kurumsal
okulumuzun esasen gayet de kolpa olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Bir kere
haftada 5 saat dedikleri İngilizce ilk ay hiç yoktu; sonra da hello-how
are you seviyesinde ilerledi. Oysa yazın gittiği okulda İştar büyüklerle beraber
bin tane şey öğrenmiş, çeşit çeşit şarkıları bana akşamları söyleyip dururdu.Bu
yaşta çocuklar zaten her yeni bilgiyi almaya o kadar hazırlar ki,dil eğitimine
kafayı takmış bir anaokulu 5 yaşına kadar İngilizce gibi kolay bir dili çatır
çatır öğretir.
Ama bizim okuldaki tarz ve olayları ele
alış biçimi deneyimli ama yavaş,rahatına düşkün nineler gibi..Kendilerini zora
sokacak hiç bir şey yapmıyorlar bir kere.Sınıftaki bazı çocukların henüz ilk
okul deneyimleri ve evet bazıları için öncelik İngilizce şarkı öğrenmek
yerine gün içinde donuna yapmamak, bunu kabul ediyorum.Ama senin sınıfta zaten
iki öğretmen var, biri angarya işlerle uğraşırken beri tarafta branş dersini de
ver.Hem ne biliyorsun çocuk belki her gün altına işiyor ama bütün hayvanların
ingilizcesini biliyor.
Çocukları okul dışında sinemaya, baleye,
tiyatroya götürme alışkanlığı da yok okulun, sebebini sorunca: e daha küçükler
anlamazlar, durmazlar.Nah!Sen kendi konfor alanından çıkmak istemiyorsun cicim,
kolay mı 16 çocuğu birden baleye götürüp getirmek, sınıfta keyif sürmek varken
dimi! Blogumu takip edenler bilir, İştar 2 yaşından beri sinemaya da tiyatroya
da gidiyor; hafta sonu çocuk balesi olsa ona da götürürdük. Sen vermediğin
sürece almayı nasıl öğrenecek ki bu çocuklar?
Bu arada okul Almanca eğitim veren bir
koleji destekliyor ama Almanca hak getire.Almanca öğretmenlerini sadece kapıyı
açan fazla makyajlı teyzeler olarak kafama yazdım bile.
Ve yemek menüsü.. O ne öyle ya! Süt bir
gün var, bir gün yok, yumurta sadece haftada bir gün. Kahvaltı menüsü evde
çocuğuna vermek istemeyeceğin her türlü yüksek glisemik endeksli gıdayla dolu:
çikolatalı krep gibi..Öğle yemeği ise ayrı bir şaka, patlıcan musakka filan
var..Neredeyse her gün de makarna! Peki ikindi kahvaltısında salçalı ekmek
veren bir anaokulu gördünüz mü? Evet bu pek meşhur, pek kurumsal anaokulunda
haftada 1-2 bu çıkıyor, bazen de bol yağda kızarmış pişi filan.
Yemek menüsü demişken, bir akşam İştar
akşam yemeğine oturduğumuzda bize şunu dedi: " anne dur yemek duası
etmedik daha"
Ne yemek duası kızım dedim, başladı bizim
ki :" yemeğimi yemeden, el açtım tanrım sana..."
Baya da uzun süren duasını okudu, ben
herhalde amin diyecek diye beklerken," afiyet
olsun,başlayabilirsiniz" dedi..
Eşimle bakakaldık birbirimize!! Kızımızı
nereye vermiştik böyle?? Yeni Türkiye anaokuluna mı?
Peki ya okulda öğrendiği şarkılara ne
demeli: "Sarı saçlı mavi gözlü o güzel bebek büyüdü büyüdü Atatürk
oldu"!!?? Atatürk geldi düşmanı yendi diyor çocuk ama ne dediğini
bilmiyor, kimse de anlatmamış..Anne düşmanın tadı nasıl diye soruyor bana..
Kasım ayı okul programında şu var: 3
sayısını tanıyalım!!
Yahu bizim velet 10 aylıkken 5'e kadar
sayıyordu, 4 yaş grubu çocuklara sen OKEK-OBEB anlatsana artık!
Ve en kötüsü de okuldan veliye feed back
sadece çocuk bir haltlar karıştırıyorsa veriliyor, düzenli değil, genel
bilgilendirme ise hiç yok. Sen arayıp yaw bizim kız nasıl dediğinde iyi
maşallah filan deyip geçiştiriyorlar. Yahu ben kızımı artık günde 3 saat
görüyorum, bütün gün sen onunla birliktesin; deyiver bana benim kız hangi
alanda daha başarılı yada geliştirilmesi gereken neler var; anne baba olarak
neler yapabiliriz..
Okul bizimle yakın ilişki kurmayınca,
valla biz de zamanla boşladık;okuldaki psikolog ne işe yarıyor bilmiyorum ama
bizim hiç bir işimize yaramadığı kesin..İlk 3 ayımızın sonunda, okulla olan
ilişkimiz o kadar minimaldi ki,kardeş konusunda ne yapmamız gerektiğini bile
danışmak aklıma gelmiyor..Kafası benden daha az çalışan, görgüsü bilgisi kıt
insanlara çocuk emanet ettik işte,o oldu..
Esasen okulla ilgili tek beğendiğim mevzu,
sınıf öğretmenlerinin son derece sevecen bir bayan olması.İlk gittiği okulda bu
konudan çok çekmiştik. Kimbilir ne mezunu,background'ı ne; ama olsun İştar'ın
anlattıklarından kızıma sevgiyle yaklaştığına eminim..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)