29 Nisan 2013 Pazartesi

İştar Deniz Sezonunu Açtı!


Aniden neredeyse 30 dereceye dayanan hava sıcaklıkları tarladaki ağacı, kuşu böceği ve de şehirlileri de şaşırttı galiba! Pazar günü yine çekirdek aile olarak soluğu Çeşme'de aldık.Babası" İştar'ı denize sokacağım" dediğinde açıkçası komple sokacağını hiç düşünmemiştim ama vallahi yaptı!  Yanımızda havlu,mayo vs olmamasına rağmen Ilıca Büyük plaja gittik, İştar' ı soyduk çırılçıplak bıraktık ve ta ta taa: İştar Hanım deniz ve kumla tanıştı! Ben alelacele güneş kremini sürmeye çalışırken, İştar da  o sırada bir avuç kumu ağzına atmıştı bile! İştarı denize komple sokmadık, elimizde tutup bacaklarını sallandırmasını sağladık, sonra da onu dalgaların kumla birleştiği noktaya oturttuk. İştar bana göre henüz soğuk olan denizi de çok sevdi,kuma oturmayı da, kumla oynamayı da.
Tabi tedariksiz anne baba olarak,deniz çıkışı spora giderken giydiğim terli tişörtümle İştar'ı sarıp koşa koşa havlu aramaya gittik.Yol üstü marketten havluyu alıp oradan Alaçatı Marina'ya geçtik. Neyse ki sıcak su akıyormuş.Hemen lavaboda hanımefendiyi bir sudan geçirip tuzdan kumdan arındırdıktan sonra havluya sarıp marinadaki teknemize koştuk.Kamaradaki çarşafsız yatakta bez bağlama telaşesini atlatıp biraz da oyundan sonra Alaçatı'da birşeyler yiyelim dedik ve Mehmet Yaşin'in programında gördüğümüz,  Avrasya diye bir restorana gittik. Yemek çeşidi ve lezzet olarak Veli Usta ile birebir aynıydı. Yani  ayaküstü karın doyurmak için ideal.
Ama bana göre artık restoranlar herkesin evde yaptığı, yapmasa da başka yerlerde de ulaştığı  tip zeytinyağlı /meze klasikleri (haydari,yaprak sarma,rus salatası,barbunya,enginar,şakşuka,cacık,taze fasülye vs) artık satmamalı.İnsan gidince farklı,ilginç lezzetler arıyor.Lüks balık restoranları  maliyeti 3 lira olan ama farklı bir şeyi 30 liraya satarak bunu başarabiliyorken ortalama bir restoranda bunun olmaması ancak vizyon eksikliğidir bence. Yada belki de mönüde bilmem ne yatağında bilmem ne yazınca mutlaka balon kadeh ve kişi başı 150 tl hesap da eşlik etmeli, bilemedim.
Yine yerinde duramayan İştar Hanım, daha gelmeden yemeğini yemiş olmasına rağmen kaşık kaşık cacık,incik haşlamasının suyu,yoğurt ve sütlacı götürdü. Tabi sonrasında yaptığımız Çeşme pazarı ziyaretinde de mışıl mışıl uyudu.
 Önümüzdeki hafta sonu tekneyi temizleyip paklayıp, daha yaşanır hale getirdikten sonra İştar kızımı komple denize sokabiliriz sanırım, öyle görünüyor!
İştar hanımın deniz görüntüleri için:
https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=mE3r7mn9bd8



İştar ve Kitaplar

 Hafta sonunu çekirdek aile olarak hep beraber geçirdik. 48 saat kesintisiz şekilde anne ve babasıyla birlikte olan İştar' ın keyfine diyecek yoktu doğrusu.İşte böyle anlarda haftanın 5 günü onu bırakıp işe gittiğim için çok pişman oluyorum ve vicdan azabı duyuyorum.
Cumartesi  bir arkadaşımın düğün davetiyesini  teslim almak için onunla buluştuk. 9. ayın içinde olan İştar'ı bir kafede bizimle beraber masada stabil tutmak artık ne mümkün! Elindeki oyuncağıyla kimseye bulaşmadan mama sandalyesinde oturup oynama süresi maksimum 5 dakika! Bu noktada vardiya sistemi devreye giriyor: yani 10 dakika baba bebeği alıp etrafta dolanıyor, o sırada anne arkadaşıyla sohbet ediyor; sonra anne bebeği devralıp, baba sohbete devam ediyor vs. Arka masada oturanların yanındaki 5-6 yaşlarında bir kaç çocuk, etrafta sürekli kovalamaca oynayıp gülüp eğlenirken,İştar'ın dikkatle onlara bakıp takip ettiğini farkettim. Zaten genelde  İştar'ın diğer bebekler ve çocuklara olan ilgisi yaşıtlarına göre daha fazla galiba.Sağda solda karşılaştığımız bebekler daha ne olduğunu anlayamadan İştar hemen onlara doğru hamle yapıp,sevinç çığlıklarıyla varlığını belli ediyor.

Kafeden kalkıp yakınlardaki kitap fuarını ziyaret edelim dedik.Elbette algıda seçicilik sonucu bana fuarda çok fazla çocuk kitabı varmış gibi geldi! Ancak subjektif olmayan bir başka mevzu ise fuarda çocuk/bebek kitabı basan yayın evlerinin çoğunda içeriğin dini öğelerle bezenmiş olmasıydı. 365 Güne Dua, Ayşegül Namaz Öğreniyor,Yunus'un Duası vs gibi isimlere sahip kitapların bolca ve her yerde teşhir edilmesi beni oldukça şaşırttı.Galiba ağaç yaşken eğiliyor gerçekten de!


İştar'a uygun olabileceğini düşündüğüm -ama içinde dini öğeler olmayan- bir sürü kitap aldım.Aldıklarım daha çok İştar'ın renkleri, karşıtlıkları yada bir objenin sürekliliğini görebileceği tarzda çok kalın kartona basılmış eğitici kitaplar. Açıkçası İştar'ın şimdiye kadar kitap yada eğitici kartlarla ilişkisi daha çok kenarını yeme yada buruşturup sağa sola fırlatma şeklinde oldu. Ama yine de denemekten hiç vazgeçmedim,umarım bir gün kedi nerede soruma bir yanıt alabilirim.
Aldıklarımın arasından İştar'ın ilgisini çeken ve gerçekten faydalı olduğunu düşündüğüm bir kitap olursa mutlaka paylaşacağım



Bebeye Pasaport!

Emniyet müdürlüğünden randevular alındı, babayla birlikte Kemalpaşa'ya gidildi. Randevu saati geldiğinde, bana da yeni pasaport gerektiği için parmak izimi verdim.Ana kız vesikalık fotoğraflarımızı memura ilettik, imzalarımızı attık.
8-9  gün sonra kızımın 3 yıl geçerli ilk pasaportu geldi! Artık bununla istersek hemen yarın Güney Afrika'ya, Maldivler'e ve vize gerekmeyen ama bebekle gidilebilecek bir çok ülkeye gidebiliriz!
Mesela Arjantin yada Brezilya? Ne dersin İştarım ;)

24 Nisan 2013 Çarşamba

İştar'la İlk 23 Nisan

İştar hanım 23 Nisan'da çocuklar gibi şendi! Güne babasıyla evimizin yakınlarındaki Taypark'ta salıncak sefası ve atlara bakmakla başlayan hanımefendi, meyve-yoğurt ara öğünü ve uyku sonrasında annesinin çocukluk arkadaşı Burcu teyzesinin 2 yaşındaki kızı Begüm'ü ziyarete gitti. Nereden geldiği belli olmayan çılgın bir enerjiyle sağa sola koşturan iki fıstık, evde açılmadık dolap kapağı, yoklanmadık çekmece, ağza atılmadık kağıt parçası, çıkılmadık koltuk-sehpa bırakmadılar. Daha doğrusu bu saydıklarımın hepsini İştar yaptı, Begüş de ona yardım ve yataklık etti.Yaşına göre son derece olgun ve bana göre çok da akıllı bir çocuk olan Begüm, onun yaş grubunda sıklıkla rastlanan paylaşımı sevmeme durumunun aksine, bütün oyuncaklarını İştar'ın önüne serdi, habire yenilerini getirdi durdu. Begüşün konuşmaları ve yorumları ise evlere şenlik: İştar'a aldıkları hediye yazlık kıyafeti ona verip: " Al sevdin mi? Yazlıkta giyersin" demeler, "Bu Çağla çok komik bi bebek" diye gülmeler, neler neler..
Saat 4 olduğunda başlayan mızıldanma ve ağlama seansları suyumuzun kaynadığının işareti olunca son sürat toparlandık ve bir sonraki durağımıza yola koyulduk: evimizin yakınlarındaki bir alışveriş merkezinde önceden randevu aldığımız kostümlü fotoğraf çekimimiz.
Evet Bostanlı'da yeni açılan bir fotoğraf stüdyosu çok akıllıca düşünerek, kostümlü bebek fotoğrafları çekme konusunda uzmanlaşmış ve  23 Nisan'a denk getirerek alış veriş merkezinde 2 günlük bir  tanıtım aktivitesi planlamışlar. 1 tane spot, yerde ve duvarda gri bir fon, 2 elbise askısı ve askılarda bin bir türlü kıyafetler.. Korsan,polis,peri,sindirella,arı maya,tütüler,Tiger,kurbağa daha neler neler..Oradaki kıyafetlerden seçip, çocuğunuza giydiriyorsunuz, onlar da fotoğrafını çekiyorlar; basılı şekilde size veriyorlar.Biri onlardan hediye, sonrakiler için 25 TL fiyat belirlemişler. Biz de asılı kıyafetlerden önce fil şeklinde olanı giydirdik. İştar'ı  bir sepete oturtup poz poz fotoğrafını çekmeye başladılar.Bu kesmeyince hadi bir kostüm daha dedik ve bu defa Mini Mouse yaptık kızımı! Yine sepete oturttuk ve İştar'ın sepete yaslanıp ayağa kalkmasıyla ortalık daha da şenlendi. Bu arada ,çok ortalıkta bir yerde olduğumuz için gelen geçen herkes bir durup ne olduğuna bakmadan oradan ayrılmadı. Star edasıyla gülücükler saçan kızım bir anda alışveriş merkezinin ilgi odağı oluverdi!
Çekilen fotoğrafların hepsi o kadar güzeldi ki, 25 TL'ye gel gel yapılıp, potaya girdik ama maşallah ödeyeceğimiz rakam 300 TL'ye dayanınca elemeler yapmak durumunda kaldık ister istemez. Bir kaç gün sonra fotoğraflarımızı albüm şeklinde alacağız.
Gün boyunca oradan oraya koşturan İştar kızım ,8 civarı uykuya daldı. Ama 9 aylık bir bebek için olabilecek en iyi 23 Nisan'ı geçirdi bence. Nice mutlu bayramlara bir tanem!
Fotoğraflar daha sonra...


