29 Kasım 2016 Salı

Oyun İster Bütün Çocuklar ,Renkleri Bırakın Çocuklara

İştar asla çekingen, annesinin bacakları arasına saklanan, oyuna karışması için benim itelemem gereken bir çocuk olmadı.Öncü ruhlu olduğu için zaman zaman arkadaşlarını da üzdüğü oldu, bu bir gerçek.
Büyüdükçe, hayatın evdeki gibi olmadığını fark etmesi çok uzun sürmedi İştar'ın, yani "anne su!" dediğinde tak önüne gelen su, her istediğini ona alan anneanne, babaanne vs. Arkadaşlarıyla oynarken İştar'ı zaman zaman gözlemliyorum: bir kere inanılmaz  bir şekilde grubu domine etme isteği var İştar'ın.4 çocuk bebeklerle oynamaya karar verdiyse, beşinci çocuk olarak diyelim saklambaç oynamak istiyorsa, diğer çocukların vay haline. İstediğini yaptırana kadar diğer çocuklar üzerinde baskı kuruyor, hala sözü dinlenmiyorsa,o zaman çocukların oyununu bozuyor.
Hangi anne babayla konuşsam, çocuklarla ilgili öncelikli istedikleri/diledikleri şey, "özgüvenli" olmaları. Muhtemelen bizim neslin hem aile yaşantısı içinde hem de okullarda biraz ezik ve ihmal edilmiş şekilde büyümesiyle ilgili sanırım bu durum.Bu yüzden çocukların egosu genellikle şişik,sürekli bir talepkarlık durumu söz konusu.
Son dönemlerde,İştar'ın şişik egosu yavaş yavaş suya inmeye başladı.Ama bu defa da aşırı hassaslaştı! Her gün ama her gün, okulda ona kötü davranan, ona vuran, "popo,kaka,çiş" diyen arkadaşlarından bahsetmeye başladı.Okulda nasıl yapıyor bilmiyorum ama birlikteyken, arkadaşlarıyla oyununu bırakıp, bana sığınıyor. "anne bilmem kim beni oyununa davet etmedi" filan diyor.Davet etmedi dediği çocuk İştar'ın arkadaşı, tanımadığı birisi değil.
O yırtık, zorba denecek seviyede dominant İştar gitti, yerine aşırı hassas, her an ağlamaya hazır bir çocuk geldi.Acaba kardeşi olduğu için mi böyle yoksa eşref saati mi diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.Dün de yatakta Ayşe' yi emzirirken annecim biraz kenara git dedim diye avaz avaz ağlamaya başladı, anne sen beni sevmiyorsun filan diyor.
Kafamda deli sorular ve İştar'da ne haller var acaba derken; bugün İştar'ın okuluna veli toplantısına gittim.Bloğumu takip edenler bilir, okulundan pek de memnun değilim İştar'ın.İki temel beklentimi karşılamadığı için biraz hayal kırıklığına uğradım: iyi bir İngilizce eğitimi ve okul dışında da arkadaşlarıyla sosyalleşebilmesi için fırsat yaratılması.Bu defa ki veli toplantısı geçen seneye göre daha verimli geçti ama yine bize gram söz hakkı verilmeden toplantı bitirildi.Bir de önden çocuklara gösteri  yaptırılıp, gözümüz boyanarak, veliler gazlanarak başlatıldı.
İngilizce konusuna daha sonra değineceğim elbette ama bana göre en azından bir arkadaşla birlikte oyun oynamak İştar için çok ama çok önemli. Okuldan maalesef çok geç (18:30) geliyor.Yemek,banyo vs derken hedef uyku saatimiz olan 9'da ancak işlerimiz bitiyor. Yine de konu komşu vs İştar için bir şeyler ayarlamaya çalışıyorum. Herhalde bir annenin çocuğuna yapacağı en büyük kötülük okuldan gelmiş çocuğun eline oyalansın diye cep telefonu vermek.
İştar'ın oyun oynaması benim için de çok iyi oluyor, bana sardırmıyor çünkü, ben de biraz Ayşe ile ilgilenebiliyorum.
Bugün şanslı tesadüfler eseri,veli toplantısı sonrası İştar'ın en sevdiği iki sınıf arkadaşıyla ayaküstü tanıştık ve birbirimize telefonlarımızı verip çocukları bir araya getirelim diye sözleştik.Bu İştar için harika bir haber, umarım ileride bol bol oynama fırsatı bulurlar.
Bu aralar İştar'da bir haller var, eski neşesi yok,acaba olgunlaştığı için mi böyle oldu yoksa başka bir şey mi söz konusu; bakalım göreceğiz.
Eğer yabancı dizi takip etmeyi seviyorsanız, yeni keşfim "This is Us".Online dizi izleme sitelerinden izlemenizi tavsiye ederim. Aile içi ilişkileri, yıllar içinde değişen ailevi süreçleri ve küçük yaşlarda çocuğa aşılanan şeylerin büyüdüğünde nasıl meyvelerini verdiğini, flash backlerle bir ailenin 36 yıllık geçmişine inerek anlatıyor. Ben ,izledikçe kendi adıma bu diziden bir çok şey öğrendim,size de bir şeyler katar sanıyorum.

