Aralık 2015 - Temmuz 2016*
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Bu blogda yaklaşık 2 sene kadar önce -İştar'ın bana illalah dedirttiği günlerde- Türk bakıcı versus Gürcü yardımcı kıyaslaması yapmıştım ve o dönemdeki şartlarda ibre yerliden yana ağır basmıştı.Zira elde sadece tek bir çocuk ve evde ev ahalisi dışında başka bir insanın varlığına tahammül edemeyen bir anne vardı.
Tabi gün oldu, devran döndü;5. aya doğru ilerleyen hamileliğimle beraber hayatımızdaki tüm düzenler, dengeler alt üst oldu.Ay 30 gün ise,bunun minimum 15 gününü yurt içi - yurt dışı seyahatlerde geçen bir eşe sahip olmamdan mütevvellit, iki çocuğun yükünü tek başıma üstleneceğim aşikar. Her ne kadar evleri yakın ve bizi ağırlamaya müsait de olsa, her yalnız kaldığımızda annemlere koşmayı da doğrusu yediremiyorum kendime. Eh, rakamsal olarak bakarsak; haftanın 5 günü 8-19 arası gelecek Türk bakıcıya 1500 TL civarı vermek yerine 7/24 el altında bulunacak yatılı bir yardımcıya biraz daha fazla bir bütçeyle kapıyı açmak çok daha mantıklı.Fazla vakit kaybetmeden arayışları başlattım ama ilk etapta Türk bulmaya çalıştım.
Yatılı gelecek güvenilir bir Türk yardımcı bulmak, samanlıkta iğne aramaktan zor.Oturduğumuz sitede gördüğüm örnekler gerçekten facia. Çocuk bi tarafta almış başını gitmiş, bizim bakıcı elde dantel işliyor,bir yandan diğer bakıcılarla patron dedikodusu yapıyor. Çocuk düşüyor, kalkıyor, teyze hala börek tarifinde.Onlardan birinin bana bulduğu bayanla yaptığım görüşmede ikinci sorusu " yazın Çeşme'ye küçük oğlumu da getirebilir miyim evinize, o da tatil yapsın?"olunca, o an tercihimi yabancıdan yana yapmaya karar verdim. Yok, Türk yardımcıya kafa olarak hazır değildim, henüz.
Bu arada yeni başlayanlar için küçük bir not:Gürcü, hatta genel olarak yabancı yardımcı piyasasında fiyatlar bayanların sahip olduğu yetkinliklerin yanı sıra,yanlarında çalıştıkları ailenin semtine,gelir durumuna ve yaşanılan ile göre büyük değişkenlik gösteriyor.O kadar ki, Antalya'da 400 USD' a vasat üstü bir bayan bulmak mümkünken,İstanbul'da çocuk bakmak işin içine girdiğinde fiyatlar minimum 600 USD ve üzeri oluyor. Benim duyduğum en uçuk rakam 2000 USD idi- Allah sahibine bağışlasın.. İzmir'de Bornova'da 500-600 USD normal iken, Mavişehir'de 700 USD normal kabul ediliyor, Sahilevlerindeki villalarda ise bebeler 800 USD'den aşağı bakılamıyor.Tabi bu rakamlara sigorta primi ve izin parası dedikleri haftalık harçlıklar dahil değil.Her bayanın kendine biçtiği bir değer var ve ortada insan emeği söz konusu olduğundan bana göre ücret meselesi pazarlığa tabi değil.
Bir yabancıyla yaşamak, eviniz çok büyük değilse,zor,eşiniz için hele, çok çok zor. Benim için daha da zor olan ve hayata bakışımla çelişen bir başka konu ise, kendi evinde bir başkasına komut vermek durumunda olmak ama aynı zamanda birlikte yaşadığınız için özel hayatınızın her anında bu kişinin yer alması, almak durumunda olması.Sanki iş ve özel hayat iç içe geçmiş gibi, hiç de profesyonel olamayacağın bir alanda, ücrete endeksli, SGK'lı, izinli, aşırı bir profesyonellik durumu. Ve günün sonunda söz konusu olan bir robot değil, bir insan.Memleketinden, ailesinden uzakta,yüksek ihtimalle çaresiz, bin türlü derdi olan, bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olan, senden gelecek 10 USD'a bile belki muhtaç bir insan.Senin evinde yaşayacak, belki canı bir şey yemek isteyecek, dolapta olacak ama çekindiği için uzanıp alamayacak, çünkü kendi evi değil, senin evin.Daha da fenası, senin çocuğun yaşında çocuğu var belki memlekette, babasına emanet etmiş, o da işsiz..
Off yazınca bile kötü oldum ya..Kısacası hiç bana göre değil bu işler, kendi ailemde de gördüğüm şeyler değil (annem 60 yıllık hayatının son 20 yılında eve temizlikçi almaya başladı) dolayısıyla bu yeni durumu kafamda oturtmam ve alışmam çok çok zor oldu, inanın.
Oysa ki,hayatımı epey bir basite indirgemiştim son 1 yıldır.İştar'ın bakıcısı artık bize haftanın 2 günü, sadece temizlik ve ütü için geliyor,cüzzi bir miktar ödeme yapıyordum.Onun gelmediği günler evi mok götürüyordu ama bir yandan da evi otel gibi kullanarak kendimizce dengeliyorduk durumu. O da cüzzi ücret karşılığı cüzzi saatler çalışıyor, cüzzi bir temizlikten sonra parasını cüzdanına atıp, gidiyordu.
Eskilerden tanıdığımız, ailemin evine girip çıkmış bir Gürcü bayanın,bu aralar iş arayışında olduğunu tesadüfen çok alakasız bir yerden duyunca, bunun ilahi bir işaret olduğuna karar verip, hemen bayanla görüştüm, anlaştık. Piyasa rayicinin biraz üzerinde bir ücreti vermeyi de bayanın güvenilir olduğunu düşündüğüm için kabul ettim.