Anne Kız İlk Banyomuz


Nasıl yani diyeceksiniz ama İştar'ı kendi başıma ilk defa kızım taa 9 aylık olduğunda yıkamaya cesaret edebildim! Kimler yıkamadı ki İştar'ı bana kadar? Bakıcısı,babası,anneannesi,babaannesi hatta teyzesi! Annesi ise genellikle kenarda havlu tutucu, şampuan sürücü yada oyuncak getirici olarak görev aldı.
Bir önceki gün de banyo yapmadığı,akşam da babası geç geleceği için iş başa düştü ve geçen Cuma kızımı ilk defa kendim banyo yaptırdım. Tabi ki korka korka! Oyuncaklarıyla oynama faslı bittiğinde şampuanını ve duş jelini (bak bak duş jeli de varmış) sürüp, duruladım ve hemen havlusuyla kurulama etabına geçtik. Bu kısımlar en kolay olanlardı, zira İştar banyoyu inanılmaz seviyor . Asıl zor etap, kurulandıktan sonra desitin sürüp,bezini bağlama ve pijamalarını giydirme faslı! İştar çok uzun süredir katiyen kısa süre dahi olsa yatamıyor, yatırmanla kalkması bir oluyor ve kaçışa geçiyor. Kakalı poposuyla evin içinde son sürat emekleyen bir bebek bizim evimizin olağan manzaralarından!
Nitekim yine aynı şey oldu, bizimki yine havlulardan kendini kurtarıp son sürat kaçmaya başladı. Yatağın kenarından uzanıp, ayak bileklerinden tutup yakaladım derken kündeye getirdim ama hooop bebek yine firarda! Bu şekilde uzun ve yorucu güreş seanslarından sonra bilumum mızıldanmalar eşliğinde İştar hanım istemeye istemeye bezini de taktı ( tabi ki yatarak değil ayakta), pijamalarını da giydi.
Hadi bunu bir şekilde atlattık ama bir defasında bezini değiştirmek için neredeyse 25 dakika uğraştım. Hatta en sonunda ağlama numarası bile yaptım: bak sen bezini değiştirmek istemiyorsun ama annen çok üzülüyor diye. Ama tabi ki işe yaramadı.  Ha bu arada oyuncak tutmak, komik suratlar yapmak vs bunların hepsi zaten her defasında deneniyor ve uzun süredir hiçbir işe yaramıyor.
9 aylık bebeğe sağ salim bez değiştirebilen anneler, bunu nasıl beceriyorsunuz bana da anlatın!
İştar hanımın banyo görüntülerini canlı izlemek isteyenler buraya: http://www.youtube.com/watch?v=MMD12vcR08Y

19 Nisan 2013 Cuma

Deliksiz Uyku Dünyasına Hoş geldiniz!

Hamileliğimin son 2 ayındaki geceleri tuvalete kalkma seanslarını da sayarsak, tam 11 aydır deliksiz bir uyku uyumadım. Uykusuzluğa asla dayanamayan bünyem, bu süreçte yeni yaşam düzenine de alışamadı. İştar 4 aylık olduğunda full time işe gidip gelmeye başlayınca " hadi bebek uyuyunca ben de bir şekerleme yaparım artık" cümlesini de kuramadım, ki lohusalık dönemimde bile İştar uyurken benim de oracıkta kestirdiğim çok nadirdir.Bünye 8 saat deliksiz uyku istiyor, öyle arada derede kaçak göçek koltukta sızmalar kesmiyor.
İştar'la ilk 15 günümüz, sarılık olduğu ve 2 saatte bir emmesi gerektiği için benim açımdan tam bir kabustu. Esasen İştar o dönemde sürekli uyuyordu, kanındaki bilirubin onda uyku yapıyordu ki benim de bu çocukta sarılık var diye şüphelenip hastaneden taburcu olduğumun ertesi günü test istememin sebebi de buydu.

Sürekli saati  2 saat sonraya kurup, alarm ötünce kalkıp, İştarı beşiğinden alıp, emzirmeye çalışıyordum. Sütüm de fazla olmadığı için bu işlemde ne kadar başarılı olduğum biraz tartışmalı.Emerken uyuyakalan İştar'ı yeniden yatırıyordum yatırmasına da e benim uykum kaçıyordu bu defa da. Yatakta sağa sola dönüp, bir şekilde tam dalacakken, hoop bir sonraki emzirme seansı için alarm çalıyordu.Yani anlayacağınız durum gerçek bir Çin işkencesi gibiydi. Gündüzleri de bebeği görmek isteyen eş dost ziyarete geliyor ve onlar varken bana tatlı öğlen uykuları yine haram oluyordu.( bu sebepten yeni doğum yapmış birine 15 gün dolmadan asla  ziyarete gitmem,bi silkinsin kendine gelsin hele)
Sarılık tedavisinden sonra düşen bilirubin seviyesiyle birlikte İştar hanımın tatlı uykuları yerini yoğun açlık krizlerine bıraktı. Maalesef o dönem "emzirdikçe gelir, zinhar mamaya hayır" felsefesine göre hareket ettiğim için iki damla sütümle doymayan İştar,rahat uykuya dalamıyor, sık sık ağlıyordu. Neyse ki sonradan ufak ufak mama takviyesi yapmaya başlayınca uyku-uyanma düzenimiz 4 saatte bire düştü. Ancak elbette kesintisiz bir gece uykusu asla mümkün olmadı. Evet,İştar'ın gece uyanmaları 3 seferden 2 sefere, 6.ayından itibaren de 1 sefere düştü ama deliksiz uyku hiç nasip olmamıştı.. ta ki dün geceye kadar.
Akşam 9 gibi uyuyan İştar uyandığında saat sabahın 7 siydi!! Vallahi inanılacak gibi değil ama benim minik kızım yatağında mışıl mışıl uyumuştu. Peki ne oldu de dün gece böyle oldu?

1. Karnını çok iyi doyurdum.Akşam 7 de almaya geldiğimde, anneannesi İştara meyveli yoğurdunu yediriyordu. Ben de 8 civarı bir kaç kaşık 7 tahıllı kaşık maması yedirdim.9 a doğru da artık standart ölçümüz haline gelen 210 cc devam sütünü içirdim. Yani karnı tıka basa doluydu.
2. Ortopedistin verdiği zımbırtıyı takmadım. Gece 3 gibi uyanmalarında en büyük etken o alet,biliyorum.
3. Tam uykuya dalmadan yarı uyur vaziyette yatağına yatırdım ve kendi kendine uykuya dalmasını bekledim.
4.Üzerine ince bir battaniye örttüm.
5. Bir ara sesi geldi,uyanır gibi oldu, koşa koşa yanına gitmedim, bekledim. Ağlasaydı yine de bir 5 dakika bekleyip öyle müdahele ederdim.
Bir bebeğin kendi kendine uykuya dalması çok önemli çünkü uykunun ortasında hiçbir sebep yokken uyanan bebekler kendi kendine uyumayı öğrenememiş bebekler. Maalesef onları bu hale getiren de biz anneleriyiz. Bir insanın kesintisiz uyuyabilmesi kadar güzel bir şey yokken, hala sallayarak,pışpışlayarak, emzirerek, aman ses etmeyin diye etrafı terörize ederek her akşam bebeği sinir stres içinde uyutmaya çalışıyoruz. Bebek de yukarıda saydığım davranışları "uykuya dalma" kavramıyla ilişkilendiriyor ve bir şekilde uyandığında -ki hepimiz uykumuzun arasında uyanıyoruz- yeniden uykuya dalmak için bunları arıyor. E olmayınca da en iyi bildiği şeyi yapıyor: basıyor yaygarayı.
Uykunun en tatlı yerinde yaygarayı duyan anne koşarak bebeğini yatağından alıyor, bir an önce güzel uykusuna geri dönmek istediği için aynı davranışları yeniden yapıyor, bebek beklediği sonuca ulaşınca rahatlıyor ve uyuyakalıyor. Yine de uyumuyorsa zaten ya gerçekten bir sağlık sorunu vardır,3 aydan küçükse gazı vardır, açtır yada o sallanma beklerken siz sadece pışpışla yetindiğiniz içindir.
Ne olursa olsun belli bir aydan sonra çocuğunun sağlığını düşünen her annenin yapması gereken şey geceleri uyanmaya karşı mücadele etmek ve bu durumun  bebeğin huyu değil,çözülmesi gereken bir sorun olduğunu kabul etmektir. Her gece 3 saatte bir uyanıp sonra uyuyamadığınızı düşünün, ne hale gelirsiniz zamanla?
Ha, İştar 9 da yattı 7 de kalktı ya, ben ne yaptım dersiniz? İştarın klasik uyanma saatleri olan saat 3 civarı, 5:30 da ve 6:15 te uyandım, kulakları diktim, bir süre uyuyamadım. Son uyanışımda ise zaten artık geri uyuyamadım. Yani deliksiz uyku uyuyan İştar oldu, ben değil :)



15 Nisan 2013 Pazartesi

Uyku Sorunsalı


Doğduğu günden beri İştar uyku konusunda hep vasat bir performans sergiledi. İlk 3 ay, yaklaşık 4 saatte bir uyanır, emer, yeniden uyurdu. Biraz daha büyüyüp, kendi odasına da geçince bir süre uyuma-uyanma düzeneğimiz şöyle idi:
23:00 - uykuya dalış (anne-baba da dahil)
04:00 - seslenerek uyanma, emme, akabinde yeniden uykuya dalma
06:00-  seslenerek uyanma, emme, akabinde yeniden uykuya dalma
08:00- seslenerek uyanma, emme, akabinde yeniden uykuya dalma
09:00 - güne başlama
Yani vatandaş bir kere derin uykudan uyandı mı artık 2 saatte bir uyanmayı/uyandırmayı kendine hak görüyordu üstelik yatış saati de bir bebeğe göre çok geçti. Yaklaşık 5 aylıkken verdiğim ani bir kararla, her gün biraz daha erken, biraz daha erken derken uyku saatini 9 civarına çekmeyi becerdik. Bu defa da benim kısaca 03:00 postası dediğim durum başladı. Her gece ama istisnasız her gece, İştar saat 03:00-03:30 arası bir saatte uyanıyor, emip yeniden uyuyordu.  Bu uyanıştan sonraki diğer uyanışlar ise o günün keyif,doyma,diş çıkarma vs durumlarına bağlıydı ve asla herhangi bir istatistiğe uymuyordu. Yeri geliyor babası Amerika'da ben annemlerdeyken saat başı uyanarak bana cehennem azabını yaşatıyor, yeri geliyor sabah 9 a kadar bir daha uyanmıyordu.
Yaklaşık 7 aylıkken, uyanmaları belki engeller diye düşünüp gece beslenmelerini de kestim. Ancak hala gece 3 postamız devam ediyor. Üstelik bu duruma bir de yeni bir şey daha eklendi: karga kahvaltısını etmeden İştar'la sabah neşesi fenomeni!
Uzun zamandır İştar hanım çoğunlukla 6 gibi hatta bazen 5:30 civarı gayet neşeli ve dingin bir şekilde uyanıyor; önce kendi kendine konuşmaya başlıyor, sonra kalkıp oturuyor, yatakta varsa oyuncakları onlarla oynuyor. Hani yürüyebilse, kalkıp kendine bi kahve koyacak, ev halkı uyanana kadar bi kaç dizi izleyip ipadden gazete okuyacak. OK ağlama filan yok ama, bu sabah neşesi durumları, aynı zamanda gürültülü de olduğu için mecburen biz de uyanıyoruz. E o saatte uyanınca da geri uyumak zor geliyor, dolayısıyla maaile güne 6 civarı, ekmek fırınları ve akşam postası işçi servis şoförleriyle birilikte başlıyoruz.
Daha geç yatırmayı denedim, olmadı. İnadına daha erken uyuduğu günlerde de yine bu sabah içtimalarımız hiç değişmedi. Üstelik belki uyur umuduyla uykulu gözlerle içirdiğim devam sütleri de hatunu daha da cin gibi yapmaktan başka bir işe yaramadı! Aramıza yatsın, belki bizden görerek uyur dedik, yok o da olmadı; bilakis suratımıza tekme atıp sırtımıza çıkmaya çalışıyor.
Tabi her derdin dermanı olduğu gibi bu durumun da mutlaka vardır; Amerikalılar bu işte baya uzman. Orada çocuk dediğin akşam 8 de yatıp, varlığını ancak sabah 8 de belli eden bir şey. Daha 4 aylıkken midelerine dolan "rice cereal" lardan mıdır nedir, ben babycenter.com 'da gecede bir kere uyandığı için karalar bağlayan az Amerikalı anne görmedim. Nitekim bu uyku mevzusunda 2 farklı yöntem halihazırda herkes tarafından uygulanıyor bi şekilde:

-  Cry it out - yani bırak zırlasın dursun eşek sıpası- yöntemi : Ferber isimli bir arkadaş tarafından oluşturulan bu yöntemde özetle bebeği yarı uykulu hale getirdikten sonra yatağına bırakıp usulca odadan sıvışıyorsunuz.Durumu anlayan çocuk ağlamaya başlıyor, siz dayanabildiğiniz kadar bu ağlamaya dayanıp duruma müdahil olmamaya çalışıyorsunuz. Burada amaç çocuğun şunu düşünmesini sağlamak galiba:"Olm bak ortalığı yıktım kimse gelmedi. Amaan s...et, ben de popomu döner uyurum ne uğraşıcam bunlarla,allah kahretsin böyle  anayı babayı" En geç bir kaç hafta içinde başarı garantisi veriyor
- Yatııır/Kaldııır yöntemi: Tracy teyzenin icadı olan bu yöntem biraz daha insaflı. Yani yatağa bırakılan bebe ağlamaya başladığında koşup kucağa alıp pışpışlıyorsun ama durumu uzatmadan bebeği yatağa geri koymak burada önemli.Bebe yine mi mızıldıyor, bir daha kucak-pışpış-yatır. Yine mi olmadı? Bir daha bir daha..
Bir de bizim coğrafyalara özgü bir başka yöntem var ki biz buna kısaca "ana rahmine geri dönüş" diyoruz. Bu yöntemde bir kere bebek taa ilkokul çağına gelene kadar ana baba odasında hatta "arasında" yatırılır; gık dese aman evladıım diyen anne kalkar, emzirir, bebek uyur; yarım saat sonra bir haydi bir daha..Etrafta söylenen her türlü yahu bu çocuk kazık kadar oldu hala ne işi var sizin aranızda laflarına itinayla kulak tıkanılır, çeşitli bahaneler uydurulur. Haa, bi şekilde bu çocuklar da gün gelir kendi odasında yatmaya kalkmaya başlar ama odaya postalandığı ilk günün acısını ileride psikolog koltuklarında çıkarırlar mı bilmem?


12 Nisan 2013 Cuma

Evdeki Vampire Sophie The Giraffe Tezgahı!

Ama bizim vampir kanla değil, devam sütü, sebze meyve ve etle besleniyor! Altta 2, üstte 2 toplamda 4 adet olan dişlere sanıyorum yenileri katılacak galiba ki İştar diş geçirebildiği herkesi ve her şeyi ısırıyor. Nasıl bir kalsiyum yüklemesi varsa, el, omuz ve bacaklara yapılan hamleler ciddi ciddi can yakıyor. Ama sorun şu ki, dün omzumu yakalayıp ısıran minik fare, ben can havliyle bağırırken gayet eğleniyor, kahkahalarla gülüyordu. Isırılacak materyellere insan uvuzları, ahşap sehpa köşelerir ve o an gözümden kaçan başka türlü tehlikeli şeyler de eklenince ve dış kaşıyıcı aletleri pek de ilgimizi çekmeyince, rotayı evime en yakın bebek mağazasına çevirdim.

Emzik ve biberonların arasında bir şey dikkatimi çekti: kutu içinde yaklaşık 18-20 cm boylarında şirin bir plastik zürafa : Sophie the Giraffe. Her yanı ısırılabilir durumda olan bu minik oyuncak,  kutunun arkasında yazan bilgiye göre aynı zamanda benekli olduğu için görsel stimülasyonu, karnına basınca ses çıkardığı için işitsel stimülasyonu da sağlıyormuş. Hah OK, bu işe yarayabilir diye düşünüp seçtiğim  başka gerekli (!) şeylerle birlikte kasaya yöneldim  ki, bir de ne göreyim: meğer bu minik zürafanın sesi yada beneği minik bebeği stimüle ederken, fiyatı da bunu satın alan kişinin kredi kartını ince ince okşuyormuş! Zürafa Sophie, KDV dahil 60 TL imiş!
Yuh deyip yine de artık niyetlendiğim için ödemeyi yaptım ama eve gider gitmez yahu 60 TLlik nesi varmış bunun diye kutuyu açtığımda süper kolpa bir durumla karşı karşıya olduğumu anladım.Meğer bu Sophiler 1961 den beri hiç değişmeyen bir tasarımla,  Vulli isimli bir firma tarafından Fransız Alplerinde bulunan Rumilly isimli bir kasabada, tamamen el yapımı olarak üretiliyormuş.Üretiminde doğa dostu malzemeler kullanan firma, zürafanın beneklerini de gıda boyasından boyarmış. Kutunun içinden çıkan ID kartına oyuncağın sahibi bebekle ilgili bilgiler yazılıp hatıra niyetine saklanabiliyor.
Adamlar olayı efsaneye döndürüp, kar marjını da ona katlamışlar belli ki.Dünyadaki her bebeğe efsanevi bir zürafa Sophie şart! Neyse bi de olaya şöyle bakmak lazım, plastik bi zürafaya 60 tl verdiysem, o oyuncak baş köşeye konacak ve İştarın çocuklarına da intikal ettirilecek, orası kesin! E zaten 1961 den beri olup biten de bu olmasın?
Sophie The Giraffe şu an İştar tarafından afiyetle ısırılıyor,karnından çıkan seslere gülünüyor vs. Ama hala en tatlı şey annenin omzu galiba ..
Bu ateş pahası zürafa efsanesi neymiş, herkes yıllarca bu kolpaya nasıl gelmiş diye merak edene:
http://www.youtube.com/watch?v=zEZFV59PkhY

11 Nisan 2013 Perşembe

Veee Tay Tay!

Ayağa kalkmayı ve yürümeyi  artık obsesyon haline getiren minik kızımın Çarşamba günkü ajandası oldukça yoğundu. Öğle uykusundan sonra Tülay teyzesiyle  yoğun bir hazırlanma, kıyafet giyme çıkarma vs sonrası gittiği anneannesinin evinde, hanfendiyi kucaklamak,mıncırmak ve altın takmak üzere bir salon dolusu teyze bekliyordu. Ben işten çıkıp annemin gününe uğradığımda, aşırı hoplatılmak ve sıkıştırılmaktan İştar kızım üstüne kusmuştu ama keyfine de diyecek yoktu. Sevinç naraları atarak o zigon altı senin, bu terlik üstü benim dolanıyor,etrafı toz duman ediyordu.
Derken gözlerimin önünde bir şey oldu: İştar antredeki merdivenlere yöneldi, tutunarak ilk basamağa yaslandı, oradan da merdiven korkuluklarına tutundu ve hooop ayağa kalktı!! Ve bana göre bir hayli uzun bir zaman o şekilde durmayı becerdi, hatta duruma ben müdahele edip onu oturttum. Zira kalçamızdaki bu geçmeyen displazi durumu yürümeye teşvik konusunda beni durduruyordu.
Akşam da babasının arkadaşlarının evindeki kedi yavrusunu kovalayarak geçiren İştar hanım, eve ben uyuduktan sonra girerek "yuh artık!" dedirtti. Uyutmak için biraz uğraştım ama deli gibi yatağın içinde ordan oraya tekme attığı için bu pek mümkün olmadı. Kızıma hergün Red Bull içiren kimse allah rızası için yapmasın bunu! Aramızda, bi şekilde sızmış kalmış, valla sabah farkettim ne yalan söyliyeyim.
Ve ertesi sabah, İştarın babası lafıını yapıştırdı: "Evlensek de kurtulsak!"

8 Nisan 2013 Pazartesi

Zeynep & İstar - Cousins Forever

Zapteylemekte artik zorlanmaya basladigimiz İstar hanim, Pazar gunu Neslihan yengesinin dogumgunu musabetiyle kuzeni Zeynep'le beraberdi. İstarin bebek/ cocuk gorunce ultra hiperaktiviteye baglamasina alismistik ama simdiye kadar genelde Zeynep İstara hep mesafeli durmus,aralarindaki iliski daha cok " o oyuncak benim ver" duzeyinde kalmisti. Ama dun durum cok farkliydi, iki kuzis yas farkindan dolayi belki saatlerce basbasa oynayamadilar  ama Zeynepin İstara surekli gulmesi, İstarin herturlu tacizine ragmen gikini bile cikarmamasi, kavgasiz gurultusuz beraber ayni yerde oturup herkesin kendi oyuncaklariyla oynamasi bile hepimize gorsel solen sundu.