8 Kasım 2016 Salı

Dikkat! Bu Evde Hastalık Var!!

Derlerdi de inanmazdım."Çocuklu evde kış ayları bir hastalık sarmalında geçer,havalar ısınana kadar başınız hastalıktan kurtulmaz" lafı gerçekten doğruymuş.Her Ekim ayında olduğu gibi, bu yıl da  son 4 gün kala İştar yine ateşlendi.Allah'tan Ayşe için zaten doktor randevusu almıştım, ikisi birlikte kontrole girdiler. Çok ciddi bir şey bulamadı doktor, fakat büyüyen geniz etinden şüphelendi.
"Horluyor mu, ağzı açık uyuyor mu" diye sordu. Ben kendimde hiç böyle rahatsızlıklar yaşamadığım için  otomatik olarak  "yooo" dedim ama esasen o sırada İştar daha doktor koltuğunda ateşi yükselip uyuyakaldığı için yüksek volümlü olarak horluyordu.Doktor da duyduğu sese istinaden teşhis koymuştu!!
 Artık büyüdüğü için mi yoksa kaptığı mikrobun türevinden midir, ateşlenme durumu sadece bir gün sürdü,ertesi gün gayet de kuduruktu. Böyle günlerde en büyük avantajım aileme yakın oturmam, hemen İştar'ı anneanne-dede ilgisi için onlara gönderebiliyorum.
İlk ateşten bir kaç gün sonra, tam da pilatesteyken okuldan yine telefon geldi -ateş yükselmişti, acilen alır mısınızdı.
Koştur koştur gittim,müdürün odasında uyuklayan İştar'ı sırtlandım,doğru eve.Tabi bir kaç saat sonra yine hiç bir şey olmamış gibiydi. İlk etapta korkum, ateşlenme durumunun Ayşe'ye de bulaşmasıydı ama çok şükür onca sarılmaya,öpücüğe rağmen henüz bu risk gerçekleşmedi.
Fakat maşallah ertesi gün itibariyle hepimiz nakavt durumdaydık.
Önce hemen bende boğaz ağrısı olarak başladı..Derken Sophia'da öksürük ve bam! eşimde ateş..
Bütün hafta mikroplarla boğuşarak geçti ve fasılalarla da olsa hala durum devam ediyor. Geçen hafta sonu bu defa da İştar kusmuş, hem de 4-5 defa ve öksürürken değil, durup dururken. Kusmuş diyorum çünkü hafta sonunda İştar'ı babasıyla bırakıp şehir dışına gittim.
Döndükten bir kaç saat sonra yine korkunç bir boğaz ağrısı ve hooop yine hastayım!
Bu arada Sophia hala geceleri öksürüyor ve eşim de kırıklıktan bahsediyor. İştar da pazartesi sabahı yatağına kusmuş. Makarnayı önüne koyuyorum yemiyor, saat 7-8 gibi kucağımda uyuyakalıyor, geceleri bir kış klasiği olan öksürük sesi odalarımızı şenlendiriyor.
Totalde nereden baksanız 15 gündür evde hastalık kol geziyor. Her yanımız şurup,pastil,vitamin oldu.
Ayşe de geri kalmıyor tabi, öhö öhö sabahları hafif bir öksürüğü var.
Bu işte en doğru yaklaşım elbette bağışıklık sistemini güçlü tutmak.Kimi propolis diyor, kimi Sanbucol. Ben de bu sezon başında Omega 3 ve bağışıklık güçlendirici iki çeşit şurup almıştım. Ateşlerin inatçı olmaması belki bu şuruplar sayesindedir, bilemiyorum.
Bu akşam öksürükler için yeni duyduğum zencefil-bal karışımını deneyeceğim, umarım işe yarar!