Beni düşündüren bir başka konu da İştar'ın bu yeni düzene nasıl alışacağı idi. Neyse ki bayan gelmeden bir kaç gün önce ondan bahsetmeye başlamam, kendi bakıcısının bir akrabası olduğunu söylemem işe yaradı: İştar Hatuna teyzesiyle ilk tanıştığı günden itibaren onu hiç yadırgamadı.Ama zamanla anladık ki, onu asla kabullenmedi de.Hiç bir zaman dediklerini yapmadı, parka sadece benimle gitmek istedi,onun yedirmeye çalıştığı köfteleri tükürdü,elinde pijamayla arkasında koşan kadını her seferinde püskürttü.Bir yandan da benimle asla yaşayamadığı şeyleri Hatuna teyzesiyle gördü: mesela cup cake yada elmalı kurabiye yapmak gibi. ;) İştar'ın hafta içi -hafta sonu ajandası dolu olduğu için yardımcımızla interaksiyonu minimum düzeyde oldu tabi.
Yabancı yardımcılarda alışılması gereken bir diğer konu istikrarsızlık. Ya onlar gidiyor, ya siz gönderiyorsunuz.Bizde ise Hatuna bir gün durup dururken, gitmesi gerektiğini, memlekette bir takım acil durumlar olduğunu söyledi.Neredeyse 9 aylık hamileydim, panikledim.Gideceksen de bana güvenilir birini bul, devir teslim yap, öyle git dedim.Şaka maka ilk golü yemiştim Gürcü işinden ve dürüst olmadığına da emindim..Ortalamanın üzerinde bir rakama anlaşmış olmamıza rağmen, daha ortada bebek bile yokken gitmek istemesine inanamamıştım.
Şansımız yaver gitti, ertesi gün alternatif bulunmuştu.Akrabasıydı,gençti, çalışkandı.Geldi görüştük, pek konuşmayan ama sürekli gülümseyen temiz yüzlü bir kızcağız getirdi.Yanında hemen yakınlarda çalışan kayınvalidesi de vardı, bizi merak etmişti.O kadar paniktim ki, aklıma ne başka bir alternatif aramak geldi, ne de kızla sohbet edip Türkçe düzeyini anlamak.Hatta para pazarlığı bile yapmadım. Tek derdim yardımcısız kalmamaktı.Bu da benim acemiliğim tabi :)
Ve kızımız bizde başladı.Neredeyse hiç Türkçe bilmediğimi anlamam bir gün bile sürmedi tabi ben şok! Ama maalesef konu İştar olduğunda, hiç Türkçe bilmeyen bir yardımcıyla iş yürümedi. Oysa İştar bu çıtıpıtı enerjik kadını görür görmez çok sevdi, üstelik onunla oynamaya da çok hevesliydi. Gel gör ki,"Hadi sen şuradaki mavi kumaşı al, Elsa'ya pelerin yap" gibi şeyler dediğinde Sophia'nın dediklerinden hiç bir şey anlamadığı için sadece gülümsemesi İştar'ı daha ilk gün çileden çıkardı.Sophia çok çaba sarf etti, çeşit çeşit cup cake'ler mi pişirmedi;peri kanatları mı takmadılar beraber; hamurdan lolipoplar mı yapmadı ama iki lafın belini kıramayınca İştar durumdan buz gibi soğudu, ve iş dön dolaş bana geldi.İlk aylarında Sophia evin temizliğini, misafir ikramını halleden, yemek de pek bilmediği için sebze doğrama kısmını yapan bir yardımcıdan öteye gidemedi.İştar okul çıkışı onunla asla parka gitmek istemedi, gözleri hep beni aradı.Ben de güvenip İştar'ı bırakıp gidemedim; zira evde bir şey olsa telefon açıp durumu anlatabileceğinden hiç emin değilim. Çocuk bakımında divan edebiyatına hakimiyet aranmaz ama temel seviyede bir Türkçe bilgisi kesinlikle elzem.Ama zaman geçtikçe gördüm ki dil bariyeri evdeki yabancıyla arandaki ilişkini daha konforlu hale getiriyor.İletişim düzeyi ne kadar minimum olursa,o kadar rahat hareket edebiliyorsun kendi evinde.Daha doğrusu bu durum evdeki çalışanla muhatap olmayı sevmeyen benim gibi tipler için geçerli.
Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu bizim Sophia kısa süreliğine memlekete gidip de kayınvalidesi yedekleme yaptığında anladım."Allah analı babalı büyütsün, torunlarınızın mürüvvetini görün inşallah" düzeyinde Türkçe bilgisine sahip kayınvalide Nathalie, tam 1,5 ay boyunca sürekli ensemde, tepemde, her yerdeydi. Bu dönemde eşimin de seyahatleri,iş sonrası sosyalleşme planları üst üste gelince, evde iki çocuk ve bana aklı sıra kol kanat gerdiğini sanırken, bir yandan da dizilerin özetlerini geçen teyzemiz; beni öyle bir bunalttı ki, gittiği gün resmen zil takıp oynadım!
4 yıllık hayatında annesi dışında evde 4. yardımcıyla yüzleşen İştar, artık Nathalie'yi hiç bir şekilde takmadı, muhatap almadı. Zavallı kadıncağız İştar'ın peşinden çok koştu , yarı beline kadar havuzlara girdi ama iş hep bende bitti, bende çözüldü.
Ayşe doğduktan sonraki dönemde, Türkçe bilsin bilmesin, yatılı bir yardımcı tercih etmekle ne kadar doğru karar verdiğimi bir kez daha gördüm.Ev işlerini, gelen giden misafirin ikramını hiç düşünmemenin ötesinde, özellikle İştar okuldan döndükten sonra ona doya doya zaman ayırabildim.İlk günlerdeki kıskançlığı hafif şiddette atlatmamızın en büyük sebeplerinden biri Sophia'dır.
Sophia memleketten döndü,Ayşe'yi eskisinden çok daha fazla ona veriyorum- zira şu anda Çeşme'deyiz ve 7/24 İştar ile beraberim.İlk geldiğinden bu zamana Sophia'nın anlaması ve konuşma yeteneği elbette ilerledi ama bu hızla bana sorarsanız 1 yıldan önceye netice alamayız. Kaldı ki, üniversite mezunu genç nesil dışında, uzun yıllar Türkiye'de yaşamış dahi olsalar Gürcüler Türkçe'de çok zorlanıyorlar, asla tam anlamıyla dile hakim olamıyorlar. İştar'ın da Sophia'ya alışması için elimden geleni yapıyorum; ihtiyaçları için onu sürekli Sophia'ya yönlendiriyorum; hadi beraber Pony oynayın filan diyorum ama biraz zaman alacak gibi.Etrafta ben olduğum sürece İştar elbette beni tercih edecektir.