8. Ay - Baby On The Move

Ev halki dikkaat! Heran karsisiniza İstar cikabilir! O artik heryerde, banyoda dusakabine dayanirken kuvete girmek isteyebilir,salonda muzik setinin kablolarinin tadina bakabilir, oradan mutfaga gecip patates- sogan torbasina el atabilir, oradan da sikilirsa rotayi giyinme odasina cevirebilir! 1 dakikayi asan bir sessizlik sozkonusuysa mutlaka İstari bi kontrol etmek lazim, cunku keskin bir hayiiir nidasiyla engellemeye calisacaginiz bir halt karismakla mesguldur muhtemelen.
İstar kizim artik gayet seri bir sekilde emekliyor,tutunabildigi her turlu yukseltiyi kullanarak kalkmaya calisiyor, hickimseden yardim almadan koltuga tutunup siraliyor. Zaten su aralar en buyuk obsesyonumuz ayaga kalkmak. Artik eskisi gibi objeler,resimler vs bizi pek ilgilendirmiyor,sikiliyoruz.
8. Ay rutin kontrolumuzde doktorumuz beslenme recetemize her gun eti de ekledi. İstarin beslenme programi bir hayli ciddilesti,doktora gore sikinti yok, icinde tuz olmadigi surece biz ne yersek onu yiyebilirmis ama adamcagiz herhalde bizim evde hergun 3 kap yemek ciktigini filan saniyor! Ama ise olumlu tarafindan bakmak lazim, İstar ne yiyecek dalgasina evde surekli taze sebze bulundurmaya hatta usenmeyip pazara bile gitmeye basladik. E gitmisken kendimize de birseyler aliyoruz tabi. Valla bu duruma buzdolabi bile alisamadi henuz!
Haftasonu İstar hanim 3. Ucak seyahatini Antalyaya yapti. Ev ortamindaydik hatta hava da pek guzel olmadigi icin fildir fildir gezdigimiz soylenemez. İstar her zamanki gibi cok uyumluydu ve asla beni uzmedi. Su Guney Amerika hayallerimi giderek daha da somutlastirmaya baslasam iyi olacak!
Kisaca zimbirti olarak tabir ettigimiz ortopedik aleti takmaya baslayali 2 ay oldugu icin son durumu gorebilmek adina gidip tekrar film cektirdik. Belirgin bir duzelme vardi ama maalesef tam iyilesme saglanmadigi icin aletle yasama 2 ay daha devam edip, 5 ay sonra yeniden film cektirecektik. Ve bir kez daha her turlu uyku egitimine planim suya dusmustu.

Previously On Ishtar (6-7.Aylar)

6. Ay -Ocak 2013
Evet daha düne kadar homini gırtlak pufidi kandil felsefesiyle gününü gün eden İştar hanımda büyük değişimler gözlemliyoruz. Hem yüzükoyun dönüp henüz tam bir emekleme olmasa da yuvarlanarak istediğimiz yere ulaşabiliyoruz hem de yattığımız yerden hop diye kalkıp oturmaya başladık. Oturarak oynayan bebek, herkes için yeni bir dünyanın kapılarını araladı. Artık üzerinden oyuncaklar sarkan cimnastik matımız o kadar heyecanlandırmıyor bizi, şu an annenin en fazla mesai harcadığı şey "İlk 100 Kelimem" isimli fotoğraflı sözcük kitabı, İştarın konuyla ilgili harcadığı mesai ise o kitabın ısırılabilir köşe ve kenarları. Genellikle olay şöyle gelişiyor:
Anne: "- İştar  anneeem baaak burda vak vak varmışşş, sarı vak vaaak" Bu sırada parmak ördek fotoğrafının üzerindedir.
İştar : "Ihh ıhhh, aguuu.." ve ağız kitabın köşesinin üzerinde.
Ve bir gün İştar hanımın ağzından ilk hecelerini duymaya başladık: ba-ba , de-de, ma-ma..
6. ay sonundaki rutin doktor kontrollerimizde, doktorumuz İştar'ın ısrarla kalça muayenesi yaptırmamasından şüphelenerek bizden kalça filmi istedi.Şüphelerinde de haklı çıktı: İştarda kalça çıkığı değil ama "kalça displazisi" denen birşey vardı. Özetle, İştarın kalça kemiklerinin gelişimi, 6 aylık bir bebeğe göre biraz geriden geliyordu. Bu durum kendi kendine de geçebilirdi ancak mevcut durumun mazaallah kalça çıkığına sebep olmaması için 2 ay boyunca geceleri yatarken içinde demir çubuklar olan ve bebeğin bacaklarını ayrık tutan bir alet takması gerekiyordu (bakınız fotoğraf). Bu süreçte emeklemesi teşvik edilmemeli, zinhar ayağının üzerine bastırılmamalı ve hep bacakları açık tutularak gezdirilmeliydi. Bu durum %80 kız bebeklerde ve ilk doğumda oluyordu; genetikti yada anne karnındaki pozisyondan dolayı oluyordu.
Durumun bir şekilde tedavisi olduğuna sevinirken,geceleri uyku konforunu sekteye uğratacak bu aletle beraber , başlamayı düşündüğüm uyku eğitimi projem suya düştü. Artık her gece İştar hanım uyutulurken, bir başka kişi aleti yatağına hazır bir şekilde yayıyor, İştar aletin üzerine yatırılıyor,usulca 6 adet bağı bağlanıyor ve bu aletten dolayı uyanmaması için dua ediliyor.
7. Ay- Dişim Çıktı !- Şubat 2013
6. ayın son günlerinde , iş için İstanbul'da olduğum bir 2 Şubat sabahı, İzmir'den haber geldi: İştar kızımın dişi çıkmıştı!
Ve ben o sırada yanında değildim :(
Alttan iki tane inci tanesi baş vermişti ve bana  sanki kızım daha da büyümüş hatta ergenliğe adım atmış gibi geldi bir an. Off ya şu anne olmak nasıl da abartma kapasitesini arttırıyor insanda!
Dişler bir tarafa, kalsiyumla ilgili bir diğer gelişmeyi de hareketlerde gözlemledik. Artık daha seri yuvarlanıyoruz, tombulluğumuza rağmen son derece atak bir şekilde kalkıp oturuyoruz, emekleme pozisyonumuz biraz daha  belirgin ve seri. İştahımız her zamanki gibi yerinde, anne sütü alımımız artık minimal düzeyde -sabah ve akşam iş çıkışı bir de yatmadan önce-, temel besinlerimiz genelde ek gıdalar.İştar hanım sabahları kendi pişirdiğim yumurtasız şekersiz bir bebe bisküvisiyle kahvaltı yapıyor, öğlenleri ev yapımı yoğurdunu yiyor, marketten de mümkün mertebe organik birşeyler almaya çalışıyorum ama nereye kadar sürer bu iş fikrim yok.
Artık beni ve babasını ayırtediyor, maalesef  sadece babasını görünce sevinç içinde "baba" diyor."Anneciiim "diye yalakalık yapacağı günleri iple çekiyorum! Olmadı viyadük desin!

Previously On Ishtar (5. Ay)


 Mobilite Sorunumuz Var Galiba!


Anne psikolojisi çok enteresan bişi; bebekle ilgili her türlü olumlu gelişim sevinç nidalarıyla kucaklanıp, aynı bana çekmiş bilinçaltı yaklaşımıyla özdeşleştirilirken; tüm olumsuzluklar bünyede ciddi yıkımlara sebep veriyor. Etrafla yapılan kıyaslamalar da bu dürtülerin tetikleyicisi aslında. " Valla bizimki daha 3 aylıktı, aa bi baktım, kendine kendine yüzükoyun dönmüş" cümlesini bir arkadaşımdan duyduğum an işte ben de torbaya girmiştim. İştar, daha bırak kendi kendine yüzükoyun dönmeyi, cebren ve hile ile yüzükoyun döndürdüğümüzde bile " ııh- ıhhh" deyip tekrar eski pozisyonuna dönmek için yalvarıyor, hadi ama kızım inatlaşmalarına da asla pabuç bırakmıyor. Herhangi bir emekleme gayreti içinde olmadığı gibi, ye-iç-yat felsefesini benimsemiş İştar hanım'ın yegane atraksiyonu 3 aylıktan beri yerden başarıyla kaldırabildiği kafası ve İştar yada Çağla diye seslenince " noldu?" bakışı atabilmesi.

Birlikte İlk Yılbaşımız ( Neden bloglarda hiç "İlk Regaip Kandilimiz" başlıklı entry olmaz, bi gün onu da yazıcam!)

Temmuzun ortasında 50 derecelerde, %198 bağıl nem oranlarında hayata merhaba deyip, ilk 5 ayını İzmir'de geçiren İştar'a hayatın sadece tropik iklimlerden ibaret olmadığını öğretmek maksadıyla, yılbaşına 2 gün kala Ankara'ya uçtuk. Sema teyzesinin evindeki çılgın yılbaşı eğlencesi programı ve Ankara'nın kısaca AVM'ye gitmek olarak  tabir edilen son derece renkli sosyal hayatı, -3 derece soğukta bizi bekliyordu. Bir İzmirli için oldukça zorlu iklim koşullarına sahip Ankara seyahatine özel olarak alınmış kalın kaşmir bir palto, en yünlüsünden bere ve eldivenlerimizi bavula koymayı ihmal etmedik
.
Ankara seyahatimizin en güzel tarafı İştar'ın hayatı boyunca çok nadir olarak görebileceği bir takım eş dost akrabalarla tanışması ve bir çoğunun koltuğuna kusarak yada çöp sepetine kakalı bezlerini bırakarak onlarda kalıcı izler bırakmasıydı. Önce en son evlenirken gördüğüm  dayıma uğradık, Fransa'da yaşayan kuzenimin de tesadüfen Christmast tatili için evde olması güzel bir sürprizdi.Oradan 3 kişilik çekirdek aile olarak eşimin amcasına ve kuzenlerine geçtik.

İştar kızım 31 Aralık günü ,yılbaşı gecesi eğlencelerine özenle hazırlanarak başladı. Her klasik Türk ailesi gibi kızıma günün anlam ve önemine istinaden noel baba temalı tulumunu giydirdim, kafasına kırmızı kukuletasını taktım. Yerde bir kaç debelenme ve bol bol poz verme sonrası yorulup sütünü de içen İştar hanım saat 9 sularında " ben biraz odama çekileceğim" diyerek istirahate ayrıldı. İlerleyen saatlerde oynanan tombala,sessiz sinema vs gibi oyunlar ve Sema'nın abla ve abisinin de yeğenlerle birlikte parti sahasını basması sonucu kalabalıklaşan evde eğlence, oyun hırsı ve içkiler gırla giderken, İştar kızım yukarıda tatlı tatlı uyuyordu. Belli bir süre sonra babasının da yanına kıvırılmasıyla nihayete eren gece, aylardır eğlenceden uzak kalmış annenin kandili sabah 6 da başka bir evde sucuk-ekmek partisinde söndürmesiyle son buldu. Neyseki İştar  ben gelene kadar hiç uyanmadı!