7 Kasım 2016 Pazartesi

4 Yaş Gelişimi: Bağımsızlık

Doğduğundan beri benden bağımsız yetiştirmeye çalıştım İştar'ı. Her anlamda..Kaşığı bile eline verdim küçücükken..Kendi başına yemeyi öğrensin diye. 2 yaşına bastığı hafta anaokuluna yazdırdım, oysa ki bakıcımız vardı.Sabırla ayakkabılarını kendisinin giymesini bekledim. Hayır o yere düşürdüğün oyuncağı kendin alacaksın dedim.Kirlettiği üstünü kirli sepetine attırdım.
Sırf sorumluluk bilinci gelişsin,kendi yapabilsin diye..
Ve 4 yaş itibariyle geldiğimiz nokta şu:
İştar canının istediği her şeyi kendi başına yapabileceğine inanıyor.Ama  dikkatinizi çekerim, gerekli olan şeyleri değil.Canının istediği şeyleri..
Ve maalesef onun canının istediği şeyleri kendi başına yapmasını da genellikle ben arzulamıyorum!!
Geçenlerde pes dedirten bir şey yaptı İştar:
Okuldan geldiği bir gün bloktan içeri girerken ona aşağıdan daire zilini nasıl çalacağını, daire numaramızı nasıl tuşlayacağını anlattım. Ertesi gün sitedeki arkadaşlarıyla parkta oynarken ben ona yemek getirmek için yukarı çıktım.5 dakika sonra aşağıdan kapı çaldı, kameraya baktım,İştar. Heralde çişi geldi komşulardan biri getirdi diye düşünüp, bloğun giriş kapısını açtım yukarıdan.
Fakat İştar tek başına içeri girdi, yanında kimse yoktu !!?? Ben panik tabi!!
Asansöre kendi binmesin diye terliklerimle fırladım dışarı. 11. kattayız, ha deyince aşağıya da inilmiyor ki.Asansörü çağırdım.
Ve evet kata geldi asansör.Kapı açıldı.
İçinden İştar indi..Yine tek başına!!
Parktan çıkmış,bizim bloğu bulmuş, daire numaramızı doğru tuşlamış,asansörle de bizim kata kadar çıkmıştı afacan!
Eve girdi, ayakkabılarını çıkarırken söylenmeye başladı, vay efendim diğer kızlar kaydırağı istememiş de, o da onlara sinirlenmiş de vs vs..Dona kaldım, ne diyeceğimi bilemedim.
Gecenin bi yarısı kalkıp tuvalete gidemeyen İştar maşallah canı isteyince daire kodunu bile tuşlayıp eve çıkabiliyor!
Ve uyarmama rağmen aynı şeyi iki kere daha yaptı. Resmen aklım çıktı!
Ha dedim madem sen gayet becerebiliyorsun başka şeyleri, o zaman İştar hanım bundan böyle yerlere fırlattığın kıyafetlerini de katlayıp çekmecene koyacaksın, girerken çıkardığın ayakkabını da portmantoya dizeceksin!
İlerleyen aylarda uykuya dalma ve gece tuvalete kalkma kısmını da kendi başına halletmesini bekliyorum!

Kurs Kurs Kurs !