Eylül'de işe başlamayı düşünüyorum ve İştar' da yaptığım gibi iş sonrası tüm hayatımı çocuğa dedike etmeyi bu defa hiç mi hiç düşünmüyorum.Bakalım göreceğiz, her şey yolunda gider umarım.
Özetle:
- Çocuk bakımı öncelikle düşünüyorsanız ve benim gibi esnek çalışma durumunuz yoksa, hele hele anneanne-babaanne gibi B planlarınız olamıyorsa, mutlaka çok iyi Türkçe bilen bir bayanı tatmin edici bir ücretle işe alın.Asla ucuza getirmeyin üç kuruşun pazarlığını yapmayın, ucuza gelenden de şüphe edin.
-Bana ev işlerinde yardımcı olsun, çocuğuma ben bakacağım derseniz, bu durumda dürüst güvenilir ama az Türkçe bilen bir bayan da işinizi görecektir.
- 3+1, 4+1 apartman dairelerinde yaşıyorsanız ilk haftalar zorlanacaksınız, nereye kaçacağınızı bilemeyeceksiniz; hazırlıklı olun. Grift bir yaşam sizi bekliyor ama avantajlarınız olumsuzluklardan fazla olacağı için çok da kafaya takmayın derim.
- Dürüstlüğe dair en ufak bir şüphe, uyardığınız halde tekrarlanan hatalar gördüğünüzde hemen iş ilişkinizi kesin, tolerans göstermeyin. Çok şükür bizde olmadı ama hırsızlık başta olmak üzere pek çok nahoş olayla karşılaşılabiliyor; tedbirinizi alın. Bu durum belli bir ülke için geçerli değil elbette,sakın yanlış anlamayın.
- Bayan sizde ise,siz çok memnun olsanız bile sonsuza kadar sizinle çalışmayabilir. 50 USD fazla veren bir başka aile yanına yada kendi ailevi sorunları sebebiyle bir günde çıkıp gidebilirler, onlar için bu kadar kolay.Bu ihtimali aklınızın bir köşesinde tutarsanız yaşam sizin için çok daha kolay olacaktır.
- Ve son olarak, bence en önemlisi; biz Türklere göre çok daha profesyonelce yaklaşıyorlar olaya.İdare etme, vicdan , hatır gönül gibi kavramlar lugatlarında yok.80'lerde Arabistan'da şantiyelere giden Türk mühendisler misali, belli bir ücret karşılığı geçici bir süre için bu işi yapmaya gönüllü olarak gelmiş ve şartlar hazır olduğunda geri dönmeye her an müsait insanlar bunlar. Paraya ihtiyaçları varsa,sizden memnunlarsa ve ortalıkta daha iyi bir alternatif yoksa çalışmaya devam ederler, aksi durumda gitme ihtimalleri çok yüksek. Misal, Sophia'nın kayınvalidesi, Sophia memleketteyken o dönene kadar bizimle birlikte olacaktı.İki çocukla yardıma ne kadar ihtiyacım olduğum zaten ortada, kaldı ki, asıl çalıştığı işyerinden de daha yüksek bir ücret almış olacaktı bizleyken. Sophia geldiği gün, o da kendi izni için geri dönecekti.Öyle anlaşmıştık daha doğrusu. Ama o gitti kendi kafasına göre belirlediği bir tarihte döndü, ben de Sophia dönene kadar Çeşme'de iki çocukla bir başıma kaldım. Yapma etme dedim ama nafile. Benim tahminim, bizdeki iş durumları ağır geldi ona, ilk fırsatta da kaçtı. Bu arada hem ilk giden Hatuna'nın hem de bu Nathelie'nin gidiş tarihlerini tam da maaşlarını alacakları güne denk getirmeleri de takdire şayan!
23 Temmuz 2016 Cumartesi
İlk 40 Gün:İştar'ın Ayşe'li Hayatı
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ayşe'nin doğduğu Mart ayında İştar'ın sabahtan akşama okulda olması hafta sonu yine sabahtan akşama o kurs senin bu kurs benim dolanmasından mütevellit, kıskançlığın minimum, yeni bebişe alışma sürecinin maksimum olduğu güzel ve süper rahat günler yaşadık- yaz gelene kadar.
İştar açısından her şey eskisi gibi gidiyordu, sadece artık annenin karnı artık şiş değildi bir de mütemadiyen annesinin memesinden süt içen bir kardeşi vardı.Anlamıyordu,bu bebek nasıl oluyordu da hiç doymuyordu bir de canı makarna filan çekmiyor muydu? Okuldan eve geldiğinde süt içiyordu,akşam yemeğinde annesi daha bir şey yiyemeden kalkıp kardeşine süt vermeye gidiyordu, uyku zamanı annesi hem kardeşine süt veriyor, bir yandan da ona kitabını okuyordu.İki de bir de bezinin değişmesi gerekiyordu bu küçük şeyin.Allah aşkına çok mu zor, kalk git tuvalete! Üstelik annesi de sanki hazır askermiş gibi her seferinde "İştaaar, hadi gel anneciğim kardeşinin bezini değiştirmeme yardım et" deyip duruyordu.Az ye de hizmetçi tut! Evdeki kakalı bezlerden ona neydi!
Ve en fenası: annesi babası ve kardeşi aynı odada yatıyorlardı! Ama bunu onun yanına bırakmaya hiç niyeti yoktu,hemen her gece İştar da kıvrılıp onlarla birlikte uyudu.Annesi de babası da eskiden buna çok kızarlardı ama tuhaf bir şekilde kardeşi geldiğinden beri anne baba yatağında yatmak dahil pek çok şey onun için serbest olmuştu: salondaki masanın üzerinde duran badem şekeri ve bezelerden istediği kadar alabiliyor,her akşam makarna yiyebiliyor,oyuncaklarını istediği gibi dağıtabiliyordu.Annesinin istikrarı sürdürdüğü tek bir konu vardı: saat 9 da uyku ritüellerinin başlatılması..Çünkü mutlaka ertesi gün okulda olmalıydı.
Bi dakka!
Acaba Ayşe de okula gidiyor muydu, yoksa annesiyle bütün gün sarmaş dolaş beraberler miydi?