Tabi saat 7:30 da uyanan İştar hanım için 1 Ocak sabahı da herhangi bir gündü, dolayısıyla emzirme vs gibi rutin işler için yarım saatlik uykuyla görev başında hazır olmam icap ediyordu!
 Bana hayatımın en kıymetli hediyesini getiren 2012, güle güle! Vee..hoşgeldin 2013, yeni kıymetli hediyelerini bekliyorum!



6 Nisan 2013 Cumartesi

Previously On Ishtar ( 2-3-4. Aylar)

2. Ay - Emzirdikçe Çoğalmıyormuş Bu Süt!
Atlattığımız sarılık derdi,saat başı emzirme,süt sağma ve ölçümleme telaşı,bünyemin ısrarla alışmayı reddettiği uykusuzluk, ziyadesiyle monotonlaşan hayat ilk 2 ayın anahtar kelimeleri. Mutfağın bir köşesinde acil durumlar için saklanan mamadan mümkün mertebe uzak kalsam da, ilk ayın sonunda yapılan kilo ölçümümüz, biraz hayal kırıklığı yaşatmıştı.İştar doğum kilosunun sadece 400 gr üzerine çıkmıştı, oysaki minimum 700-800 gr almış olmalıydı, bu durumda doktorumuza göre gönül rahatlığıyla mama verebilirdik. Gün boyunca yaklaşık 20 defa yaptığım emzirme seansları sırasında yalayıp yuttuğum her türlü bilimsel/gayribilimsel makale ve forum sayfalarında iddia edilenin aksine, süt üretim fasilitemin kapasitesi belli bir noktada kalıyor,üzerine çıkmıyor; doymayan İştar hanım mızmızlanıyor; yarım yamalak uyuyordu. Bir yaz akşamüstü ilk defa verdiğim 60 cclik mamayı yutarcasına bitiren İştar'ın akabinde 4 saatlik tatlı bir uykuya dalmasıyla ben de mama takviyeciler kervanına dahil oldum. Aynı miktarda sütü ben de verebiliyordum ama ne hikmetse velet doymyor, doyamıyordu. Süt artsın diye yediğim helvaların, içtiğim still tee'lerin ve bilimum başka gıdaların da bu noktada hiçbir katkısı yoktu. Sağım sonucunda elde edilen süt,60 cclik çizgiyi 1 cc dahi aşmıyordu. Eyy forumlarda orada burada işkembe-i kübradan sallayan anneler: emzirdikçe gelir lafı yalanmış!
3. Ay - İşe Dönüş
Eylül ortalarında sürekli bebekle evde oturmaktan kurdeşenler döken bünye, en sonunda dayanamayıp İştar hanımı arabanın arka koltuğuna yerleştirerek işe götürmeye başladı. 1-2 saatle başlayan şirket ziyaretleri, teyzenin de " ver biraz da bende dursun" sihirli cümlesiyle  daha da uzadı. Yaz aylarında 60 cc yi zor bela getiren süt fasilitem, kendi çapında kapasite arttırımına gitmiş, hatta 3 saati aşan emzirme araları bana şiddetli göğüs ağrılarıyla geri döner olmuştu. 3 aylık bebek ne yapar? Valla işin gerçeği hiçbirşey. İştar hanımın bakımı giderek kolaylaşmış, sadece açlık krizlerini takip edip elde mama yada hazır edilen memeyle olaya müdahil olmak yeterli olmaya başlamıştı.Kilo alımımız "maşallah topaç oldu bu" düzeyine gelmeye başlamıştı.
 4. Ay -İlk Uçak Seyahati & Bakıcı Dileması
Hepimiz uçak içinde avaz avaz bağıran ve etrafı sinir eden bebek modeliyle karşılaşmışızdır. İştarın da benzer bir vakaya konu olup olmayacağını test amaçlı Kasım ayında  bir İstanbul seyahati planladık.Emzik,biberon,meme vs tüm ekipmanlar ulaşıma hazır halde binilen uçağın kalkışından 5 dakika sonra tatlı bir uykuya dalan minik kızımın halini görür görmez hemen anne kız birlikte gideceğimiz Güney Amerika seyahatinin tatlı hayallarini kurmaya başladım. Evet, babasından aldığı gen aktifti: tekerlek döner, İştar hanım uyurdu.. İstanbul'a vardığımız ilk akşam, İştar'ı babasına emanet edip, Asmalı' daki mekanlardan başlamak suretiyle gece hayatına aktım. Beşinci ve son durağımız olan Tektekçi'ye geldiğimizde artık dayanamayacak durumdaydım: yaklaşık  7 saattir İştar'ı emzirmemiştim ve ciddi bir göğüs ağrısı çekiyordum.Benim neyime zaten gece hayatı deyip, taksiye atlayıp İştar'ın yanına döndüm ve çok acayip bişi oldu: artık basınçlı kaplar teorisi mi hangi fizik kanuna sığar bu iş bilemiyorum ama, uyuyan İştar'ı daha ancak kucağıma almıştım ki birdenbire sütüm havaya fışkırmaya başladı. Elime boş bir biberon alıp fışkıran sütleri toplamaya çalıştım ama tutturamadım.Ve suratına damlayan sütlerle İştar Hanım uyandı, allaaaah ziyafet var diyerek emmeye başladı. Orasında burasından sızan sütlerle karnı tok sırtı pek yeniden uykuya daldı!
Bu dönemde hayatımızdaki en büyük değişiklik, artık İştarı terkime atıp işe götürmek yerine evde bakıcısıyla bırakıp işe gitmeye başlamamdı.Çünkü hatun kişi artık toplantı masasının ortasında saatlerce uyumuyor, giderek daha fazla ilgi ve mesai istiyordu.Haftanın 3 günü, günde 5-6 saatle başlayan terkedişler, duruma psikolojik olarak alıştıkça daha da uzamaya başladı. Bir anne için belki de verilen en zor kararlardan biri bu. Çünkü anne asla başka bir kişinin çocuğuna en az kendisi kadar iyi bakacağından  emin olamıyor.İştarı aslında başkalarının da gayet iyi uyutabileceği yada banyosunu yaptırabileceği gerçeğiyle yüzleşmek çok zor. Bu aşamalarda bazı kadınlar "amaan sallarım işi de gücü de ben evde oturup çocuğa bakacağım" kararını da verebiliyorlar. Bu aslında bebekle evde geçirilen saatlerin, günlerin annenin psikolojisini nasıl etkilediğiyle doğrudan ilişkili. Eğer anne halinden gayet memnunsa, dışarıda kaçırdığı hiç birşey olduğunu düşünmüyorsa, evde bebekleyken başkalarıyla da bir şekilde sosyalleşebiliyorsa, akşam baba yorgun argın işten eve geldiğinde "bütün gün buna ben baktım,al biraz da sen oyala" derdine düşmüyecekse,OK, her şey çok iyi bence.
4. ayımızın sonlarına geldiğimizde, annemlerin de bizimle aynı yere taşınmasıyla beraber, sabah 9:30- akşam 17:30 mesailerime tam anlamıyla geri döndüm. Bu arada İştarın kilo alımı topaçlıktan " hmm biraz daha az mı mama versek" mertebesine ilerlemiş, daha şimdiden hatuna 9 aylık tulumlar giydirmeye başlamıştık. Persentil muhabbetlerinde kilomuz 90larda, boyumuz 75 lerde olunca, 300-400 gr.lık fazlalıklar göz batmaya başlamıştı.


5 Nisan 2013 Cuma

Bir Kelime Bir İslem

Kronolojik sirayla gidiyorum demistim ama sunu yazmadan yapamayacagim: İstar kizim su an 8 ay 3 haftalik. Babamiz is seyahatine Fransaya gitti, her zaman oldugu gibi ana kiz birlikte anneannesindeyiz. Yorgun argin ve korkunc bir basagrisiyla isten ciktim,su an tek dilegim bir an once uyumak. İstar benden once davrandi yaklasik 20:30 dan beri uyuyor...- du.
Az once uyandi ve her zamanki gibi konusmaya basladi ama bu sefer olayi biraz abartti galiba: bir yandan  elini sallarken bir yandan takilmis plak gibi surekli bye bye diyor yattigi yerden! Bye bye bitti, baba ya gecti,o bitti top top demeye basladi..sonra yine el sallarken bye bye.aralarda diksiyon dersine gelmis kezban misali sessiz sessiz agzini acip kapiyor,sanki acik ses kapali ses calisir gibi.
Çok sukur henuz kufur filan ogrenmemis,yani en azindan kelimeleri o niyetle kullanmiyor! Henuz anne diyemiyor ama yerli yerinde  kullandigi ilk kelime olan mama da rusca da anne demek nasil olsa, ben de kendimi oyle avutuyorum iste naparsin:)

Previously on İshtar (İlk 40 Gunumuz)

Lohusalikti,bebek bakimiydi,yeni hayata alismaydi vs derken bir turlu baslayamadigim blog tutma olayinda sanki bir onemi varmis gibi mumkun mertebe kronolojik sirada ilerlemeye gayret ediyorum. İsbu sebepten İstar hanimin ilk aylarini bugun ilk defa kabiz oldu, ilk gulucugu pek sirindi,disini cikardi vs gibi flas haberlerle an be an aktarmam pek mumkun olmayacak.o yuzden simdilik flashbacklerle idare edicez. Ama bu kisim bitsin,soz sudenazin annesinin bloguna dondurecegim buralari.

İlk 40 Gun,Kirki da Kirik Gun

Son 50 yilin en sicak Temmuz ayinda aramiza tesrif eden İstar kizimla birlikte bambaska bir yasam bicimi baslamisti benim icin: herseyinden sorumlu oldugum,minicik birsey. Artik is,guc ,gezme tozma,hobiler vs yoktu, belirli araliklarla degistirilmesi gereken bezler, surekli emmek isteyen ac bir bebek ve alabildigine bir uykusuzluk vardı...uykusuzluk.Evet ilk gunlerden beri annelikle ilgili alisamadigim tek sey uykusuzluk. Hatta oyle ki,hasbelkader 8 saat uyudugum gunlerde bile kendi kendimi yoklayip" uykumu aldim mi yani simdi ben?"diyorum,inanamiyorum.
Cok sansliydim cunku İstar nisbeten huzurlu ve kolay bir yenidogandi. Sadece aciktiginda agliyor onun disinda surekli uyuyordu. Ama sorun suydu ki minik kizim surekli acti! Evde laborant kesilmistim,emzirme aralarinda surekli pompayla sut sagip,cikan kac cc diye olcumluyor,beslenme araliklarinin grafiklerini tutup,gunluk cikan kakali bez sayisina bolup, verdigim ilave mamalarla topluyordum!
İpad ve iphone uzuuun emzirme seanslarimin vazgecilmeziydi,İstar hanim beslenirken ben de internette takilirdim. O donemki google search datalarimi alt alta siralasak muhtemelen soyle bisi cıkar:bebek emmiyor/ sutum az/ sutum cok/kac cc mama/ sut arttiran besinler/ fasulye bebekte gaz yapar mi/ 1 aylik bebek kabiz vs.. Kah imla ve gramer hatalarinca, smileylerce zengin,zekaca fakir forum sayfalarinda yazilanlari okuyup eglenir, kah vay anasini kadin daha dogurali 3 gun olmus ama saginca 150 cc sut cikiyormus diye hirslanirdim.
Kizimiz dogduktan sonraki ilk hafta kanindaki bilurubin seviyesi tehlike sinirinda ciktigi icin doktorumuz UV yataginda uyumasini onerdi.Sarilik tedavisinde kullanilan bu yatak  esasen cok ilginc bisi: solaryum mantiginda mavi isik sacan ,bebegin ancak sigdigi,fise takilip calistirilan alete bebeyi sadece beziyle yatiriyorsunuz. Orada ne kadar uzun saat kalirsa sarilik tedavisi de o kadar etkili oluyor.  Biz aşağıda fotoğrafını gördüğünüz bu yatağı beşiğin içine koyarak kullandık. Bebeği bu yatağa yatırınca ortaya çıkan görüntü insanı biraz irite ediyor, sanki çocuğu yakıyormuş yada ona bir zarar verecekmiş gibi geliyor ama elbette yok öyle bir şey. Hiç korkulacak bir durum değil. Zaten yeni doğanlar genelde hayatlarını beslenerek ve uyuyarak geçirdiği için, buradaki tek fark yatağında değil, bu aletin üstünde uyuması, hepsi bu.Üstü çıplak kaldığı için biz İştar'a ince bir battaniye de örtüyorduk, burada battaniyenin ışık geçirgen beyaz renk olması daha iyi oluyor.

Tipki bir zuzayli gibi 2 gun UV yataginda takilan İstar hanimin biluribin degeri son tahlilde dusuk cikinca doktorumuz haydi gecmis olsun dedi, biz de rahat bir nefes aldik. Ancak İstarin gozlerine kadar ilerleyen sari rengi neredeyse 2 aylik olana kadar devam etti,sonrasinda o da gecti.
İyice bunaltan sicaklar ve mutemadiyen calisan klimalar ya cocuga dokunursa endisesiyle İstar kizimi alip kendimi Cesme'ye annemlerin yanına attim. Yaz bitene kadar Cesme'ye gidip geldik. 
Hic alisik degildim ama ilk defa isten gucten gercek anlamda kopmus,maillerime bile 2-3 gun gecikmeli bakar olmustum. Aktif bir yasamdan emzir- uyut- alt degistir dongusune girmistim bile
Bu donemde lohusa depresyonuna giren sevgili kocam kendini misafirler icin evde eksik edilmeyen pastaya borege vermis, saskin saskin etrafta dolaniyordu.Zaten bebekli evlerde galiba kocalarin ana sorumluluk alani lojistik ,yani kisaca getirci goturculuk:bez bitti kap gel, rezene cayi yap ,su tabagi gotur,emzigi getir..
İstar hanim doktor vs disinda ilk disari gezmesini 5 gunlukken  babasiyla birlikte bir birahaneye yaparak yine kendi capinda ilklere imza atti. Ben o esnada cok kiymetli bir aktivite olan uyumakla mesguldum ama o gezi de pedagojik olarak incelenmeli kanimca! 
Ve 40 günün sonunda gerçekten de bir şey oldu: sanki her şey daha iyi gibiydi,her şey daha bir oturmuştu.Aslında elbette 40 günlük süre fiziksel olarak doğum sonrası vücudun kendini toparlamasından başka bir şey değil ama bebeğin gelmesiyle alt üst olan hayata ancak 40 günde alışabiliyor insan galiba. Ve geriye dönüp baktığımda, hamilelerin nasıl doğum yapacağım, hastaneye gelenlere hangi model bebek şekeri ikram edelim,hangi model puset en iyisi vs kaygısından çok aslında emzirme konusuna odaklanması gerektiğini anlıyorum. Gerçekten en önemli şey emzirmek , bebeğin bir şekilde anne sütü alması.Geri kalan her şey boş..


Etimoloji ve Dilbilimine Giriş: Bebeğe İsim Koyma

Sevgili eşim, kızımız henüz portakalda vitamin dahi değilken isim konusundaki tercihini son derece demokratik bir şekilde bana bildirmişti: çocuğun adı İştar olacak! Hop, bi dakka,İştar nedir kimdir diye wikipedia araştırmalarına daldığımda, anladığım bu terimin Mezopotamya mitolojisinde Afrodit'in tam karşılığı olan bereket ve güzellik  Tanrıçası olduğuydu. Yani bu "dişi" bir isimdi. E peki hadi afacan bir oğlan doğurursam bu çocuğun hali nice olur; o vakit elemana pembe tulum giydirip, kurdele mi takıcaz yani diye karşı beyanatta bulunduğumda, müstakbel baba adayının yanıtı gecikmedi: "yook, o kız olacak"..
Ve gerçekten de babamızın vitamininin 12. hafta ultrason görüntüleri, bunu konfirme eder nitelikteydi: evet dişiydi hatun kişi..Bu durumda İştar isminden annesi olarak kaçarım yoktu, kehanet tutmuştu. Kızımız hayatı boyunca ismini telefonlarda bir daha bir daha kodlayarak tekrar etmek zorunda kalacak, "İş-- ne??" lafıyla sık sık karşılaşacaktı.
Bu duruma gönlü razı olmayan teyzesinin son bir hamlesiyle İştar'ın yanına eklediğimiz klasik bir isim Çağla'nın gelmesiyle  kızımın nüfus cüzdanı şekillendi.Çağla şu an bizim "public" ismimiz, yani orada burada "ay ne tatlı şey, kaç aylık" sorusunun hemen ardından gelen "adı ne" ye cevaben, soran kişiyle olan samimiyet durumuna bağlı olarak, Çağla deyip geçiştiriyorum.
Hadi İştar gene bu toprakların Tanrıçası, peki ya beyaz Türk ana-babaların nüfus müdürlüğünden  kimlik çıkarırken hayli zorlandıklarını tahmin ettiğim diğer  elitist isimlere ne demeli? Etrafta şu an altında beziyle dolanan ama gelecekte müdür, hakim,kaymakam olacak nice Kayralar,Venüsler,Zeuslar,Marslar ve hatta Poseidonlar dolanıyor. Evet üzerinde mum+dad= me  yazan tulumuyla bir Muharrem gerçekten son derece kitsch bir görüntü ama iyi de, gün gelecek bebek Muharrem," Muharrem Bey'e" döndüğünde onun bir karizması, bir ağırlığı olmayacak etrafına karşı?
Bebeğime en ilginç ismi ben koymalıyım hırsıyla yanıp tutuşan ebeveynlerin özel önem verdikleri bir diğer konu da bebeğin isminde mümkün mertebe Türkçe karakter olmaması. Yani daha doğmadan don biçilen her şeyden habersiz bebe, uluslararası platformlarda yazışırken yarın bir gün zor durumda kalmasın; her türlü ecnebi onun ismini okuduğunda aynen olduğu gibi telaffuz edebilsin diye bu çaba. Hatta bunu bir adım öteye taşıyanlar,  enternasyonel bi isim olsun, her dilde karşılığı olsun derdindeler.
Çocuğunun ileride kendi isminden global bir marka yaratma ihtimali varsa o ayrı konu ama bırakın da kara kaşlı kara gözlü, TC pasaportlu bebenin adı kendi gibi "lokal" bişi olsun, kasmayın.Unutmayın ki General Motors'un Güney Amerika'da  dünya kadar lansman bütçesi harcayarak piyasaya sunduğu Chevrolet Nova model araba,Portekizce'de "gitmeyen" anlamına geliyordu! İnternette saatlerinizi harcayıp her türlü mitolojik kaynağı yalayıp yutarken bulduğunuz o dahiyane- eşsiz -benzersiz isim,  yarın bir gün çocuğun karşısına hiç hesaba katmadığınız bir anlamda çıkabilir, benden söylemesi!


Tüp Bebek ve Normal Doğum


Istar kizim her ne kadar hayata baslangicini bilumum igneler,hormon ilaclari vs gibi  son derece dogal olmayan bir sekilde yaptiysa da aramiza katilmasi ,ornegine Turkiye'de az rastlanan bir sekilde normal dogumla oldu. Tam da normal dogum- sezeryan tartismalarinin doruga ciktigi gunlerde, biraz doktorumun " ama normal doğan bebek hastalıklara daha dirençli olur" lafı, en cok da esimin istegi uzerine ,pek de hevesli olmayarak bir sansimi denemek istedim. Becerebileceğimi de hiç düşünmedim ve haftalarca herkesle bu mevzuda fikir telakkisi yaptım. Google'da tüp bebek ve normal doğum yazınca doğru dürüst yaşanmış bir olay bile çıkmıyordu ve okuduğum tüm vakalarda doğum sezeryanle yapılmıştı.Yani görünüşe göre bu işin Don Kişot'u ben olacaktım.

 Kafam soru işaretiyle doluydu: doktor suni sancı diyordu, istersem epidural da alacaktım, sonrasında dikiş de atılacaktı. E o zaman bi sürü doğal olmayan şey yapılacaktı, bu doğumun neresi normaldi ki?  