Geçen yıl 3 yaşındaki bir çocuk için oldukça yüklü bir kurs programımız vardı: sabah cimnastik, öğlen müzik, akşam yüzme..
İştar öyle böyle hepsine de uyum sağladı aslında. Ha ama şimdi düşünüyorum da yüzme dışında görünür bir iz bırakmadı, yeni bir yetkinlik kazandırmadı gittiği kurslar.Müzik kursunda aylarca anaokulunda öğrendiği şarkıları söyledi, cimnastikte ise gözümün önünde takla attılar, bir şeyler yaptılar ama şu an orada öğrendiği hiç bir şeyi hatırlamıyor. Olan her ay verilen yüklü paralara,getir götürlere ve evde miskinlikle geçirilecek zamanlara oldu gibi sanki..
Bu yıl evin düzeni (temizlik vs) ve Ayşe'nin de hafta sonları  bir anneye ihtiyacı olmasından dolayı sadece müzik kursuna devam ediyoruz.Cumartesileri, yarım saat.Şu saate kadar hala bunun da gerekliliğini sorgulamıyor değilim, zira hala ana okulu şarkılarındayız ve ne zaman sadede gelicez sabırla bekliyorum.
Evimizde bir piyanomuz var. Aslında özel ders de aldırabilirim ve gittiği şu kurstan çok daha hızlı yol alırız, yani en azından yaptığımız faaliyet somut sonuçlarla geri döner. Ama bir yandan da acaba çok mu erken diye düşünüyorum.
Bu yıl okulda derslerin yanında isteyenlerin gittiği folklor ve bale workshopları var İştar'ın. İkisine de gidiyor. Ama haftada yarım saatmiş.Bale kursuna gitmek ister misin diye sordum, hayır kursa gitmek istemiyorum dedi.
Çocuk haklı.Geçen yıl çok yorduk onu.
Evimizin yakınlarındaki spor klubünde çocuklar için tenis dersleri var.Denemek için gittik, ama talimatları pek de beceremedi, seneye bir daha gelin dediler.
Babasıyla binicilik eğitimi verilen bir at çiftliğine gitmişler. Deneme dersi almış, ama orada da  bacak kasları henüz gelişmemiş, daha sonra gelin demişler.
Şu an yüzmeye devam etmiyoruz, zira önümüz kış, havalar buz gibi olacak.Bir de havuz çıkışı üşütsün istemem.
Fakat aktivite aktivite diyoruz ya, işte babası İştar'a çok bomba bir şey bulmuş: paten!
Önce gidip Decathlon'dan patenleri  satın aldılar, oradaki satış  sorumlusundan da özel ders verecek  bi çocuğun kontak bilgilerini almışlar. İştar Ekim'den beri paten dersi alıyor ve  an itibariyle gayet de güzel kayıyor!! Henüz 4 yaşındayız, 10 yaşına geldiğinde herhalde havada takla atıyor olur!