Neyse ki cevabı annesi verdi: İştar okula gittikten sonra annesi işe,Ayşe de bebek olduğu için eskiden gittiği okula gidiyorlar, o gelmeden kısa süre önce de herkes eve dönüp İştar'ın gelmesini bekliyordu.
Hafta sonları ise annesi hala onlara katılmıyor, baba kız kurstan kursa gidiyorlardı.
Evlerinde uzun zamandır görmedikleri bir misafir trafiği vardı,her gelen de İştar'a bir şeyler getiriyordu.Ablalık hediyesi diyorlardı.Sonra da içinde kek,poğaça ve börek olan tabaklar çıkıyordu ortaya. Hmm işte buna bayılıyordu!
Vay be, bu ablalık gerçekten harikaymış!
Bazen annesine çok ihtiyacı olduğunda,annesinin kardeşine süt vermesi gerekiyordu ve eskisi gibi kucağına oturtup, sarılıp öpemiyordu onu.Çok gücüne gidiyordu işte o an! Suratını asıp, bir koltuğa çöküyordu- ki annesi yanına gelsin.
Öyle de oluyordu her seferinde..
Abla olmak güzel bir şeydi ama anneyi paylaşmak??
Aslaa!!
Ayşe'nin doğduğu Mart ayında İştar'ın sabahtan akşama okulda olması hafta sonu yine sabahtan akşama o kurs senin bu kurs benim dolanmasından mütevellit, kıskançlığın minimum, yeni bebişe alışma sürecinin maksimum olduğu güzel ve süper rahat günler yaşadık- yaz gelene kadar.
İştar açısından her şey eskisi gibi gidiyordu, sadece artık annenin karnı artık şiş değildi bir de mütemadiyen annesinin memesinden süt içen bir kardeşi vardı.Anlamıyordu,bu bebek nasıl oluyordu da hiç doymuyordu bir de canı makarna filan çekmiyor muydu? Okuldan eve geldiğinde süt içiyordu,akşam yemeğinde annesi daha bir şey yiyemeden kalkıp kardeşine süt vermeye gidiyordu, uyku zamanı annesi hem kardeşine süt veriyor, bir yandan da ona kitabını okuyordu.İki de bir de bezinin değişmesi gerekiyordu bu küçük şeyin.Allah aşkına çok mu zor, kalk git tuvalete! Üstelik annesi de sanki hazır askermiş gibi her seferinde "İştaaar, hadi gel anneciğim kardeşinin bezini değiştirmeme yardım et" deyip duruyordu.Az ye de hizmetçi tut! Evdeki kakalı bezlerden ona neydi!
Ve en fenası: annesi babası ve kardeşi aynı odada yatıyorlardı! Ama bunu onun yanına bırakmaya hiç niyeti yoktu,hemen her gece İştar da kıvrılıp onlarla birlikte uyudu.Annesi de babası da eskiden buna çok kızarlardı ama tuhaf bir şekilde kardeşi geldiğinden beri anne baba yatağında yatmak dahil pek çok şey onun için serbest olmuştu: salondaki masanın üzerinde duran badem şekeri ve bezelerden istediği kadar alabiliyor,her akşam makarna yiyebiliyor,oyuncaklarını istediği gibi dağıtabiliyordu.Annesinin istikrarı sürdürdüğü tek bir konu vardı: saat 9 da uyku ritüellerinin başlatılması..Çünkü mutlaka ertesi gün okulda olmalıydı.
Bi dakka!
Acaba Ayşe de okula gidiyor muydu, yoksa annesiyle bütün gün sarmaş dolaş beraberler miydi?
Neyse ki cevabı annesi verdi: İştar okula gittikten sonra annesi işe,Ayşe de bebek olduğu için eskiden gittiği okula gidiyorlar, o gelmeden kısa süre önce de herkes eve dönüp İştar'ın gelmesini bekliyordu.
Hafta sonları ise annesi hala onlara katılmıyor, baba kız kurstan kursa gidiyorlardı.
Evlerinde uzun zamandır görmedikleri bir misafir trafiği vardı,her gelen de İştar'a bir şeyler getiriyordu.Ablalık hediyesi diyorlardı.Sonra da içinde kek,poğaça ve börek olan tabaklar çıkıyordu ortaya. Hmm işte buna bayılıyordu!
Vay be, bu ablalık gerçekten harikaymış!
Bazen annesine çok ihtiyacı olduğunda,annesinin kardeşine süt vermesi gerekiyordu ve eskisi gibi kucağına oturtup, sarılıp öpemiyordu onu.Çok gücüne gidiyordu işte o an! Suratını asıp, bir koltuğa çöküyordu- ki annesi yanına gelsin.
Öyle de oluyordu her seferinde..
Abla olmak güzel bir şeydi ama anneyi paylaşmak??
Aslaa!!
22 Temmuz 2016 Cuma
18 Mart 2016 -İştar Abla Oldu !
Arka arkaya yaşadığım iki düşükten sonra hayal dahi etmediğim bir durumdu yeniden anne olmak. İştar'ım tek yumurta ile nasıl bir tüp bebek mucizesi ise, Ayşe'm de bir o kadar spontan gebelik mucizesi oldu bize.
9 ay geldi geçti, karnım büyüdü - hatta çoook büyüdü - ama sancım yine gelmedi. Mecburen suni sancıyla hastaneye yatış yapmayı planladık.
O sabah İştar için her zamanki gibiydi.Kalktı,giyindi,okula gitti.Yalnız bu defa değişiklik olarak annesi ve anneannesi de gelmişti."Bugün kardeşin gelecek, onu almaya hastaneye gidiyoruz" dediler, tamam dedi.Epeydir bekliyordu Ayse'yi..O da kızdı kendi gibi; eski odası artık onun odasıydı.Hatta eski tulumları yıkanıp ütülenmiş, Ayşe'nin dolabına konmuştu. Her şeyden öte, o artık "abla" olacaktı, harika bişiydi bu, henüz tam olarak nasıl bişi olduğunu bilmese de."Herhalde doğum günümdeki gibi bir şeydir" diye düşünüyordu.
Annesinin ona yatmadan önce okuduğu kitaplarda hep abla olan kız çocuklarından bahsediyorlardı. Kardeşlerinin de ismi Ayşe idi, tıpkı kendisininki gibi..