Sanci cekmekten yada  normal dogumun diğer zorluklari konusunda zerre korkum yoktu ancak kizimi normal dogumun olasi risklerinden nasil koruyacagimi bilemiyordum. Çünkü internetten şöyle bir baktığımda normal doğumun dezavantajları listesi hayli kabarıkken sezeryanda liste pek cılız gözükmüştü gözüme.
"Amaan nasıl olsa  bir sekilde sezeryana donulur" dusuncesiyle dersimi zerre kadar calismadan(doğum kursuna gitmeyi, nefes egzersizini bırak, en azından you tube dan filan bir doğum videosu izleseydim fena olmazdı hani) hastaneye girisimi yaptik.Neticede bizim tüp bebek gayet de normal normal doğdu.
 Istar hanimda doguma iliskin en ufak bir hareketlenme olmadigi icin saat 10 civarinda azar azar suni sanciyla baslayan maraton ( soldaki fotoğrafta gördüğünüz seruma benzeyen şey suni sancı sıvısı ve bu alete bağlı bi şekilde bütün günümü koridorda volta atarak geçirdim) ancak geceyarisi  kizima kavusmamla son buldu. Suni sancı o kadar da korkulacak bir şey değil, yani illa normal doğum istiyorsan ve sancın gelmediyse kaçınılmaz bir şey. İştar doğumhanede bile inatçı çıktı, bir türlü doğmak bilmedi ve doktorum  durumu daha fazla uzatmak istemediği için son dakikada vakum kullanarak kızımı doğurttu. Korkularimin aksine İstar sapasaglam ve son derece saglikli bir sekilde dogdu ancak ben saatler suren aç-bilaç bekleyis, dogumhanedeki surecin uzamasi ve dogumdan sonra heyecandan yine uyumadigim icin oldukça bitkin dusmustum.
Son dönemlerde beyaz Türkler arasında yükselen değer  "normal doğum" oldu.Artık her hamile normal doğum istiyor, imkanı olan doğum kurslarına gidiyor, internetten araştırmalar yapılıyor,aman epizyo kesisi olmasın diye o koca karnıyla haftalarca perina masajı yapanı bile duydum. 90'lı yılların elit anneler arasındaki modası  "parayı bastır sezeryan yaptır" mantığı nasıl oldu da 10 yıl sonra normal doğum obsesyonuna döndü hala anlayabilmiş değilim, anlayan varsa beri gelsin.
Acaba "ben çektim, ama sana çektiklerimi anlatmayacağım;sen de çek bak çook güzel bişi bu" diye sinsi sinsi insanlar birbirini gaza mı getiriyor? Batik gömlekli, meditasyonla sakinleşip, organik gıdayla beslenen, atıklarını ayrı kutulara doldurup atan doğalcı teyzeler mi bu işin başında yoksa? Normal doğumu hedefleyip ,kasan anneler: Ben normalini yaptım, bebe açısından İştar'ı sezeryanla doğan bebelerle kıyasladığımda valla bişi farketmiyor gibi. Yalnız şu dikkatimi çekiyor:  etrafımda sezeryanla doğan bebeklerin neredeyse hepsi zor bebekler oldu: bir şekilde çoğu kolikti ,uyku sorunları uzun zaman düzene girmedi,diş çıkarma dönemleri  sancılı oldu, çok sık üşütüp ateşlendiler hatta daha 1 yaşına gelmeden ateşlenip antibiyotik dahi kullanan oldu. Yani doğumu kolay, bakımı zor bebekler oldu hepsi.  Ha elbette bu blogdaki her bilgi gibi bu bilgi de tamamen gözleme dayalı olup, bilimsel hiçbir tarafı yok.

Normal doğum anne için iyi derler ya o da herkes için geçerli bir bilgi değil. İlk haftam gerçekten zor geçti.Doğumdan hemen sonra, hala bilinmeyen bir sebepten dolayı bir değil, tam iki kere doğum dikişlerim açıldı.Hele ki taburcu olduğumun ikinci gününün akşamı vallahi sezeryanla doğum yapmış  kadar acı çektim diyebilirim.Ağrı kesiciler filan fayda etmiyordu. Ama işin gerçeği zor geçen ilk 1 haftamın asıl müsebbibi normal doğum yapmış olmam değil,daha çok havanın aşırı sıcak olması, hala şişliği inmemiş ayaklarım ve emzirmeyi beceremiyor olmamdı. Belki sezeryanla doğum yapmış olsaydım buna bir de dikiş yerimin ağrısı eklenecekti, bilemiyorum.
İki yöntemi kıyaslayabilmek için her ikisini de yaşamak gerekir kanımca. İlk doğumu çok zor geçen,saatlerce doğumhanede çığlık atan, ciddi psikolojik travma yaşayıp bir de  fıtık olan bir arkadaşımın ikinci bebeği, 4 kiloyu geçtiği için sezeryanla alındı. Yorumunu asla unutamam: "Sibel, sezeryan süper bişi inanılmaz rahat, kim bulduysa allah razı olsun, beş dakikada her şey bitiyor"
Ama beri yandan da ikinci bebeğini, ilk bebeği teknik nedenlerden dolayı sezeryanla doğduğu için yine sezeryanla doğum yapacak bir başka arkadaşımın  3.hamileliği ile ilgili en büyük isteği bir şekilde normal doğum yapabilmek!
Bakalım ikinci hamilelikte rüzgar nereden esecek? Asla büyük konuşmayı sevmem.Ama söz, her şeyi olduğu gibi buraya yazacağım..

4 Nisan 2013 Perşembe

40 Hafta Hamilelik & Gebelik Diyabeti

İlk 3 Ay- Endişe ve Rölanti

İlk 3 ayım, kanıma girip- bilinçaltıma sızan kendi de aynı yollardan geçmiş çocukluk arkadaşım sayesinde , her an bebeği kaybedebilirim endişesiyle işten güçten izin alıp annemlerin evinde, her türlü stres ve endişeden koşar adım kaçarak geçti. Doktorlara göre 10. haftadan sonra tüp bebek gebeliği ve normal gebelik arasında istatistiksel olarak hiçbir fark kalmıyor ancak tek yumurtayla mucizevi şekilde hamile kalmış bir anne adayına  bunu anlatmak çok zor. Bu eve kapanma döneminin bana getirisi ayıma göre oldukça önden giden kilo alımım ve son zamanlarda stres katsayısı dayanılmayacak seviyeye gelmiş işyerimden uzaklaşıp biraz silkinip kendime gelmem. Her sabah 9 da eve gelen iğneci amcanın yaptığı progesteron iğneleriyle her yanım delik deşik olmuştu ama ne gam! Bebek bekliyordum  artık, işallah ben de anne olacaktım!
Ve Ocak ayına geldigimizde bebeğimizin cinsiyetini öğrendik:kız! Artık ona bakla,yaratık,pirinç,the thing,piknik tüp vs gibi şeyler yerine, ismiyle yani İştar olarak hitap etmemin zamanı gelmişti...
İlk 3 ayımı bitirdikten sonra  evime geri döndüm ancak doğum yapana kadar bilerek ve isteyerek hayatı rölantide yaşamaya söz verdim kendi kendime.

İkinci 3 Ay -  Bol Alışveriş ve Gebelik Diyabeti


Allaaam fil olucam ben endişesiyle her gün spora vuran bünye, çok geçmeden genetik mirasımın parçası olan  uzun boy, uzun bacak yada geniş omuzlar gibi güzel şeylerin yanı sıra, gebelik diyabeti ve varislerden dolayı gün be gün şişen ayak bilekleri ve ayaklarla tanıştı.Şiş ayak, öğrencilik yıllarının 8 saatlik İzmir-İstanbul otobüs yolculuğunda Sabuncubeli mevkiine gelindiğinde farkedilen ama üzerinde durulmayan bir konuydu, diyabetle olan ilişkimse marketlerin diyabetik ürünler bölümünden "hmm bunun kalorisi de düşüktür allah bilir "düşünceleriyle alınan reçel yada çikolatadan ibaretti.!
Ama o genler  bana ihanet etmiş, şeker yüklemesi testi sonucum "oha yok artık" seviyesinde çıkmıştı. Elde rapor doktora koşuldu, şişen ayak ve artan varisler için yapılabilecek pek birşey yoktu ancak gebelik diyabeti çok mühimdi, hemen diyete başlanmalıydı.
Karalar bağlanarak, hamile halimle canım ekler pasta çekerse napıcam ben diye başlanan glisemik endeksi düşük özel diyet listem, umulmadık şekilde benim kurtarıcım oldu. Doğurduğum güne kadar harfiyen uyguladığım diyetim sayesinde doğuma sadece 10 kilo alarak girdim, şiş ayaklarım hariç süper fit bir hamileydim, hani neredeyse "hohoyt iyi ki gebelik diyabeti çıktı bende" diyeceğim. Çünkü muhtemelen bebeğin canı çeker şimdi diyerek kalan aylarımı bilumum abur cuburla tıkınarak geçirip, sevimli bir ay parçası  olarak ortalarda dolanacaktım!
Kan şekerimi dengelemek için neredeyse her gün 4 km yürüyüş yaptım ve bu süreçte Uno Denge Light ekmeğin lezzetini, light süt ve light yoğurdun da gayet tatmin edici olduğunu, yulaf kepeğinden sütlaç,helva ve bilumum tatlıların da yapılabileceğini öğrendim. Asla aç kalmadım ve açıkçası  şu an hamile kaldığım kilonun 4 kilo altındaysam sebebi o zamanlardan kalma beslenme alışkanlıklarımdır. Eğer sizde de gebelik şekeri yüksek çıktıysa hiç üzülmeyin,hatta sevgiyle kucaklayın bu durumu;muhtemelen yarım dünya bir hamile olmayacaksınız!
Bu döneme  Dubai'deki Carters-Gymboree vs bilindik mağazalardan birim fiyatı 10 USD'lık cicileri sevinç naraları atarak aldığım ve vay anasını çölün ortasına neler yapmış adamlar diye klasik Türk geyiğini yaptığım kısa bir seyahat de sıkıştırdım.Kendimden esirgediğim ilk Burberry alışverişini de kızımın şerefine bu alışveriş cennetinde yapıp kredi kartıma abandım. Sonraki ay sektörel bir fuar için gittiğim Milano'da Via Montenapoleone'de yine bir ilke imza atarak tutup, görmemişin kızı olmuş hesabı Versace'den pembe bir bebe çantası da almayı ihmal etmedim. Son günümüzde Como yolunda keşfettiğimiz Chicco Village da  etiketi 70 euro, indirimle 5 euro olan  hamile kıyafetleri ve diğer ıvır zıvırları da klasik Türk kurnazlığıyla  hemen oracıkta sahte bir adres verip edindiğim Chicco card ile alıp son noktayı koydum. İştarın giysi dolabı gelen hediyelerle birlikte bir hayli zenginleşmiş hatta yaptığım envanter hesabına göre, stok maliyetimiz son derece mütevazi giyinen kocamla ikimizin toplam taşınmazlarına yakın hale gelmişti.

Son 3 Ay- "Allaam Çok Sıcak Burası!" ve Şiş Ayaklar

Bastıran sıcaklarla  birlikte hepten kabına sığmayan ayaklarıma uyan tek şeyin bir terlik olduğu gerçeğiyle yüzleştim ve resmen son 3 ayımı hep aynı terlik ve 41 numara Campers deri spor ayakkabıyı giyerek geçirdim. Berbat ötesi derecede şişmiş ayaklarım haricinde inanılmaz  fit ve sağlıklı bir hamileydim.Hiç ağırlaşmadığım için  son güne kadar her işimi   kendim yaptım,yoğun çalıştım ve çok şükür her şey de yolunda gitti.. Bu arada oda hazırlıklarımız hız kazandı, hayır pembe olmasın dedik, hadi kıro pembe olmasın bari toz pembe olsunda karar kıldık.Arkadaşlarımızın arasında en geç anne baba  olmamızın en büyük faydasını bu aşamalarda gördük.Elimizde hazır alış veriş listeleri ve test edilip onaylanmış tedarikçi isimleriyle cidden hiçbir detaya kafa yormadan sadece indirimleri kollayarak tüm eksikleri tamamladık.Beşik,puset gibi temel ihtiyaç malzemeleri de İştar hanımın müstakbel kuzeni Zeynep'den gelince artık herşeyimiz hazırdı.
Mayıs sonu itibariyle bastıran sıcaklar bana da kelimenin tam anlamıyla "bastı".Her gece 18 dereceye ayarlanmış klimanın altında yatarak yine de kavrulurken, eşim battaniyenin altında titriyordu. Her yer sıcaktı,her şey sıcaktı, sıcak çok sıcaktı!!
37. hafta itibariyle ," hadi hastanede görüşürüz" diye vedalaştığımız insanlarla ertesi hafta yeniden bir araya gelmek de son 1 ayın klasiklerinden olmuştu. İştar hanımın keyfi yerinde,yediği önünde yemediği arkasındaydı ki gelmeye hiç de niyeti yok gibi görünüyordu. 39. hafta itibariyle işe gitmemeye başladım ki bıraksan hala çalışacak durumdaydım.

40.haftayı doldurduğum gün,doktorum beyanatını verdi:  suyun yerinde,plesantan genç yani özetle daha bu bebek takılır orada ama çok irileşirse de normal doğum şansımızı kaçırırız. Cuma sabah  hastaneye yatışınız yapıla,suni sancıyla doğum başlatıla!
Ve 13 Temmuz Cuma (evet Friday the 13th) sabahın kör bir vaktinde ama 40 derece sıcak havada, artık dayanılmayacak derecede şişen ayaklarımda 41 numara yeni Sabo terliklerim, bagajda hastane bavulum,bilumum pembe oda süsleri ve can sıkıntısından bir önceki hafta ellerimle  hazırladığım agucuklu gugucuklu bebek şekerlerimizle İştar hanıma kavuşmak üzere hastaneye gittik.
Minik baklam 9 ayda büyümüş,kocaman olmuş ve dış dünyayla yüzleşmeye hazırdı artık...İyiydik ama böyle be güzel kızım...



Tüp Bebek Tedavisi ve Darwinizm

İştar kızımın hayata ilk merhaba dediği yer sıcak ana rahmi değil, yaşadığım şehirdeki bir tüp bebek merkezinin embriyoloji laboratuarındaki kültür sıvısı içinde oldu.Ben infertilite tedavisi görenler kategorisinde şanslı olanlardandım;  " ay evet bizim çocuğumuz olmuyor galiba" dememle, tüp bebek merkezinden "eşiniz hamile" haberinin gelmesi arasındaki süreç sadece 4 aydı.
Denedik, denedik, olmadı; e yaş da 30'un üzerinde olunca fazla beklemeden doktora koştuk.Hormon değerleri ölçüldü biçildi, bakıldı ve 2 ay üst üste aynı sonucu veren rapora göre durum baya kötüydü: FSH (yani yumurta rezervlerimi belirleyen değer, ne kadar düşükse o kadar çok yumurta rezervi var demek) değerim 13-14 arası bir yerdeydi. 15 olduğunda zaten menapoz süreci başlıyordu. Doktorum beyanatını verdi: koşa koşa en yakın tüp bebek merkezine gidile, öyle aşılamaymış vs miş başka yöntemler vakit kaybı olur"
Karalar bağlandı, eşe dosta telefonlar açıldı, ağlanıldı,üzünüldü elbette.Hemen çocukluk arkadaşımı da anne yapan  bir tüp bebek merkezini aradım, durumu anlattım, hemen gelin dediler ve tedavi sürecim başladı.
Esasen "tüp bebek tedavisi" denilen şey  öyle aylarca süren bir yontma-onarma değil, proses aslında gayet basit. Hatta tüp bebek merkezlerinin devlet hastaneleri tadındaki bekleme salonlarını düşünecek olursak, kişiye özel bir tedaviden dahi bahsetmek mümkün değil.
Her şey fotokopiyle çoğaltılmış yapılacaklar listesi yada aynı şeyleri günde 50 defa anlatmaktan yorgun düşmüş  bezgin hemşirelerin üç dakikada anlattıklarından ibaret.
Bana göre tüp bebek mevzusunda en zor şey, etaplar arasındaki beklemenin yarattığı negatif psikoloji. Heyecan/endişe/stres katsayısı eksponansiyel olarak artan bu etaplar kısaca:
1. yumurta geliştirici iğneleri kullanıp bitirdikten sonra bakalım senin çift sarılılar ne alemde diye gidilen ultrason seansı ( çünkü bu aşamada yeterli gelişim olmadıysa tüp bebek maceran başlamadan bitiyor)
2. sağsalim genel anesteziyle senden alınan yumurtaların,baba adayının spermiyle laboratuar ortamında flörtleştirilmesi sonucu oluşan embriyonun 2-3 gün yine aynı yerde nadasa bırakılması
3. transfer günü tanrının bize bahşettiği idrar tutma kaslarının sağlamlığına şükrederek, üstünde poposu açık ameliyat önlüğüyle bir sedye üzerinde sıranı bekledikten sonra ameliyathaneye girip laboratuar yapımı bebeğinin rahmine top gibi atılıp implante ettirilmesinden sonraki 10 günlük tutunma aşaması
4. bir sabah gidilen tüp  bebek merkezinde biraz kan verip, 1-2 saat sonra hamile misiniz değil misiniz haberini almak için dualar eşliğinde beklenilen aşama ( ki işte tam burası tüm heyecanların doruk yaptığı an)
5. yapılan kan testinde hamile olduğunuz anlaşıldıktan sonra " du bakalım belki öyle değildir, gel bi daha  kontrol edelim" dedikleri; sizin eşe, dosta, herkeşlere haber verdiğinize pişman olup, gidip bir daha kan verdiğiniz ve sonucu beklediğiniz etap ( ki tedavi süresince her gidişimde kanımı alan aynı bayan, hamile olduğumun anlaşıldığı o ilk kan örneğini şans eseri kendisi değil de bir başka hemşire aldığı için ikincide olaya dahil olmak istemedi ve oturup hep birlikte illa o hemşirenin gelip yeniden kan almasını bekledik.Modern tıbba ve rasyonel düşünceye buradan selamlar)
6. Bebeğin kalp atışlarının duyulduğu bir hafta sonraki ultrason seansına kadar beklenilen son etap
Bu da bittikten sonra  tüp bebek fasilitesine  elveda denilerek,artık her standart kadın gibi bir  doğum doktoruna devam ediliyor ve 10 hafta sürecek progesteron iğnelerine başlanıyor.

Darwinizm avukatlarına göre tüm canlı türlerinde gelişmiş olan, doğal seleksiyon ilkesi gereği gelişimi daha düşük seviyede seyreden alt türleri yok ederek yayılımını sürdürecek. Yani doğa, iyi olanı koruma ve çoğaltma, kötüyü de defetme ilkesine göre çalışıyor!
Tüp bebek tedavisinde de temel amaç en iyi yumurtayla en iyi spermi buluşturmak ve oluşan embriyolar arasından en iyisini anneye transfer etmek. Yani seçilmişin de seçilmişi söz konusu. Şu GDO'lu besin tartışmaları bir tarafa, acaba bundan 30 sene sonra insanlar çocuk sahibi olmak istediklerinde en iyi gene ulaşmak için tüm döllenmeler laboratuarlarda mı yapılacak?
"Hmm , biraz resim biraz müzik yeteneği, az biraz da liderlik, IQ en az 180, boyu fidan ,endamı yaman olmalı, Türküm; bizde sarışın bebe sevilir, kara kaş- kara göz zinhar koymayın" falan diye katalogdan kodu belli özellikler seçeceğiz belki de.. Acaba günümüzde son umut gidilen tüp bebek merkezleri pişik kremi misali geleceğin vazgeçilmezi yada olağan durumları arasına mı girecek? Hatta  normal doğum versus sezeryan tartışmaları gibi gelecekte doğal döllenmeyle oluşan hamilelik versus tüp bebek hamilelikleri gibi bir ikilemin içinde mi bulacağız kendimizi? Belki yine o zamanki politikacılar da işe çomak sokarlar, belli mi olur?



1 Nisan 2013 Pazartesi

Olayı 1 Nisan'a bağladım!

Overload'dan periyodik olarak servise/bakıma giden, parçaları değişen laptopum, geçen gün yaptığım IOS güncellemesiyle sim karttaki isimler dahil komple rehberine  önden senkronize edilmemiş İCloud şamarı yiyen cep telefonum, salonun bir köşesinde tozlanmaya mahkum "Merhaba Bebek" temalı D&R dan iyi para bayılıp aldığım anı defterim, kocamın oradaki buradaki dağınık verileri; hatta  genel olarak dağınık hayatı, kardeşimin  cep telefonu.. Hayır hayır.. Hiçbiri güvenilir depolama kaynağı değil, hiçbirine kızımın fotoğraflarını ve onun gelişimiyle ilgili ufak notları an be an kaydedemem. Hatta uzun zamandır yegane kendimle başbaşa kalabildiğim zaman olan uyku-öncesi-yatakta-elde-ipad/kitap periyodunu da verimli değerlendirip işte tam o esnada ne yazacaksam yazmalıyım.
Düşündüm taşındım, hiç de iyisini görmedim ama ben de bir blog tutayım  dedim, neyim eksik ki? Hem belki iyisini yapmak da bana nasip olur?
sudenaz-bebekve-dogumsonrasi-calismayibırakmış-ama-evdecanısıkıldığıicin-blogolayınagirmiş-annesi.com benzeri bloglara aklıma geldikçe girip bakıyorum, evet: "hmm sudenaz bebek küpleri üstüste koyup kule yaptığında 7 aylıkmış, benimkinin küplerle yegane ilişkisi eline geçirdiğinin tadına bakmak, otur sıfır"
yada:
" ooo sudenaz diş çıkarırken ateşi yükselmiş,geceleri uyumamış, günde 5 kere ishal de cabası.Neyseki benimkinde böyle birşey olmadı, hadi 1 puan kanaat notu."
Sudenazın  kuzguna yavrusu şahin görünürmüş halleri raiting üstüne raiting alırken,ben de anı mahiyetinde birşeyler çiziktirsem fena mı olurdu?

Her neyse,şimdilik benden başka kimsenin okumaması dileklerimle İştar hanımın şaka gibi blogunu işbu entry ile  1 Nisan tarihinde fişe takıp çalıştırıyorum! Can sıkıntısından her türlü online materyeli hatmedip bir de bloglara takılanlara, derdine derman ararken kendini buralarda bulana,taze-meraklı annelere, bayat-bezmiş annelere,bu satırları okuduğuna göre bir hayli modern babalara,blogger alemine ve tüm ilgili şahıs ve mercilere hayırlısı olsun!