Yaşamı Sevdiren Detaylar : Okulların Açılması

Çalışsın, çalışmasın tüm anneler için herhalde en zorlu dönemler çocukların okullarının olmadığı yaz aylarıdır. Hoş, bu sendromu atlatmak için bin bir türlü yaz okulları da açılıyor açılmasına ama esasen denizde kumda oyun oynaması gereken çocuğun yaz-kış her sabah erkenden kalkıp okula gidiyor olması da ayrıca bir trajedi bana kalırsa..
Bu yaz İştar için hem eğlenceli, hem bunaltıcı, hem kıskançlık soslu ama hiç alışık olmadığı şekilde annesiyle 7/24 beraber olduğu sıra dışı bir yaz olarak diğerlerinden oldukça farklı geçti. Şöyle bir düşünecek olursak, İştar  bu kadar uzun süre benimle birlikte olduğunda 2-3 aylık filandı. 4 aylık olduğunda tam zamanlı çalışmaya başlamıştım bile.
Neyse iki küçük çocuk,bir Gürcü kadın ve her güne özellikle İştar için program bulma kaygıları vs derken 2016 yazı öyle böyle geldi geçti..
Eylül ortası itibariyle İştar geçen yılki anaokuluna başladı.Bu yıl hayatımızda minik bir revizyon daha yaptık, İştar artık sabahları da servisle gidecek. Geçen yıl sabahları önce ben, hamileliğim ilerleyip doğum yaptıktan  sonra babası dedesiyle beraber bırakıyordu.. Her sabah aynı stres ve gerginlik hakimdi eve: İştar istediğim kıyafeti giymiyor, hala evden çıkmadılar- eyvah kahvaltı kaçtı..
9:15'ten önce evden çıkamadıkları için İştar kahvaltının son 3 dakikasına filan yetişebiliyordu.Eğer okula ben götürüyorsam sorun yok, her seferinde zamanında bırakıyordum neyse ki.
Akşamları ise ayrı bir komedi: servise 17:15 gibi bindikleri halde eve en erken 17:50'de gelirdi. Servisin kapısı açıldığında gördüğüm manzara genelde aynı olurdu: sedatif verilmişçesine kafayı koltuğa dayamış, horul horul uyuyan bir minibüs dolusu küçük çocuk..
Bu yıl İştar sabah-akşam servisli..Yani aslında sabaha bir de servise yetişme telaşemiz var. Fakat bir yandan da iyi oluyor, zira önümüzdeki sene İştar hangi okula giderse gitsin, erken kalkıp servise binecek. Sabah sekizden önce kalkarsam asla ayılamayan bir insan olarak,bu tempoya bir şekilde alışmam gerekiyor çünkü  en az bi 7-8 sene İştar sabahları erkenden kalkacak ve ben ona kahvaltı hazırlayacağım!Kısacası : bunlar iyi günlerim !
Şimdiki düzenimiz şöyle: 07:50'ye kurduğum alarm bir kaç kere snooze edildikten sonra zar zor kalkıyorum,İştar'ı uyandırıyorum. Bazı sabahlar hemen uyanıyor ama bir gece önce geç yattıysa çok ciddi çaba sarf etmem gerekiyor.Bir şekilde uyku mahmuru kalktıktan sonra giydirme işlemine geliyor sıra: evet artık kabullendim.Bu çocuğun şık kıyafetleri,elbiseleri,etekleri ve gömlekleri her daim dolap süsü olacak ama tayt ve ince sweatshirtleri yıkana-giyile eskiyecek ve solacak..
Her zamanki tayt-sweatshirt kombinimizi giydikten sonra çorap-saç toplama vs de tamamsa çanta hazırlama işine girişiyoruz.
İştar bu yaşına kadar 3 okul değiştirdi ve her birinde illaki saçma bir uygulama vardı. Misal ilk anaokulunda iken her gün matarayla su getirmesi isteniyordu. Toplam öğrenci sayısı 30 olan bir okulda çocukların suyunu bile organize edemiyorlardı anlaşılan.O matara her gün okul çantasına konuyor - ki ben her gün taze suyla yenilemeyi unutuyordum- ve akşam eve geldiğinde yedek kıyafetleri ve okul defteri sırılsıklam oluyordu. Tüm öğrencilere bir örnek dağıtılan okul çantalarından ise hiç bahsetmiyorum bile.Berbat tasarımı, yerlerde sürünen kalitesi ile bir kaç ay sonra çantalar eskiyor,İştar'ın adının yazdığı bölüm kayboluyor-dolayısıyla çantalar karışıyor..Geçen yılki çantamız sitenin bahçesinde bir yerlerde kayboldu..O kadar eskimişti ki, aramadım bile.
Neyse ki bu sene kimse bize çanta dayatması yapmadı,herhalde o alandaki rant düzenini çalıştırmadılar.
Ben de gidip İştar'a adam gibi kaliteli bir okul çantası aldım.Çocuk ergonomisine göre yapılmış,cicili bicili,şık bir şey.İçinde de kocaman adı yazıyor,asla kaybolacak yada karıştırılacak gibi değil. Gel gör ki bu yılki saçmalığımız her güne farklı bir branş dersi kitabıyla okula gidilecek olması. 5 tane kitapları var- sayılar,renkler,kavramlar vs.. Ve atıyorum Salı günü renklerle ilgili kitabın okula gitmesi gerekiyor. Her sabah uyku mahmuru o kitabı bul,çantaya at, ölüm yani! Tüm kitaplar okulda dursa, lazım oldukça açıp yapsalar? Yok!!
Bu yıl İştar'lar nihayet okul dışında bir yerlere gezilere gidiyorlar.İngilizce dersleri günde yarım saatmiş.İştar'ın gittiği anaokulu aslında Almanca eğitimi destekleyen bir vakıf okulunun ana sınıfı bölümü.Yani mantıken yatıp kalkıp bu çocuklara Almanca öğretmeleri gerekirken hala geçen seneki basit tekerleme var İştar'ın ağzında..
Bunun dışında her ayın başında içerikle ilgili bilgilendirme kağıdı gönderiyorlar, tam eski usul.Valla biz hala bu çocuk bütün gün okulda ne yapıyor ne ediyor, ne haftalık ne de aylık bazda bilgilendiriliyoruz. Ben de iyimser düşünüp," herhalde her şey yolunda, ondan bizi arayıp bilgilendirmiyorlar" diyorum.Umarım yanılmıyorumdur!
Ama, ne olursa olsun...Okul demek düzen, rutin demek..Hayatını ve saatlerini yola koymak demek aslında..
İştar zaten inanılmaz sosyal bir çocuk, arkadaşlarıyla da çok eğleniyor okulda. Öğretmenini de seviyor. Sevmiyor olsa mutlaka belli ederdi. Servisi bile çok seviyor İştar. Sabahları serviste sınıf arkadaşıyla birlikte gidiyorlar. Servis geldiğinde arkadaşı sesleniyor: "İştaaar hadi gel yanıma otur!!" Neşeli neşeli bir gidişleri var, görmek lazım..
Bu yıl İştar'ın geliş saatleri iyice sarktı, en erken 18:30'da getiriyorlar.Hava karardıkça da uykusu geliyor haliyle. Toplam 10 dakikalık yolu 1 saat 20 dakikada nasıl kat ediyorlar anlamak mümkün değil ama hep aynı şeyi söylüyorum: iyi ki 2 yaşından beri okula gönderiyorum, iyi ki !!