O gün okul bitimi servis İştar'ı anneannenin evine bıraktı ama anneanne yerine dedesi karşıladı onu."Anneannen hastanede,annenle birlikte" dedi.Merak etmişti, annesine bir şey mi olmuştu? Sonra hatırladı, kardeşini almaya gitmişlerdi sabah.
Dedesiyle hastaneye gittiler.Ama kardeşi daha gelmemişti, bekliyordu herkes. Babaannesi de oradaydı.
Koridorda annesini gördü.Üstünde garip uzun bir elbise vardı, koluna hortum gibi bir şeyler takılıydı ama hızlı adımlarla yürüyordu.Karnı hala şişti, demek ki kardeşi daha çıkmamıştı.Hasta mıydı acaba? Endişelendi birden, üzüldü.Ağlamaya başladı..Annesi koşarak sarıldı,öptü, "Bir şeyim yok İştar, korkma , kardeşini bekliyorum sadece.Biraz inatçı galiba" dedi.
Rahatladı,demek ki her şey yolundaydı.
Dedesiyle birlikte Mavibahçe'ye gittiler, kuzeni de oradaydı.Yemek yediler, oyun oynadılar.Babası da bir ara geldi ama sonra hastaneye annesinin yanına gitti. Kuzeni de evine döndü,uykusu gelmişti.Bir şeyler oluyordu, ama neydi anlayamadı. Hiç bir şey alıştığı gibi değildi, akşam evde annesiyle olması gerektiği saatte dedesiyleydi. Dişlerini fırçalayıp uyuması gereken saatte onu hastaneye getirmişlerdi.
Annesinin sesini duyuyordu içeriden." Ne işi var el kadar çocuğun hastanede,burada mı uyurmuş.Anne sen de git,yatın işte İştar'la evinizde, zaten 5 dakikalık yerdesiniz" diye bağırıyordu.Biraz kızgın gibiydi. Endişelendi.
Annemi istiyorum diye ağlamaya başladı. Değişmişti her şey..
Anneannesiyle dedesinin arabaya bindiler ve arka koltukta çook uykusu geldi, rüya görmeye başladı.
Sabah yatağında uyandı.Nasıl buraya gelmişti, anlamadı.Babası ve Sophia teyzesi ileydi.Babası ona kocaman sarıldı: "İştar kardeşin oldu, okuldan sonra onu görmeye gidicez tamam mı " dedi..
İnanamadı..Gelmişti Ayşe..Abla olmuştu nihayet!
Giysilerini giydi, okula gitti.
Sınfta bütün arkadaşları tebrik ettiler onu.Abla olduğu için öğretmeni ona kocaman bir taç yaptı: "Ben abla oldum " yazıyordu üstünde. Çok mutluydu..
Annesini merak etti.Okuldan sonra görmeye gideceksin,şimdi annen dinleniyor dedi öğretmeni
Akşamüstü babası geldi onu almaya.İlk defa babası geliyordu okula,bu aralar her şey bir değişikti zaten.
Hastaneye gittiler.
Oradaydı.Minicik bir yatakta yatıyordu..Küçücüktü, oyuncak bebekleri gibi.Annesi de oradaydı;üstünde normalde evde giymediği pembeli gecelikler vardı, başında da bir taç.Hemen fotoğraf çekildiler.
Ayşe gelirken bir sürü hediyeler getirmişti, en çok da pamuk şeker ve Elsa bebeklerini sevdi..
Kardeşi sürekli yatıyordu ve konuşmuyordu.Annesi bazen yanına gidiyordu. "Süt zamanı geldi kardeşinin" diyordu.
Evet hatırlamıştı - sütü bardaktan değil memeden içerdi bebekler.
Ne garipti her şey..Herkes neşeliydi, etraf kalabalıktı ve en güzel şey de herkes onu tebrik ediyordu.
Abla olmak harika bir şeydi galiba..
İştar'ın Anna'sı nihayet gelmişti ve şimdilik bu bebeği çok sevmişti..
.
9 ay geldi geçti, karnım büyüdü - hatta çoook büyüdü - ama sancım yine gelmedi. Mecburen suni sancıyla hastaneye yatış yapmayı planladık.
O sabah İştar için her zamanki gibiydi.Kalktı,giyindi,okula gitti.Yalnız bu defa değişiklik olarak annesi ve anneannesi de gelmişti."Bugün kardeşin gelecek, onu almaya hastaneye gidiyoruz" dediler, tamam dedi.Epeydir bekliyordu Ayse'yi..O da kızdı kendi gibi; eski odası artık onun odasıydı.Hatta eski tulumları yıkanıp ütülenmiş, Ayşe'nin dolabına konmuştu. Her şeyden öte, o artık "abla" olacaktı, harika bişiydi bu, henüz tam olarak nasıl bişi olduğunu bilmese de."Herhalde doğum günümdeki gibi bir şeydir" diye düşünüyordu.
Annesinin ona yatmadan önce okuduğu kitaplarda hep abla olan kız çocuklarından bahsediyorlardı. Kardeşlerinin de ismi Ayşe idi, tıpkı kendisininki gibi..
O gün okul bitimi servis İştar'ı anneannenin evine bıraktı ama anneanne yerine dedesi karşıladı onu."Anneannen hastanede,annenle birlikte" dedi.Merak etmişti, annesine bir şey mi olmuştu? Sonra hatırladı, kardeşini almaya gitmişlerdi sabah.
Dedesiyle hastaneye gittiler.Ama kardeşi daha gelmemişti, bekliyordu herkes. Babaannesi de oradaydı.
Koridorda annesini gördü.Üstünde garip uzun bir elbise vardı, koluna hortum gibi bir şeyler takılıydı ama hızlı adımlarla yürüyordu.Karnı hala şişti, demek ki kardeşi daha çıkmamıştı.Hasta mıydı acaba? Endişelendi birden, üzüldü.Ağlamaya başladı..Annesi koşarak sarıldı,öptü, "Bir şeyim yok İştar, korkma , kardeşini bekliyorum sadece.Biraz inatçı galiba" dedi.
Rahatladı,demek ki her şey yolundaydı.
