8 Ağustos 2014 Cuma

18-24 Aylık Bebekle Seyahat-6 : Almanya-Fransa-İsviçre

En basta niyetimiz eşimin Stuttgard'daki toplantısından sonra Berlin'e gitmekti ama oradan 2 saat uçuş uzaklığındaki   Berlin'de hafta sonu dahil 4 günlük ne yapılır diye düşünürken, haritaya bir bakayım dedim. Veee tataam: uzun zamandır Strazbourg'da yaşayan taze gelin kuzenimin yaşadığı şehirle Stuttgard arası hızlı trenle sadece 1 saat 15 dakika!Hemen kuzenle irtibat, İştar'ı alıp geliyoruz haberi ve tamam Stuttgard'dan sonra Strazburg'a gidiyoruz.Amma velakin Strazburg minicik bir öğrenci şehri, bir yere daha gitmek lazım oradan. Hemen haritaya göz atıyorum ve yine 1saat 45 dakikalık bir tren yolculuğuyla oradan Zurih'e geçebileceğimizi görüyorum. Dolayısıyla her bir şehirde 1-2 gece kalmalı minik aile kaçamağımızın planları yapıldı.
1.Stuttgard
Sadece iki gece kalacağımız ve tüm gün eşim toplantıdayken İştar' la baş başa olacağımızdan iki yere gittik, o da bize yetti: oldukça büyük bir hayvanat bahçesi olan Wilhelma ve oraya 4-5 durak uzaklıkta Königstrasse. İşin gerçeği Stuttgard öyle pek koşa koşa gidilecek turistik bir şehir değil ancak çocuğunuzla birlikte yolunuz  bir şekilde düştüyse ve vakit geçirme derdindeyseniz buyrun buradan okuyunuz:


Wilhelma Zoo: Her tarafını gezip görmeye kalkarsanız bir gününüzü rahat alır burası. Alman titizliğiyle düzenlenmiş mekanda her yer tertemiz ve en önemlisi inanılmaz güvenli. İştar gibi hareketli bir çocuğu çok rahat pusetinden indirip salabildim. Wilhelma'da sadece hayvanlar yok, kocaman planetoryumlar, bahçeler,çocuk parkları da var. Arada pusette, arada İştar'ın peşinde koşarak tüm alanı dolaştık.İştar 'ın en çok özel bir bölümde yaşatılan kelebekler ilgisini çekti. Daha düne kadar kitaplarda yada oradan oraya uçarken göz ucuyla gördüğü /göremediği tatlı şeyler orada o kadar çok ve o kadar korkusuzlar ki..Gözümüzün önünde 2-3 tanesi sürekli uçup durdu, onlar yaklaştıkça İştar çıldırdı. Yemek yemeğe hayvanat bahçesinin İkea tarzı organize edilmiş restoranına gittik. Ben yalnız olduğum için artık Allah'a emanet İştar'ı tahta oyuncakların oraya bıraktım, koşarak self servis yemek almaya gittim. Her 30 saniyede bir geri dönüp vaziyeti kontrol ediyorum derken daha arkamı dönmeden, İştar hanım ailecek  hem hayvanat bahçesini gezelim, hem de doğum günü kutlayalım diye 2 ve 4 yaşlarındaki kızlarıyla orada bulunan ailenin doğum günü donutlarından birine yumulmuş bile.
Ben Almanya'da isem, lafıma sözüme, üstüme başıma toplama kampındaki iki kere dikkat ederim. Bu kadar kuralcı, onu bunu azarlayan  ulusalcı  teyze kıvamında insan topluluğu başka hiç bir yerde yoktur herhalde. İştar'ın oyun alanlarında başka çocukların eşyalarını alma huyuna mümkün mertebe müdahale ederim; kimseyle tatsızlık çıksın istemem ama Almanya sınırlarında bulunduğum süre içinde adeta bir şahin kesildim, İştar'ı hiç bir sarı kafanın yanına yaklaştırmadım bile. Yine de oyuncak satan abiden  İştar gözüne bir kaç oyuncağı kestirip yere fırlatınca  nasibimizi ( ve de tanesi 4,5 €'ya  kakaladıkları plastik saplı tekerden) aldık tabi.
Wilhelma'nın en güzel kısmı ise çıkışa/ girişe  konumlandırdıkları yer trambolinleri.Etrafı mantar tipi ahşap bir tampon malzemeyle kaplı olduğu için tamamen güvenli,üstelik İştar gibi saatlerce zıplayabilecek kapasitedeki bebeler için süper eğlenceli. Elbette söylemeye gerek yok, Wilhelma'daki günümüz İştar'ı trambolinin oradan ağlaya zırlaya ayırarak bitti.
Königstrasse ise sağı solu dükkanla dolu bir alışveriş cenneti.
Benimse sezon sonu indirimlerine doyduğum mekan oldu.
 Teşekkürler H&M,fiyat etiketlerini 3-5-7 € yaptığın için
Ve en büyük teşekkür İştar'a..Alışveriş delisine dönen annesinin aldıkları pusetin tepesine kadar doldurduğu halde fosur fosur uyumaya devam ettiğin için...