1 Kasım 2016 Salı

Styling By İştar

3 yaştan sonra başladı bu durum. Önce okula ne giyeceğinden çıktı konu, sonra elsa,pamuk prenses vs kostümler..Ve 4 yaş itibariyle son geldiğimiz nokta İştar'ın kendi stilini yaratma çabası..
Stil dediğim de daha çok eprimiş -delik tayt ve tişörtlerin  halhal yada bileklik olarak redesign edilen saç tokası ya da saç bantlarıyla kombinlenmesinden oluşuyor. Renk uyumu  genellikle ton sur ton; yani külottan terliğe her şey aynı renk olmak durumunda..
Bütün yaz yukarıya odasına çıkıp , onu çıkardı, bunu giydi.Saçına garip guraba bir şeyler taktı ve o pejmurde haliyle dışarı fırladı. Tut tutabilirsen..
Bir süre sonra bu işte profesyonelleşmeye hatta beni baya baya şaşırtmaya başladı minik fare.Geçenlerde şöyle bir "look" içinde gördüm: üst kısmı bele indirilmiş dolayısıyla uzun bir etek görünümüne bürünmüş elbisenin üstüne uygun renklerde tişört, boyunda anneye ait uzun bir kolye, bilekte yan yana bir sürü takınca  kalın bileklik gibi görünen lastik saç tokası, alın üstü takılan saç bandı..Çiçek çocuk mu dersin, Coachella mı dersin..
Fakat benim anlamadığım bu çocuk tak takıştır, yap yakıştır işini nereden öğreniyor? Rol model vs durumu var ise, o kişinin ben olmadığım kesin!
Okuldan gelince de ilk işimiz odaya gidip, hemen üstümüzü çıkarıp, yerine o anki keyfimize göre yeni bir şeyler giyip çıkarmak..
Uzmanlara göre yaş itibariyle son derece normal olan bu davranışlarında temel dürtü 4 yaşındaki çocuğun tercihlerini, zevklerini ortaya koyarak aslında karakterini oluşturmaya başlaması. Dünyadaki duruşunu, "ben" deyişini..
Gerçekten düzgün giyinmesi gereken durumlar hariç, giysileri konusunda İştar'a asla baskı yapmıyorum.Sadece giymesini istemediği şeyleri dolabından çıkarıp atıyorum yada saklıyorum. Okula giderken de çözümüm gayet basit aslında: sadece tayt ve tişört giyeceğini bildiğim için  şifonyerinin ikinci ve üçüncü çekmecelerini bu parçalara ayırdım.Sabah okula giderken bu kombo ile birlikte bir de uygun renkte tütüyle şıklığımız tamamlanıyor. Asla giyilmeyenler kategorisinde pantolonlar, gömlekler ve şık blüzler yer alıyor.Ayrıca tarzı bize uymayan elbiselere de hayır diyoruz.
Geçmiş yıllardaki örgü ısrarı artık son buldu, hatta çoğu zaman saçımızı "kıvırcık" yani salık istiyoruz.
Sevilen giysiler ve ayakkabılar neredeyse her gün giyilmek isteniyor, dolayısıyla İştar'ın gardırobunda henüz etiketi üzerinde mallarla beraber, giyilmekten yıpranmış, çıkmayan lekelerle dolu bir sürü tütü, kostüm ve diz  kısmı delik taytlar var. Hadi okulda zaten istenen tayt-eşofman  giyip gelinmesi ama hiç olmazsa hafta sonları biraz daha şık şıkıdım olsa,kız çocuğu sahibi olmanın keyfine varsam, fena mı?