Dedesiyle birlikte Mavibahçe'ye gittiler, kuzeni de oradaydı.Yemek yediler, oyun oynadılar.Babası da bir ara geldi ama sonra hastaneye annesinin yanına gitti. Kuzeni de evine döndü,uykusu gelmişti.Bir şeyler oluyordu, ama neydi anlayamadı. Hiç bir şey alıştığı gibi değildi, akşam evde annesiyle olması gerektiği saatte dedesiyleydi. Dişlerini fırçalayıp uyuması gereken saatte onu hastaneye getirmişlerdi.
Annesinin sesini duyuyordu içeriden." Ne işi var el kadar çocuğun hastanede,burada mı uyurmuş.Anne sen de git,yatın işte İştar'la evinizde, zaten 5 dakikalık yerdesiniz" diye bağırıyordu.Biraz kızgın gibiydi. Endişelendi.
Annemi istiyorum diye ağlamaya başladı. Değişmişti her şey..
Anneannesiyle dedesinin arabaya bindiler ve arka koltukta çook uykusu geldi, rüya görmeye başladı.
Sabah yatağında uyandı.Nasıl buraya gelmişti, anlamadı.Babası ve Sophia teyzesi ileydi.Babası ona kocaman sarıldı: "İştar kardeşin oldu, okuldan sonra onu görmeye gidicez tamam mı " dedi..
İnanamadı..Gelmişti Ayşe..Abla olmuştu nihayet!
Giysilerini giydi, okula gitti.
Sınfta bütün arkadaşları tebrik ettiler onu.Abla olduğu için öğretmeni ona kocaman bir taç yaptı: "Ben abla oldum " yazıyordu üstünde. Çok mutluydu..
Annesini merak etti.Okuldan sonra görmeye gideceksin,şimdi annen dinleniyor dedi öğretmeni
Akşamüstü babası geldi onu almaya.İlk defa babası geliyordu okula,bu aralar her şey bir değişikti zaten.
Hastaneye gittiler.
Oradaydı.Minicik bir yatakta yatıyordu..Küçücüktü, oyuncak bebekleri gibi.Annesi de oradaydı;üstünde normalde evde giymediği pembeli gecelikler vardı, başında da bir taç.Hemen fotoğraf çekildiler.
Ayşe gelirken bir sürü hediyeler getirmişti, en çok da pamuk şeker ve Elsa bebeklerini sevdi..
Kardeşi sürekli yatıyordu ve konuşmuyordu.Annesi bazen yanına gidiyordu. "Süt zamanı geldi kardeşinin" diyordu.
Evet hatırlamıştı - sütü bardaktan değil memeden içerdi bebekler.
Ne garipti her şey..Herkes neşeliydi, etraf kalabalıktı ve en güzel şey de herkes onu tebrik ediyordu.
Abla olmak harika bir şeydi galiba..
İştar'ın Anna'sı nihayet gelmişti ve şimdilik bu bebeği çok sevmişti..
.
19 Temmuz 2016 Salı
Aslında Annemin Karnı Çok Yediği İçin Şişmemiş
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ocak-Haziran 2016
Bütün pedagoji kaynakları yazar : çocuklarda zaman kavramı olmadığı için karnınız iyice belirginleşmeden büyük çocuğunuza kardeşi olacağını söylemeyin der.Ben zaten kendi aileme bile hamile olduğumu 13. haftada söylediğim için bu konuda hiç de aceleci davranmadım davranmasına da annem daha öğrenir öğrenmez haberi patlatmış İştar'a, hem de eldeki hamile Barbie bebeklerle uygulamalı olarak!
İştar henüz iki yaşındayken benim evde kardeşim var deyip dururdu. Adı ne derdik,Ayşe derdi. Cinsiyetini öğrenir öğrenmez ismine karar vermemiz bu yüzden çok zor olmadı.
İştar tüm hamilelik sürecimi inanılmaz bir şevkle karşıladı, her gün karnımı okşadı; Ayşe'ye masallar okudu; küçülen donunu bile Ayşe'ye ayırdı..
Bu süreci inanılmaz gözlerle izlerken yine de el altından Ceren Abla Oluyor, Kardeşim ve Ben tarzı kitapları yatmadan önce mutlaka okuduk ki durumu normalleştirelim ve olası krizleri şimdiden önleyelim.
Tabi bu arada karnım inanılmaz bir hızla büyümeye devam etti, ve bir süre sonra sağıma soluma dönmekte, mobilitede sıkıntı çekmeye başladım. Koşamamaya , yere düşen şeyleri hemen alamamaya başladım,en kötüsü de İştar'ı kucağıma hamile olduğumu öğrendiğim ilk günden beri almadım, İştar'a en çok koyan da bu oldu.
Ayşe doğduktan sonra da ilk sorduğu soru: anne sen artık beni kucaklayabilir misin oldu zaten..
Hamileliğimin son 1 ayından itibaren hafta sonu aktivitelerine babası getirip götürdü İştar'ı..Esasen İştar'la baba kız en güçlü bonding dönemini yaşadılar bu süreçte, ben de rahat ettim biraz..
İştar'la uykuya geçiş sürecimiz düne kadar yanına yatıp o uyuyana kadar beklemek, İştar'ın minicik yatağında uyuyakalmak, gece 12 gibi ulen neresi burası diye uyanıp, ağrıyan boyun, uyuşmuş kolla kendi yatağına yollanmak demekti.
Hamilelikle gelen silkilenmelerden biri de bu durum oldu. İştar'ın okulu kapanıp da yazlık moduna geçene kadar, uyku ritüelimiz şu şekilde vuku buldu:
09:00- uyku borusu öter, çeşitli numaralarda odaya gidiş
09:15- pijama giymece,o akşam okunacak kitabın seçimi
09:30 - kitabın okunması, İştar'ın tekrar kitabı başa sarıp,her sayfadaki resimle ilgili " burda ne oldu" demesi
09:45 - cinnet geçirme seviyesine geliş, kitabı nihayet kapatış
10:00- çiş -kaka, diş fırçalama ve bilumum hijyen faaliyetinden sonra nihayet yatağa yatış, iyi geceler öpücüğü
10:15 - İştar uykuya dalana kadar sandalye tepesinde beklemece, beklerken ipad-iphone takılmaca
( yaw geriden yazıyorum ya, şimdi düşündüm..Her gece onedio.com ve yemek.com'a baktım tam 7 ay boyunca..Vay be rutine bak, monotonluğa gel..)