2.Strazbourg
Burada ailecek biraz hanımköylü takıldık, ee ne de olsa bizim insanlarımızın mekanı. Taze evli kuzenim ve eşi, sağolsunlar iki gün bizi çok güzel ağırladılar. Strazburg da doğrusu gerçekten görmeye ve hatta demir atıp yaşamaya değer bir şehirmi, onlara hak verdim.Bu yarı Alman yarı Fransız şehirde her şey kalemle çizilmiş gibi, yeşil, çiçekli,temiz, mis. Sağda solda genci yaşlısı  bisikletliler, hava limonata gibi, yemekler leziz, biralar mis. İnsanlar sakin,mutlu, huzurlu. Burada da elbette yine İştar'a uygun gezinti planları yapıldı ama gel gör ki ilk geldiğimizde bira köpüğünü fazla kaçırınca İştar cozuttu ve doğduğundan beri belki de hiç yapmadığı ağlama krizlerine girdi, kendini yerlerden yerlere attı.Ne nehir turunda rahatladı, ne de pusette hızlı adımlarla onu gezdirirken. İlk gün bizi ciddi zorladı. Ertesi gün arabaya atlayıp önce şehrin en güzel yerlerinden biri Orangeri bahçesine gittik. Nefis bir yapay göl, harika parklar ve arasına sıkıştırılmış minik ama gayet yeterli bir hayvanat bahçesi ( İştar Mavişehir'deki  Taypark'ta olan hayvanlara bile hala şaşırarak bakıyor ne de olsa) Oradan da ver elini Alsace'ın çiçeklerle dolu , beni bırakın buralarda gidin dedirten köylerine..İştar elbette  uslu uslu oturmadı pusette ve en sonunda onu çıkartmak zorunda kaldık.Dikkat araba geliyor desek de sokaklarda koşturdu durdu, biz de yüreğimiz ağzımda onun peşinden.. Neyse ki dönüş yolunda  bulduğumuz parkta biraz kurtlarını attı da Zurih tren yolculuğu boyunca uslu uslu oturdu.
3.Zurih
Serin ve hafif yağmurlu Zurih'e varır varmaz bizi ilk şaşırtan şey hiç bir taksinin bizi almak istememesi oldu,çünkü bebek koltukları yoktu! Evet İsviçre'ye hoşgeldiniz, burası böyle bir yer işte.Muhtemelen diğer şehirlerde de bu kural vardı ama Stuttgard'da bebek arabasıyla araç kiraladığımız, Strasbourg'ta da kuzenim bir arkadaşından edindiği bebek arabasını önceden hazır ettiğinden olayın vehametini (!) kavrayamadık tabi. Neyse ki tren garının önünde kendilerine ayrılmış alanda ip gibi sıraya dizilmiş duran taksilerden arkalardan bir Paki amca "gel gel" yaptı da sevinçle koştuk yanına. Canım az gelişmiş ülke zihniyetim derken yanıldığımızı anladık.Amca bagajından özenle portatif bir bebek koltuğu çıkardı,olması gereken yere taktı ve biz İştar' ı oraya mum gibi oturtana kadar bekledi.Her şeyin kurallara uygun yapıldığından emin olduktan sonra navigasyon cihazını (aynı zamanda taksimetre) açıp , otelimizin açık adresini girdi ve yola koyuldu.
Zurih'de dönüş günümüz hariç,sadece bir günümüz vardı aslında. Eşimin bir arkadaşı uzun zamandır orada yaşıyordu ve yeni bebeği olmuştu; sabah onlarla buluştuk. Şehrin Viadukt bölgesinin orada sığ bir havuzun etrafına ufak bir park yapmışlar.Güneşe, denize hasret İsviçreli bebeler çırıl çıplak havuzun içinde oynarken olaya İştar hanım da dahil oldu tabi. Yanımızda ne bir havlu ne de havuz bezi, tamamen hazırlıksız yakalandık. Bir türlü havuzdan çıkmak bilmeyen İştar Hanım kaşla göz arasında 30 cmlik suya düştü ve su yutmaya başladı.
Valla seneler önce kolumu sokup oradan da kafama tırmanan akrebi çıplak eliyle alıp yere fırlatan annemi şimdi daha iyi anlıyorum.O an hiç düşünmedim ve ayağımda ayakkabımla attım kendimi havuza,İştar için.Çıkardık ve hemen ilk bulduğumuz uyduruk örtüyle sarıp sarmaladım onu. Bu arada yağmur da başladı, iyi mi! İştar'ı babasına emanet edip hayatımın en pahalı pantolonunu ve daha uygun fiyatlı bir alternatifi olmadığı için  en dandik bez ayakkabısını almak üzere yollandım.
İştar'ın Avrupalı bebe özentisi bize haftalarca geçmeyecek ve en sonunda antibiyotik tedavisiyle sonuçlanacak bol öksürüklü günlere mal oldu.