Görüleceği gibi 1 saatten fazla sürüyor İştar'ın uykuya geçişi..Hadi yatma saati geldi lafı ne kadar erken söylenirse, netice o kadar erken saatte alınıyor, bu da gerçek..Bi ara erken uyutma işini çok güzel becerdim, İskandinav rutinine soktum çocuğu- ta ki babanın olduğu akşamlarda uyutma görevi babada olana kadar..
Ocak-Haziran 2016
Bütün pedagoji kaynakları yazar : çocuklarda zaman kavramı olmadığı için karnınız iyice belirginleşmeden büyük çocuğunuza kardeşi olacağını söylemeyin der.Ben zaten kendi aileme bile hamile olduğumu 13. haftada söylediğim için bu konuda hiç de aceleci davranmadım davranmasına da annem daha öğrenir öğrenmez haberi patlatmış İştar'a, hem de eldeki hamile Barbie bebeklerle uygulamalı olarak!
İştar henüz iki yaşındayken benim evde kardeşim var deyip dururdu. Adı ne derdik,Ayşe derdi. Cinsiyetini öğrenir öğrenmez ismine karar vermemiz bu yüzden çok zor olmadı.
İştar tüm hamilelik sürecimi inanılmaz bir şevkle karşıladı, her gün karnımı okşadı; Ayşe'ye masallar okudu; küçülen donunu bile Ayşe'ye ayırdı..
Bu süreci inanılmaz gözlerle izlerken yine de el altından Ceren Abla Oluyor, Kardeşim ve Ben tarzı kitapları yatmadan önce mutlaka okuduk ki durumu normalleştirelim ve olası krizleri şimdiden önleyelim.
Tabi bu arada karnım inanılmaz bir hızla büyümeye devam etti, ve bir süre sonra sağıma soluma dönmekte, mobilitede sıkıntı çekmeye başladım. Koşamamaya , yere düşen şeyleri hemen alamamaya başladım,en kötüsü de İştar'ı kucağıma hamile olduğumu öğrendiğim ilk günden beri almadım, İştar'a en çok koyan da bu oldu.
Ayşe doğduktan sonra da ilk sorduğu soru: anne sen artık beni kucaklayabilir misin oldu zaten..
Hamileliğimin son 1 ayından itibaren hafta sonu aktivitelerine babası getirip götürdü İştar'ı..Esasen İştar'la baba kız en güçlü bonding dönemini yaşadılar bu süreçte, ben de rahat ettim biraz..
İştar'la uykuya geçiş sürecimiz düne kadar yanına yatıp o uyuyana kadar beklemek, İştar'ın minicik yatağında uyuyakalmak, gece 12 gibi ulen neresi burası diye uyanıp, ağrıyan boyun, uyuşmuş kolla kendi yatağına yollanmak demekti.
Hamilelikle gelen silkilenmelerden biri de bu durum oldu. İştar'ın okulu kapanıp da yazlık moduna geçene kadar, uyku ritüelimiz şu şekilde vuku buldu:
09:00- uyku borusu öter, çeşitli numaralarda odaya gidiş
09:15- pijama giymece,o akşam okunacak kitabın seçimi
09:30 - kitabın okunması, İştar'ın tekrar kitabı başa sarıp,her sayfadaki resimle ilgili " burda ne oldu" demesi
09:45 - cinnet geçirme seviyesine geliş, kitabı nihayet kapatış
10:00- çiş -kaka, diş fırçalama ve bilumum hijyen faaliyetinden sonra nihayet yatağa yatış, iyi geceler öpücüğü
10:15 - İştar uykuya dalana kadar sandalye tepesinde beklemece, beklerken ipad-iphone takılmaca
( yaw geriden yazıyorum ya, şimdi düşündüm..Her gece onedio.com ve yemek.com'a baktım tam 7 ay boyunca..Vay be rutine bak, monotonluğa gel..)
Görüleceği gibi 1 saatten fazla sürüyor İştar'ın uykuya geçişi..Hadi yatma saati geldi lafı ne kadar erken söylenirse, netice o kadar erken saatte alınıyor, bu da gerçek..Bi ara erken uyutma işini çok güzel becerdim, İskandinav rutinine soktum çocuğu- ta ki babanın olduğu akşamlarda uyutma görevi babada olana kadar..
Çocuk Şarkısı Öğrenmek İçin Ayda 325 TL Vermek : Müzik Kursu
Ekim -Şubat 2015*
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ekim ayıyla birlikte İştar kızımın hayatında resmen yeni bir sayfa açıldı.
Yeni bir okul, yeni hafta sonu rutinleri ve ajandası tamamen dolu bir İştar..
Hafta içi sabah en geç 9:15 okuldayız,babamız dedeyle birlikte bırakıyor.Akşam 6'ya doğru servisle geri geliyoruz, oradan doğruca parka..
Hafta sonu sabah 10'da cimnastikteyiz, 11:30 kıyafet değişimi, 12:30 müzik kursu..Ders yarım saat suruyor ama indisi bindisi , ders sonrası oyunu derken eve dönüşümüz 3'ü buluyor.
Hamileyim ve çocuğumu her hafta sonu eğlendirecek aktivite olanağım sınırlı..Bu şekilde en azından İştar'ı fazla TV önünde tutmadan , kurs dönüşü bir şeyler ekleyerek haftayı kapatıyorum. Bu süreçte eksik kaldığımız tek şey pazar günü için ailecek kahvaltı planı yapamamak oluyor; eh o kadar da olsun zaten.
Ama ya müzik kursu?Mutlaka bir büyükle girilen sınıfta çocuklara yarım saat boyunca" baltalar elimizde , uzun ip belimizde" tarzı şarkılar öğretilirken bi 3 dakika kadar odaya canlı canlı gitarist, piyanist yada bir soprano sokularak bu kursa her ay 325 tl ödeyen velilerin kafalarındaki endişe bulutları giderilmeye çalışılıyor.Hatta arada sırada bu müzik okulunda halihazırda öğrenciliğe devam eden çocuklar 1-2 dakikalık gitar-keman dinletileri sununca hepimizin yüzü gevşiyor,ileride kendi çocuğumuzun resitalini hayal edip huzur buluyoruz.
Aylar boyu bu tempo devam ediyor, ama İştar halinden memnun, o mutlu olunca ben de mutluyum.Cimnastikte de, müzik kursunda da İştar'ın arkadaşlıkları henüz yüzeysel ama yine de bu rutine alışıyor İştar ve keyif alıyor.
Derken zamanla şunu fark ediyorum: müzik kursunda dön dolaş aynı şarkıları öğreniyorlar ve şarkılarla birlikte yapılan hareketler 2 yaş oyun grubu seviyesinde. İştar tüm hareketleri anında öğrenen, kursta öğretilmeye çalışılan tüm müzik bilgisini (ki ince-kalın ses, yavaş-hareketli şarkı gibi son derece karmaşık (!) teoremleri içeriyor) içselleştiren çocuklar arasında. Bir grup çocuk ise daha okul ortamından bihaber olduğu için öğrenmekten ziyade duruma ayak uydurmaya çalışıyor.
Dön dolaş tekrar ettiğimiz repertuarın sene sonundaki gösteride kullanılacağı için böyle sık tekrar edildiğini duyuyoruz.Ha tamam diyoruz,o zaman mantıklı. Ve son 2 ay derste sadece aynı şarkılar söyleniyor, yine ses çıkarmıyoruz, ne de olsa practice makes perfect.
Haziran'da olacak yıl sonu gösterimiz deniyor, tamam diyoruz.
Mayıs sonu kurs kapanıyor, sene sonu gösterisinden hiç bahsetmiyor ünlümsü öğretmenimiz.
Soruyorum- SMS gelecek diyorlar.
Haziran ortası oluyor, aklıma geliyor
Telefon ediyorum
Bu sene küçükler sahneye çıkmayacak diyorlar!
Ve şimdi kurs bitti, Ekim'de açılacak, bir üst sınıftan devam edecek.Koca yıl bu çocuğu anaokulu şarkıları öğrensin diye mi taşıyıp durdum,onu düşünüyorum. Ve seneye yine 1 yıl taşımanın sonunda acaba ne olacak, merak ediyorum..
Ve de her cumartesi 15 tl otopark parası verecek miyim yine..
( İşbu blog hamilelik izni (!) nedeniyle geriden gelmekte olup, tembel yazarımız bilmem kaç ay sonra anlattığı mevzuların vukuu bulduğu asıl tarihi her yazının üzerinde belirtmektedir)
Ekim ayıyla birlikte İştar kızımın hayatında resmen yeni bir sayfa açıldı.
Yeni bir okul, yeni hafta sonu rutinleri ve ajandası tamamen dolu bir İştar..
Hafta içi sabah en geç 9:15 okuldayız,babamız dedeyle birlikte bırakıyor.Akşam 6'ya doğru servisle geri geliyoruz, oradan doğruca parka..
Hafta sonu sabah 10'da cimnastikteyiz, 11:30 kıyafet değişimi, 12:30 müzik kursu..Ders yarım saat suruyor ama indisi bindisi , ders sonrası oyunu derken eve dönüşümüz 3'ü buluyor.
Hamileyim ve çocuğumu her hafta sonu eğlendirecek aktivite olanağım sınırlı..Bu şekilde en azından İştar'ı fazla TV önünde tutmadan , kurs dönüşü bir şeyler ekleyerek haftayı kapatıyorum. Bu süreçte eksik kaldığımız tek şey pazar günü için ailecek kahvaltı planı yapamamak oluyor; eh o kadar da olsun zaten.
Ama ya müzik kursu?Mutlaka bir büyükle girilen sınıfta çocuklara yarım saat boyunca" baltalar elimizde , uzun ip belimizde" tarzı şarkılar öğretilirken bi 3 dakika kadar odaya canlı canlı gitarist, piyanist yada bir soprano sokularak bu kursa her ay 325 tl ödeyen velilerin kafalarındaki endişe bulutları giderilmeye çalışılıyor.Hatta arada sırada bu müzik okulunda halihazırda öğrenciliğe devam eden çocuklar 1-2 dakikalık gitar-keman dinletileri sununca hepimizin yüzü gevşiyor,ileride kendi çocuğumuzun resitalini hayal edip huzur buluyoruz.
Aylar boyu bu tempo devam ediyor, ama İştar halinden memnun, o mutlu olunca ben de mutluyum.Cimnastikte de, müzik kursunda da İştar'ın arkadaşlıkları henüz yüzeysel ama yine de bu rutine alışıyor İştar ve keyif alıyor.
Derken zamanla şunu fark ediyorum: müzik kursunda dön dolaş aynı şarkıları öğreniyorlar ve şarkılarla birlikte yapılan hareketler 2 yaş oyun grubu seviyesinde. İştar tüm hareketleri anında öğrenen, kursta öğretilmeye çalışılan tüm müzik bilgisini (ki ince-kalın ses, yavaş-hareketli şarkı gibi son derece karmaşık (!) teoremleri içeriyor) içselleştiren çocuklar arasında. Bir grup çocuk ise daha okul ortamından bihaber olduğu için öğrenmekten ziyade duruma ayak uydurmaya çalışıyor.
Dön dolaş tekrar ettiğimiz repertuarın sene sonundaki gösteride kullanılacağı için böyle sık tekrar edildiğini duyuyoruz.Ha tamam diyoruz,o zaman mantıklı. Ve son 2 ay derste sadece aynı şarkılar söyleniyor, yine ses çıkarmıyoruz, ne de olsa practice makes perfect.
Haziran'da olacak yıl sonu gösterimiz deniyor, tamam diyoruz.
Mayıs sonu kurs kapanıyor, sene sonu gösterisinden hiç bahsetmiyor ünlümsü öğretmenimiz.
Soruyorum- SMS gelecek diyorlar.
Haziran ortası oluyor, aklıma geliyor
Telefon ediyorum
Bu sene küçükler sahneye çıkmayacak diyorlar!
Ve şimdi kurs bitti, Ekim'de açılacak, bir üst sınıftan devam edecek.Koca yıl bu çocuğu anaokulu şarkıları öğrensin diye mi taşıyıp durdum,onu düşünüyorum. Ve seneye yine 1 yıl taşımanın sonunda acaba ne olacak, merak ediyorum..
Ve de her cumartesi 15 tl otopark parası verecek miyim yine..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)