Ama Zurih pek güzelmiş be sevgili okur. Eyvallah 2 günden fazlası bozar ama benim gibi medeniyeti, adamlar yapmış abi demeyi seviyorsanız bi uğrayın derim. Ama valize simit, poğaça,sarma ,börek ne var doldurun zira bu şirin şehirde (hatta genel olarak ülkede) en pahalı şey yemek galiba. Hiç bir özelliği olmayan bir İtalyan restoranında domates soslu makarnaya 18 € verdik desem yeterli olur sanırım.
İştar'ın uyumasını fırsat bilip 1 saatlik Zurih gölü tekne turu aldık.Bizde betonla,AVM ile zenginleştirilen şehirlerimizde adamlar buldukları her müsait yeri parkla, bahçeyle kalanını da müstakil yada maksimum 4 katlı ama asla dip dibe olmayan evlerle doldurduklarından mütevellit, inanılmaz bir seyir keyfiydi. Avrupa'nın göbeğinde, bankacılıkla ve saat yapımıyla özdeşleştirilmiş bir şehrin merkezinde, tertemiz göl suyunda babalar çocuklarıyla yelken yapıyor, onlara kıyıdaki minik plajda kum kürek oynarken el sallıyor bir anneyle kızı. Her yerde mutlu, sağlıklı çocuklar..
Çağrı  her şeyi bırakıp buraya mı yerleşsek diyorum, kendime bile şaşarak..Sıkıcı, boğucu bir iş şehri beklerken, çocuk büyütmek için muhteşem bir mekanla karşılaşıyorum çünkü. Derken minik meleğimiz uyanıyor, onunla izliyoruz etrafı biraz da.Ve sonra ilk gözümüze kestirdiğimiz durakta inip şimdiye kadar gördüğüm en güzel çocuk parkına  götürüyorum İştar'ı. Neredeyse her  şey ipten ve tahtadan yapılmış.Yerler tertemiz üstelik güneşli yaz günleri düşünülerek altında 10 kişilik bir masayla minik bir kameriye bile yapmışlar.  O masada bir bebeğin doğum günü kutlandı o gün. Davetlilerin çocukları parkta ve çim sahada oynarken, davetlilerin bir kısmı masadaki yiyeceklerin tadına baktı, diğerleri de soyunup dökünüp çimlerde  güneşlendiler yada denize girdiler  orada.
Ertesi gün dönüş günümüzdü ama uçağımız 14:45 olunca sabah yine oranın da hayvanat bahçesine gidelim dedik.Geldiğimizden günden beri hava yağmurluydu, griydi, o yüzden sıkıca giydirdim İştar'ı. Fakat biz hayvanat bahçesine giden tramvaydan iner inmez sağnak bir yağmur başladı. Üstümüz başımız, hiç bir yerimiz müsait değilken hangi deli cesaretiyse artık, o yağmurda valizimizi mekanın locker'ına koyup, gift shop'dan da 2 şemsiye, 2 de çöp torbasından bozma yağmurlukla olaya daldık.Bizim üst baş yine idare ederdi etmesine de bu arada olan İştar'ın pusete oldu ve inanılmaz ıslandı. Bu arada sıçrayan sularla da İştar'ın üstündeki tayt ve her şey ıslanmıştı. Velhasıl hava alanına vardığımızda ailecek sefil fare görünümündeydik.
 Ben doğru dürüst yemek yemeyen ve öksürükleri giderek sıklaşan İştar hanım'ın üstünü başını değiştireyim,  biraz çorba içireyim, oradan da kalan franklarla duty free'den bir şey alayım derken neredeyse uçağı kaçırıyorduk.Zurih havaalanında terminalleri harf harf ayırmışlar ve  meğer oralara insansız trenlerle gidiliyormuş. Çıkış kapısına gitme serüveni ancak trenden indikten sonra başlıyormuş. Tabi biz bunu bilmediğimiz için, kan ter içinde trene bindik, cama bakıp da beton duvar görmeyelim diye adamlar duvara Alp dağları inekleri projekte etmişler böyle möö diyen ama hiç gülmek içimizden gelmedi valla:)

Pusetle hayatımın en hızlı deparını Zurih havaalanı E terminalinde 26 numaralı çıkış kapısına ilerlerken attım. Yarı yolda kadının biri İzmir? İzmir? dedi," ayy yess teyze yesss" dedik," hurry hurry allahın şaşkınları" dedi (içinden) ve o esnada " Gurbuz family nerdesiniz" seklinde anons edilmeye basladik. Son bir deparla çıkış kapısına geldik ve her tarafımızdan boncuk boncuk akan terleri silerek verdik boarding passlerimizi görevlilere.
Bir uçak dolusu gurbetçi yolcuyla  beraber direkt uçuşla  İzmir'imize, köyümüze dönerken "hay gözünü seveyim medeniyetin" dedim bir kez daha..
Zürih'deki sağanak yağmurdan ve 14-15 derece havadan sonra 35 derecelik bir İzmir karşıladı bizi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder