İştar'ın konuşma mevzusu söz konusu olduğunda birinciliği kimselere kaptırmadığı malumunuz. Çok erken konuştu, çok kısa zamanda çok fazla kelime kullanmaya başladı, bir kaç aydır da 2-3 kelimelik cümleler kuruyor.
Son 2-3 haftadır da " bunu istiyorum" cümlesini obsesyon haline getirmeye başlamıştı. İstediği şeyi parmakla gösterip hemen patlatıyordu. "Bundan" yada "bunu" kelimesi zamanla evrildi ve artık İştar istediği nesnenin direkt adıyla hitap eder hale geldi. " mendil istiyorum", "oyuncak istiyorum" vs..
Kitap oku(t)mayı cidden çok sever hale geldik son dönemde.Hemen sevdiği bir kitabı getirip, "anne okuyalım mı" diyor. Kitap bitince, "başka kitap okuyalım mı" diye sorup hemen başka bir kitap alıp geliyor. Sanırım dil gelişiminde son dönemde gözlemlediğimiz ivmenin sebebi bu kitap okumalar olsa gerek.
Kitaplar arasında favorimiz elbette Caillou serisi. (İştar ciddi bir Caillou fanı malum) Her ne kadar kitapların neredeyse tamamının bir kaç sayfası kopmuş da olsa, yarım yamalak Allah ne verdiyse okuyoruz İştar'a. İştar'la kitap okuma olayı genellikle soru -cevap şeklinde geçiyor.Resimlerdeki şeyleri gösterip İştar'a sorular soruyorum. Kitaplardan birindeki resimde Caillou yatağında oturuyor çünkü sabah olmuş ve artık uyanmış.
İştar'a sordum: "Annecim Caillou ne giymiş?"
İştar: " Pijama"
"Neden pijama giymiş Caillou?"
İştar: "Çünkü Caillou uyuyor" !!!
31 Ocak 2014 Cuma
Bu Ne Yahu !
Resmen Ocak ayının tamamını hasta pozisyonunda geçirdik. Evde öksürük,tıksırık,sümük,ateş hiç eksik olmadı.Üstelik bu dediğim tüm aile fertleri için geçerli.Yılbaşının hemen ertesi İştar'ın ağır gribi, ateşlenmesi, öksürüğü vsyi atlattık derken son 2 haftadır özellikle geceleri şiddetlenen bir öksürük durumu başladı. Hatta bir gece zavallı miniğim neredeyse hiç durmadan öksürdü. Şüphelenip sağlık ocağına götürdük, "yok ciğerlerine inmemiş henüz, öksürük bu, normal" deyip gönderdiler.
Ama durum hiç değişmedi.Neler neler yapmadık: saat başı ıhlamur servisi,kara turpun içine bal koymaca,karabiberli bal, her gün et suyuna çorba vs. Öksürük azalarak yok olacağına daha da arttı. Geçen pazar yine öksürmekten uyuyamadığımız bir gece geçirip, üzerine bir de ateşlenip,sabahına da sağ gözün komple yapışmış olduğunu görünce İştar'ı kaptığım gibi doktora götürdüm.
Aman aman diye kaçındığım ne kadar ilaç varsa yazdı: antibiyotik, öksürük şurubu.Üstelik benim mor desitin fazla yağlı geldi herhalde diye önemsemediğim poposundaki sivilceler mikrop kapmış pişik çıkmasın mı!
Velhasıl doktordan çıktığımızda günde 2 kere antibiyotik, 3er kere göze damla,popoya pomad,ağza öksürük şurubu şeklinde yoğun bir kür programı elimizdeydi.
İltihap kapıp sabahları birbirine yapışan göz kapakları çok şükür 2 gün içinde geçti.
Ateş zaten Pazartesi öğlen itibarıyla kalmamıştı.
Fakat öksürük henüz geçmedi.Özellikle sabahları kıpkırmızı olana kadar öksürüyoruz.
Ancak ilaçları kullanmaya başladığımızdan beri gece öksürükleri tamamen kesildi.
Babamız yine yurt dışında olduğu için, bu aralar anneannede kalıyoruz. Dün akşam İştar'ı geç saatte bile olsa bir şekilde uyuttum; yatağına yatırdım.
1saat sonra ağlayarak uyandı ve bir türlü susmadı.Sese koşan annem, odaya girdiğinde ışığı yakınca bir de ne görelim: miniğimin her yeri ama her yeri kızarmış, balon balon kabarmış!! Bunca ilaç, doktor ziyareti vs ile zaten İştar'ın bir türlü toparlanamaması yeterince canımı sıkıyordu, bir de üstüne bu ne yahu!
İştar'ı kaptığımız gibi hemen evimiz yakınındaki bir hastanenin aciline götürdük. İlk kontrolü acil doktoru yaptı ve sivrisinek ısırığında kaşıntıyı alsın diye kullandığımız basit bir jel sürdük İştar'ın bütün vücuduna. İştar anında rahatladı, ayağında ev terliği, üzerinde bir tulumla koşuşmaya başladı acilin içinde. O sırada çocuk doktoru da geldi ve bize söylediği olayın basit bir alerjik reaksiyon olduğu, muhtemelen sabaha bir şeyinin kalmayacağı idi. Gıda yada giysi en önemli şüphelilerdenmiş. Biz de hemen o gün öğlen içtiği zencefilli çaydan şüphelendik.Çok gerekirse kullanmak için bir alerji şurubu yazdı ve eve döndük. Yatakta harala gürele bir boğuşmanın ardından saat 4'e doğru ancak uyuyabildi kuzucum.
Şu an yüzünde hala alerjinin izleri duruyor. Umarım geçer kısa zamanda.
Şu Ocak ayı gerçekten çok zor geçti bizim için.Umarım Şubat'ı bomba gibi geçirir minik cücem.
Ama durum hiç değişmedi.Neler neler yapmadık: saat başı ıhlamur servisi,kara turpun içine bal koymaca,karabiberli bal, her gün et suyuna çorba vs. Öksürük azalarak yok olacağına daha da arttı. Geçen pazar yine öksürmekten uyuyamadığımız bir gece geçirip, üzerine bir de ateşlenip,sabahına da sağ gözün komple yapışmış olduğunu görünce İştar'ı kaptığım gibi doktora götürdüm.
Aman aman diye kaçındığım ne kadar ilaç varsa yazdı: antibiyotik, öksürük şurubu.Üstelik benim mor desitin fazla yağlı geldi herhalde diye önemsemediğim poposundaki sivilceler mikrop kapmış pişik çıkmasın mı!
Velhasıl doktordan çıktığımızda günde 2 kere antibiyotik, 3er kere göze damla,popoya pomad,ağza öksürük şurubu şeklinde yoğun bir kür programı elimizdeydi.
İltihap kapıp sabahları birbirine yapışan göz kapakları çok şükür 2 gün içinde geçti.
Ateş zaten Pazartesi öğlen itibarıyla kalmamıştı.
Fakat öksürük henüz geçmedi.Özellikle sabahları kıpkırmızı olana kadar öksürüyoruz.
Ancak ilaçları kullanmaya başladığımızdan beri gece öksürükleri tamamen kesildi.
Babamız yine yurt dışında olduğu için, bu aralar anneannede kalıyoruz. Dün akşam İştar'ı geç saatte bile olsa bir şekilde uyuttum; yatağına yatırdım.
1saat sonra ağlayarak uyandı ve bir türlü susmadı.Sese koşan annem, odaya girdiğinde ışığı yakınca bir de ne görelim: miniğimin her yeri ama her yeri kızarmış, balon balon kabarmış!! Bunca ilaç, doktor ziyareti vs ile zaten İştar'ın bir türlü toparlanamaması yeterince canımı sıkıyordu, bir de üstüne bu ne yahu!
İştar'ı kaptığımız gibi hemen evimiz yakınındaki bir hastanenin aciline götürdük. İlk kontrolü acil doktoru yaptı ve sivrisinek ısırığında kaşıntıyı alsın diye kullandığımız basit bir jel sürdük İştar'ın bütün vücuduna. İştar anında rahatladı, ayağında ev terliği, üzerinde bir tulumla koşuşmaya başladı acilin içinde. O sırada çocuk doktoru da geldi ve bize söylediği olayın basit bir alerjik reaksiyon olduğu, muhtemelen sabaha bir şeyinin kalmayacağı idi. Gıda yada giysi en önemli şüphelilerdenmiş. Biz de hemen o gün öğlen içtiği zencefilli çaydan şüphelendik.Çok gerekirse kullanmak için bir alerji şurubu yazdı ve eve döndük. Yatakta harala gürele bir boğuşmanın ardından saat 4'e doğru ancak uyuyabildi kuzucum.
Şu an yüzünde hala alerjinin izleri duruyor. Umarım geçer kısa zamanda.
Şu Ocak ayı gerçekten çok zor geçti bizim için.Umarım Şubat'ı bomba gibi geçirir minik cücem.
13 Ocak 2014 Pazartesi
İştar Hanım Bir Kuçuk Yaşında!
Evet bugün itibariyle benim minik meleğim, ev cücem, kaymaklı böreğim, çağla bademim,kıvırcık kuzum resmen 1,5 yaşına girdi. Kaç yaşında olduğu sorulduğunda da hemen yapıştırıyor cevabı sıpa (parmağıyla da bir yapıp): bir kuçuk !
İşte 18 aylık İştar Hanım'ın karnesi:
1. Uyku ve Beslenme
Gündüz ekstra bir durum yoksa, saat 13:00- 15:00 arası tek ve uzun bir uyku uyuyor.Bu tek uykuya geçiş işini kendi kendine becerdi.
Geceleri ise hala aynı yöntemle ( biberondan süt içerken sallanan koltukta uyutma) uyutuyorum İştar'ı.Genellikle 21 civarı uyutmaya gayret ediyorum. Hala gecenin bir vakti uyanıp ağlıyor, bize sesleniyor. Hala hiç çaba sarf etmeden alıp aramıza koyuyoruz, beş dakika sonra uyuyakalıyor zaten. Kısacası her sabah İştar'la birlikte uyanıyoruz uzun zamandır.Aslında yapmamız gereken şey, aramızda uyuyakaldıktan sonra onu tekrar yatağına yatırmak ama ne bende ne de eşimde bunu yapacak enerji yok işin gerçeği. Bu mevzuyla ilgili "inş cnm ya" diyorum!
İştahı eskisi gibi değil artık İştar'ın. Çabuk tıkanıyor.Oturup adam gibi yemek yerine daha çok ayaküstü atıştırmalığı tercih ediyor. Gün içinde -genellikle-sağlıklı şeyler yediği için bunu çok da sorun etmiyorum.Neticede kilosu da boyu da normal görünüyor. Ama yine anne olmak vicdan azabıyla yaşamak derler ya gerçekten öyle.Çocuğumu yeterince kaliteli besliyebiliyor muyum sorusu zaman zaman benim de kafamı meşgul ediyor açıkçası.
2. Oyun ve Sosyalleşme
Bir süredir İştar'ın oyuncaklarıyla aslında doğru dürüst oynamadığını farkediyorum. Evde olduğum anlarda genellikle benim yanıma gelip sırnaşmayı tercih ediyor.Babasını ise tuvalette bile takipte.Oyuncaklar elbette evin dört bir yanına saçılmış vaziyette ama ne yalan söyliyeyim eskisi gibi bir şeyler yaptığını görmüyorum artık.Oyuncaklar zaten paramparça,her biri ayrı telden çalıyor.3 sepet ve bir silindir dolusu oyuncağımız, bir sürü de kitabımız var.Kitapların da çoğu paramparça.Burada bir öz eleştiri yapmadan geçemeyeceğim.Biz ipad ve cep telefonundan İştar'a bir şey izlettirme işini bir hayli abarttık bence.Önüne konan ekranda gördüğü renkler,sesler ona o kadar cazip geliyor ki, artık oyuncakların verdiği uyarı İştar'ı tatmin etmiyor bana kalırsa. İzlemesek bile evde sürekli televizyon açık.Zaten genelde bebek kanallarını açıyoruz.İştar sabit ve donuk gözlerle televizyon izleyen bir çocuk değil ama yine de arada ekrana bakıyor elbette, zaten bir çok programın şarkısını da ezberlemiş bile. İşte bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı İştar'ın oyuncağa olan ilgisini yitirdiğini düşünüyorum.Yaklaşık 1 haftadır İştar'a ipad yada telefondan hiç bir şey izlettirmiyoruz, televizyon mevzusunu da sınırlandırmayı düşünüyorum. Oyuncak olarak da bundan böyle pille çalışan, her düğmesinden ayrı ses çıkan plastik ürünleri tercih etmeyi düşünmüyorum.
Hasta olmadığı dönemlerde her gün mutlaka parka gidiyor.Hafta sonları babasıyla bisiklete binip evimizin yakınlarındaki Taypark'a mutlaka gidiyorlar.Güzel bir gelişme, artık kum yemiyoruz.Ama parkta geçirilen süreleri biraz daha uzatmak şart.Örneğin sabah 45 dakika, öğle yemeğinden sonra 45 dakika bence ideal..İştar hareketli bir çocuk olduğu için bakıcısının park konusunda çok hevesli davrandığını sanmıyorum.İştar'ı parkta zaptetmek gerçekten zor, baya enerji istiyor.Oysaki bana göre açık havada oyun oynaması her şeyden önemli.Bunu da düzene sokmak gerek.
İştar başka çocuklarla oynamak için inanılmaz hevesli.Eğer ortada oyuncak kavgası yoksa, son derece uyumlu şekilde oynayabiliyor.Bahar aylarında düşündüğüm oyun gurubunun ona biraz daha katkısı olacaktır sanırım.
Bu arada boya olayına her hafta hevesle başlıyoruz ancak en fazla 15 dakika sonra İştar'ın ağzı boya parçaları dolu, benim tansiyon fırlamış şekilde vazgeçiyoruz bu işten bir süreliğine! Hangi tip boyayı denediysem olmadı, anında koparıp koparıp yiyor.Dün son olarak parmak boyası diye bir şey aldım.Onu bir deneyeceğiz, bakalım ne olacak.
3. Zihinsel ve Fiziksel Gelişim
Fiziksel gelişim başlığı altında yapabildiği yaramazlıkları sıralasam galiba daha iyi olacak: sandalyeden masaya tırmanmak,açmaması gereken her dolabı açıp karıştırmak,mutfak tezgahına yetişip, cüce boyunun elverdiğince ne var ne yok aşağıya indirmek,masada hafif kenara yakın yere konuşlanmış her türlü alet edavatı alıp kaçmak,içeride ne oluyor diye özellikle baba tuvaletteyken kapıyı şak diye açmakgözünün önünde olmak yerine pırr diye belirsiz bir lokasyona doğru kaçıp gitmek,yerde bulduğu her şeyi ağzına atmak,zırt pırt digi kutuyu alttan kapatıp sonra da " kapattııım" demek,açıktaki her türlü kabloyu çekiştirmek ve tüm bunları sadece bizim evimizde değil, gittiği her yerde yapmak.
İştar'ın kelime haznesi inanılmaz geniş ve pek çoğunu da mükemmele yakın söyleyebiliyor.Tek tek buraya yazmak bir hayli uzun sürer ama kısaca şöyle diyebilirim: gündelik hayatta kullandığımız hemen her kelimeyi söyleyebiliyor.Yani tahminim 100'den fazla kelime biliyor olması. Elbette bundan kastım karmaşık yada teknik terimler değil ama skalamız deniz kabuğu ile ananası da içeriyor, öyle diyeyim. Kelimeler dışında bildiğimiz filler şunlar: yemek,gitmek,gelmek,içmek,sevmek,beklemek,dökmek,kırılmak,açmak,taramak,okumak,kapatmak,boyamak vs. Bu fillerle 2-3 kelimelik cümleler kurabiliyor cüce. Yani elbette şakır şakır konuşuyor diyemeyiz ama derdini bir hayli iyi anlatabiliyor.
Birden ona kadar sayabiliyoruz ve bazı sayıları artık tanıyoruz.
Soyut kavramlarda pek iyi değiliz, buna renkler de dahil. İştar'a neyin rengini sorarsam sorayım hepsi kırmızı.O anda sarı, yeşil vs ezberliyor ama renk denen kavramı henüz anlayamadığı için 1 saat sonra o ayakkabının rengi hala kırmızı.
Bu arada bebeklerde dil eğitimi diye bir mevzu biliyorsunuz.Bir çok aile,2-3 yaşından itibaren çocuklarına yabancı dil öğretmeye çalışıyorlar.Çok küçükken dilin mükemmel şekilde öğrenildiği ,yaş ilerledikçe işin zorlaştığı bir gerçek.Ama bana göre çocuk evde native speaker biriyle sadece o dili konuşarak vakit geçiriyorsa ancak bu geçerli.Öbür türlüsü kelime bazında oluyor gibi.Yani çocuk ördeği gösterip "duck " diyor yada klasik bir şekilde "anlıyor" ama "konuşamıyor". Eğer amaç çocuğum 40-50 kelimenin türkçesini de ingilizcesini de bilsin ise, eyvallah, doğru yoldasınız. Ama amacınız çocuk meramını hem türkçe hem ingilizce anlatsın ise üzgünüm ama boşuna nefes tüketiyorsunuz.Ayrı milliyetlere tabi ebeveynlere sahip çocuklar bile iki dili birbirine karıştırmadan konuşmaya ancak 5-6 yaşından sonra başlıyor. Dolayısıyla benim İştar'a yabancı dil öğretme gibi bir kaygım yok,ileride okulda ne öğreniyorsa o.
Tuvalet mevzusunda ise geriledik galiba.Daha düne kadar kakasını yapmadan önce haber veren İştar artık bizim burnumuz haberi almadan olayı umursamıyor bile.Hangi ara unuttu o işi bilmem.Her ne kadar şu anda hala erken de olsa öncelikle mevzuyla ilgili kitabı okuyup ona göre hareket etmenin zamanı geldi de geçiyor bile galiba.
Evet tam 18 aylık olduk şaka maka.Bundan sonrası için sanırım bize biraz daha fazla iş düşecek.İştar cidden büyüyor ve eskisinden daha dikkatli..Dün ilk defa bir şey yaptı ve bu, bana göre ciddi bir büyüme atağının habercisi.Gittiğimiz alışveriş merkezinde bebelere eğlence olsun diye ortada dolanan çocuk trenine binmek istedi. Treeen treen diye kendini yerden yere attı.Aracı kullanan noel anne kılığındaki kız bizi şu an alamayacağını, meydanda bir sonraki tur için beklememizi söyledi.Ama biz de beklemek istemedik ve nasıl olsa unutacak diye arabaya doğru yürümeye başladık. Neredeyse eve varana kadar treeen treen diye bağırıp çağırdı, yer yer ağladı. Yani şu an artık İştar,zihninde bir resmi tutup,talep edip, reaksiyon gösterebiliyor.
Artık elma istemesi için tezgahta elmayı görmesine belki de gerek kalmayacak çünkü elmanın görüntüsü artık direkt zihnine gelecek!
İşte 18 aylık İştar Hanım'ın karnesi:
1. Uyku ve Beslenme
Gündüz ekstra bir durum yoksa, saat 13:00- 15:00 arası tek ve uzun bir uyku uyuyor.Bu tek uykuya geçiş işini kendi kendine becerdi.
Geceleri ise hala aynı yöntemle ( biberondan süt içerken sallanan koltukta uyutma) uyutuyorum İştar'ı.Genellikle 21 civarı uyutmaya gayret ediyorum. Hala gecenin bir vakti uyanıp ağlıyor, bize sesleniyor. Hala hiç çaba sarf etmeden alıp aramıza koyuyoruz, beş dakika sonra uyuyakalıyor zaten. Kısacası her sabah İştar'la birlikte uyanıyoruz uzun zamandır.Aslında yapmamız gereken şey, aramızda uyuyakaldıktan sonra onu tekrar yatağına yatırmak ama ne bende ne de eşimde bunu yapacak enerji yok işin gerçeği. Bu mevzuyla ilgili "inş cnm ya" diyorum!
İştahı eskisi gibi değil artık İştar'ın. Çabuk tıkanıyor.Oturup adam gibi yemek yerine daha çok ayaküstü atıştırmalığı tercih ediyor. Gün içinde -genellikle-sağlıklı şeyler yediği için bunu çok da sorun etmiyorum.Neticede kilosu da boyu da normal görünüyor. Ama yine anne olmak vicdan azabıyla yaşamak derler ya gerçekten öyle.Çocuğumu yeterince kaliteli besliyebiliyor muyum sorusu zaman zaman benim de kafamı meşgul ediyor açıkçası.
2. Oyun ve Sosyalleşme
Bir süredir İştar'ın oyuncaklarıyla aslında doğru dürüst oynamadığını farkediyorum. Evde olduğum anlarda genellikle benim yanıma gelip sırnaşmayı tercih ediyor.Babasını ise tuvalette bile takipte.Oyuncaklar elbette evin dört bir yanına saçılmış vaziyette ama ne yalan söyliyeyim eskisi gibi bir şeyler yaptığını görmüyorum artık.Oyuncaklar zaten paramparça,her biri ayrı telden çalıyor.3 sepet ve bir silindir dolusu oyuncağımız, bir sürü de kitabımız var.Kitapların da çoğu paramparça.Burada bir öz eleştiri yapmadan geçemeyeceğim.Biz ipad ve cep telefonundan İştar'a bir şey izlettirme işini bir hayli abarttık bence.Önüne konan ekranda gördüğü renkler,sesler ona o kadar cazip geliyor ki, artık oyuncakların verdiği uyarı İştar'ı tatmin etmiyor bana kalırsa. İzlemesek bile evde sürekli televizyon açık.Zaten genelde bebek kanallarını açıyoruz.İştar sabit ve donuk gözlerle televizyon izleyen bir çocuk değil ama yine de arada ekrana bakıyor elbette, zaten bir çok programın şarkısını da ezberlemiş bile. İşte bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı İştar'ın oyuncağa olan ilgisini yitirdiğini düşünüyorum.Yaklaşık 1 haftadır İştar'a ipad yada telefondan hiç bir şey izlettirmiyoruz, televizyon mevzusunu da sınırlandırmayı düşünüyorum. Oyuncak olarak da bundan böyle pille çalışan, her düğmesinden ayrı ses çıkan plastik ürünleri tercih etmeyi düşünmüyorum.
Hasta olmadığı dönemlerde her gün mutlaka parka gidiyor.Hafta sonları babasıyla bisiklete binip evimizin yakınlarındaki Taypark'a mutlaka gidiyorlar.Güzel bir gelişme, artık kum yemiyoruz.Ama parkta geçirilen süreleri biraz daha uzatmak şart.Örneğin sabah 45 dakika, öğle yemeğinden sonra 45 dakika bence ideal..İştar hareketli bir çocuk olduğu için bakıcısının park konusunda çok hevesli davrandığını sanmıyorum.İştar'ı parkta zaptetmek gerçekten zor, baya enerji istiyor.Oysaki bana göre açık havada oyun oynaması her şeyden önemli.Bunu da düzene sokmak gerek.
İştar başka çocuklarla oynamak için inanılmaz hevesli.Eğer ortada oyuncak kavgası yoksa, son derece uyumlu şekilde oynayabiliyor.Bahar aylarında düşündüğüm oyun gurubunun ona biraz daha katkısı olacaktır sanırım.
Bu arada boya olayına her hafta hevesle başlıyoruz ancak en fazla 15 dakika sonra İştar'ın ağzı boya parçaları dolu, benim tansiyon fırlamış şekilde vazgeçiyoruz bu işten bir süreliğine! Hangi tip boyayı denediysem olmadı, anında koparıp koparıp yiyor.Dün son olarak parmak boyası diye bir şey aldım.Onu bir deneyeceğiz, bakalım ne olacak.
3. Zihinsel ve Fiziksel Gelişim
Fiziksel gelişim başlığı altında yapabildiği yaramazlıkları sıralasam galiba daha iyi olacak: sandalyeden masaya tırmanmak,açmaması gereken her dolabı açıp karıştırmak,mutfak tezgahına yetişip, cüce boyunun elverdiğince ne var ne yok aşağıya indirmek,masada hafif kenara yakın yere konuşlanmış her türlü alet edavatı alıp kaçmak,içeride ne oluyor diye özellikle baba tuvaletteyken kapıyı şak diye açmakgözünün önünde olmak yerine pırr diye belirsiz bir lokasyona doğru kaçıp gitmek,yerde bulduğu her şeyi ağzına atmak,zırt pırt digi kutuyu alttan kapatıp sonra da " kapattııım" demek,açıktaki her türlü kabloyu çekiştirmek ve tüm bunları sadece bizim evimizde değil, gittiği her yerde yapmak.
İştar'ın kelime haznesi inanılmaz geniş ve pek çoğunu da mükemmele yakın söyleyebiliyor.Tek tek buraya yazmak bir hayli uzun sürer ama kısaca şöyle diyebilirim: gündelik hayatta kullandığımız hemen her kelimeyi söyleyebiliyor.Yani tahminim 100'den fazla kelime biliyor olması. Elbette bundan kastım karmaşık yada teknik terimler değil ama skalamız deniz kabuğu ile ananası da içeriyor, öyle diyeyim. Kelimeler dışında bildiğimiz filler şunlar: yemek,gitmek,gelmek,içmek,sevmek,beklemek,dökmek,kırılmak,açmak,taramak,okumak,kapatmak,boyamak vs. Bu fillerle 2-3 kelimelik cümleler kurabiliyor cüce. Yani elbette şakır şakır konuşuyor diyemeyiz ama derdini bir hayli iyi anlatabiliyor.
Birden ona kadar sayabiliyoruz ve bazı sayıları artık tanıyoruz.
Soyut kavramlarda pek iyi değiliz, buna renkler de dahil. İştar'a neyin rengini sorarsam sorayım hepsi kırmızı.O anda sarı, yeşil vs ezberliyor ama renk denen kavramı henüz anlayamadığı için 1 saat sonra o ayakkabının rengi hala kırmızı.
Bu arada bebeklerde dil eğitimi diye bir mevzu biliyorsunuz.Bir çok aile,2-3 yaşından itibaren çocuklarına yabancı dil öğretmeye çalışıyorlar.Çok küçükken dilin mükemmel şekilde öğrenildiği ,yaş ilerledikçe işin zorlaştığı bir gerçek.Ama bana göre çocuk evde native speaker biriyle sadece o dili konuşarak vakit geçiriyorsa ancak bu geçerli.Öbür türlüsü kelime bazında oluyor gibi.Yani çocuk ördeği gösterip "duck " diyor yada klasik bir şekilde "anlıyor" ama "konuşamıyor". Eğer amaç çocuğum 40-50 kelimenin türkçesini de ingilizcesini de bilsin ise, eyvallah, doğru yoldasınız. Ama amacınız çocuk meramını hem türkçe hem ingilizce anlatsın ise üzgünüm ama boşuna nefes tüketiyorsunuz.Ayrı milliyetlere tabi ebeveynlere sahip çocuklar bile iki dili birbirine karıştırmadan konuşmaya ancak 5-6 yaşından sonra başlıyor. Dolayısıyla benim İştar'a yabancı dil öğretme gibi bir kaygım yok,ileride okulda ne öğreniyorsa o.
Tuvalet mevzusunda ise geriledik galiba.Daha düne kadar kakasını yapmadan önce haber veren İştar artık bizim burnumuz haberi almadan olayı umursamıyor bile.Hangi ara unuttu o işi bilmem.Her ne kadar şu anda hala erken de olsa öncelikle mevzuyla ilgili kitabı okuyup ona göre hareket etmenin zamanı geldi de geçiyor bile galiba.
Evet tam 18 aylık olduk şaka maka.Bundan sonrası için sanırım bize biraz daha fazla iş düşecek.İştar cidden büyüyor ve eskisinden daha dikkatli..Dün ilk defa bir şey yaptı ve bu, bana göre ciddi bir büyüme atağının habercisi.Gittiğimiz alışveriş merkezinde bebelere eğlence olsun diye ortada dolanan çocuk trenine binmek istedi. Treeen treen diye kendini yerden yere attı.Aracı kullanan noel anne kılığındaki kız bizi şu an alamayacağını, meydanda bir sonraki tur için beklememizi söyledi.Ama biz de beklemek istemedik ve nasıl olsa unutacak diye arabaya doğru yürümeye başladık. Neredeyse eve varana kadar treeen treen diye bağırıp çağırdı, yer yer ağladı. Yani şu an artık İştar,zihninde bir resmi tutup,talep edip, reaksiyon gösterebiliyor.
Artık elma istemesi için tezgahta elmayı görmesine belki de gerek kalmayacak çünkü elmanın görüntüsü artık direkt zihnine gelecek!
10 Ocak 2014 Cuma
Toparlanıyoruz
Yeni yıla aile boyu ağır hasta olarak başladık, umarım tüm senenin hastalıkları tek seferde bitmiştir bu vesileyle.
Son yazımı yazdıktan bir kaç saat sonra titreyerek girdiğim battaniyenin altından yaklaşık 2 gün hiç çıkmadım. Yeni virüsümüz H2N3, en son ve öldürücü darbeyi evde bana vurmuştu anlaşılan.Tabi bundan nasibini alan tek talihli ben değildim elbette.Pazartesi akşam battaniyenin altında humma nöbetleri geçirirken telefonum resmen acı acı çaldı. Telefondaki ses,o sırada bir başka battaniyenin altından seslenen kızımın bakıcısına ait.:"Ben ölüyorum galiba, hastanelik oldum,beni idare et biraz!"
Şirkette bir dolu işi, evde battaniye üzerinden burun çeke çeke yaparken , kızımın bir taş atımı uzakta bakıcısıyla olduğunu hayal etmelerim, istediğim çorbayı da o yapar nasıl olsa, ohh bu hafta tüm yemekleri de yaptırırım diye heyecanlanmalarım poff diye söndü helyumu bitmiş uçan balon gibi.
Görünüşe göre kızımla baş başaydık, yani olsa olsa bu çorbayı bana kızım yapacaktı !
Sağ olsun babaanne ve anneannelerin lojistik desteğiyle 2 gün evde yalnız kalıp biraz dinlenmeye fırsat bulabildim.Tabi iş yerinde herhangi bir yedeğim olmadığı için yatak-battaniye-laptop üçgeninde geçti mesai saatlerim ama buna da şükür. Sonraki günlerde ben hala hastaydım ama en azından İştar'ı bir şekilde idare edebilecek durumdaydım.
İştar'ın öksürükleri kesilmeyince (özellikle geceleri çok fazlalaşıyor), sağlık ocağına götürdük.Doktor ciddi bir durum olmadığını söyleyip herkesin kullandığı o şuruptan verdi.Cidden şurubu içer içmez öksürük filan kalmıyor.Ancak ilaç kullanımı genel anlamda beni rahatsız eden bir durum olduğu için öncelikle çareyi daha doğal yollarda ( banyo,ıhlamur,bol vitaminli şeyler ,reiki vs) arıyorum. Ama şu ana kadarki en seri çözüm o şurup, orası kesin.
Tam 1 haftadır İştar hanım zorunlu haller dışında hep evdeydi. Dışarı çıkıp oynamayı,yaramazlık yapmayı seven kızım için zor bir durum olsa gerek.Bu hafta sonu öksürük kesilirse normal hayatımıza geri döneceğiz işallah.
Son yazımı yazdıktan bir kaç saat sonra titreyerek girdiğim battaniyenin altından yaklaşık 2 gün hiç çıkmadım. Yeni virüsümüz H2N3, en son ve öldürücü darbeyi evde bana vurmuştu anlaşılan.Tabi bundan nasibini alan tek talihli ben değildim elbette.Pazartesi akşam battaniyenin altında humma nöbetleri geçirirken telefonum resmen acı acı çaldı. Telefondaki ses,o sırada bir başka battaniyenin altından seslenen kızımın bakıcısına ait.:"Ben ölüyorum galiba, hastanelik oldum,beni idare et biraz!"
Şirkette bir dolu işi, evde battaniye üzerinden burun çeke çeke yaparken , kızımın bir taş atımı uzakta bakıcısıyla olduğunu hayal etmelerim, istediğim çorbayı da o yapar nasıl olsa, ohh bu hafta tüm yemekleri de yaptırırım diye heyecanlanmalarım poff diye söndü helyumu bitmiş uçan balon gibi.
Görünüşe göre kızımla baş başaydık, yani olsa olsa bu çorbayı bana kızım yapacaktı !
Sağ olsun babaanne ve anneannelerin lojistik desteğiyle 2 gün evde yalnız kalıp biraz dinlenmeye fırsat bulabildim.Tabi iş yerinde herhangi bir yedeğim olmadığı için yatak-battaniye-laptop üçgeninde geçti mesai saatlerim ama buna da şükür. Sonraki günlerde ben hala hastaydım ama en azından İştar'ı bir şekilde idare edebilecek durumdaydım.
İştar'ın öksürükleri kesilmeyince (özellikle geceleri çok fazlalaşıyor), sağlık ocağına götürdük.Doktor ciddi bir durum olmadığını söyleyip herkesin kullandığı o şuruptan verdi.Cidden şurubu içer içmez öksürük filan kalmıyor.Ancak ilaç kullanımı genel anlamda beni rahatsız eden bir durum olduğu için öncelikle çareyi daha doğal yollarda ( banyo,ıhlamur,bol vitaminli şeyler ,reiki vs) arıyorum. Ama şu ana kadarki en seri çözüm o şurup, orası kesin.
Tam 1 haftadır İştar hanım zorunlu haller dışında hep evdeydi. Dışarı çıkıp oynamayı,yaramazlık yapmayı seven kızım için zor bir durum olsa gerek.Bu hafta sonu öksürük kesilirse normal hayatımıza geri döneceğiz işallah.
6 Ocak 2014 Pazartesi
Aile Boyu Yatak Döşek !
Yılbaşı Büyükada çıkarmamızın hemen akabinde kocama bir haller oldu. Yattığı yerde uyuyakalıyor, üşüyor,titriyor, öksürüyor tıksırıyor derken dönüşümüzden bir gün sonra bir hayli şifayı kapmış olduğunu anladık.Bu defaki basit bir nezle gripten çok daha fazlası gibiydi anlaşılan. Tabi bizim İştar Hanım aynı mekanda 5 dakikadan daha uzun süre durunca sıkıldığı için olsa gerek,sürekli ayırma çabalarıma rağmen kedi gibi babasına sokuldu durdu bu süreçte. Ve hoop Cuma akşamı işten eve dönüp İştar'ı bakıcısından teslim almamdan bir kaç saat sonra minik cücede de ilk belirtiler başladı: hafif bir ateş, sulanan kırmızı gözler, hafif öksürük. Tabi tembel bir anne baba olmamızdan mütevellit hala gidip doğru dürüst bir ateş ölçer almadık. Ölçüm aracımız iyi kalibre edilmiş bir kulak termometresinden ziyade İştar'ın alnına ve şakaklarına koyduğumuz elimiz!
Ele gelen ısı, ılıksa , OK sorun yok ama gözleme devam demek. Yok yeni pişmiş yemek tenceresi ısısı hissediliyorsa hemen ıslak bez yada doğruca banyo! Tabi bu manuel ölçüm işine girmemin bir diğer sebebi de gecenin bir yarısı eczanenin birinden aldığımız ve benim vücut ısımı default 35 derece olarak ölçen aleti de bulamamam. Bir kaç saat sonra yatağın altında bir toz yumağının içinden çıktı alet. Ama güzel olan şey, haftalarca yatağın altında kaldığı için mi yoksa başka bir sebepten mi bilmiyorum ama alet beni ilk defa doğruya yakın, yani 36,3 ölçtü:)
Saatler ilerledikçe İştar'ın ateşi yükselmeye (bir ara 39 civarı seyrediyordu), öksürmeye ve hatta kusmaya başladı.Ateşten ve öksürükten uyuyamadığı için bir o kadar da huzursuzdu.Bu noktada ateş düşürücü şuruplara başladım. Yaklaşık yarım saat içinde ateş düşüyor gerçekten de. Ama elbette çözüm değil çünkü virüs hala vücudunda.
Alnına yada herhangi bir eklem bölgesine ıslak bez koyduğumda ise basıyor çığlığı! Ertesi gün de durum aynıydı. Geceye göre biraz daha düşük seyir izleyen ateş, öksürük,kusma,sulu gözler vs.
Cumartesi akşamüstüne kadar hem kocama hem İştar'a hasta bakıcılık yaptım yapmasına da bu sefer de bende bir boğaz ağrısı başladı -ki her türlü hastalığın ön habercisidir o benim için-
Ve Pazar günü resmen aile boyu hepimiz yatak döşektik.Bir odada kocam, bir odada İştar'la ben, herkesin üzerinde bir battaniye,serilip kalmışız.Pazar akşamüstüne doğru İştar baya bir durumu toparlamıştı artık.Ateş tamamen bitmiş,sadece öksürük ve iştahsızlık.
Bu sabah, geriden takip ettiğim için olsa gerek, en ağır vaka olarak güne ben başladım.Bugün önemli bir misafirimiz olduğu için mecburen ofise geldim ama o kadar hastayım ki buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum !
Ele gelen ısı, ılıksa , OK sorun yok ama gözleme devam demek. Yok yeni pişmiş yemek tenceresi ısısı hissediliyorsa hemen ıslak bez yada doğruca banyo! Tabi bu manuel ölçüm işine girmemin bir diğer sebebi de gecenin bir yarısı eczanenin birinden aldığımız ve benim vücut ısımı default 35 derece olarak ölçen aleti de bulamamam. Bir kaç saat sonra yatağın altında bir toz yumağının içinden çıktı alet. Ama güzel olan şey, haftalarca yatağın altında kaldığı için mi yoksa başka bir sebepten mi bilmiyorum ama alet beni ilk defa doğruya yakın, yani 36,3 ölçtü:)
Saatler ilerledikçe İştar'ın ateşi yükselmeye (bir ara 39 civarı seyrediyordu), öksürmeye ve hatta kusmaya başladı.Ateşten ve öksürükten uyuyamadığı için bir o kadar da huzursuzdu.Bu noktada ateş düşürücü şuruplara başladım. Yaklaşık yarım saat içinde ateş düşüyor gerçekten de. Ama elbette çözüm değil çünkü virüs hala vücudunda.
Alnına yada herhangi bir eklem bölgesine ıslak bez koyduğumda ise basıyor çığlığı! Ertesi gün de durum aynıydı. Geceye göre biraz daha düşük seyir izleyen ateş, öksürük,kusma,sulu gözler vs.
Cumartesi akşamüstüne kadar hem kocama hem İştar'a hasta bakıcılık yaptım yapmasına da bu sefer de bende bir boğaz ağrısı başladı -ki her türlü hastalığın ön habercisidir o benim için-
Ve Pazar günü resmen aile boyu hepimiz yatak döşektik.Bir odada kocam, bir odada İştar'la ben, herkesin üzerinde bir battaniye,serilip kalmışız.Pazar akşamüstüne doğru İştar baya bir durumu toparlamıştı artık.Ateş tamamen bitmiş,sadece öksürük ve iştahsızlık.
Bu sabah, geriden takip ettiğim için olsa gerek, en ağır vaka olarak güne ben başladım.Bugün önemli bir misafirimiz olduğu için mecburen ofise geldim ama o kadar hastayım ki buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum !
2 Ocak 2014 Perşembe
İştar Hanım Yine İstanbul'da-2
Yılbaşını geçirdiğimiz ev tipik Büyükada mimarisinde, beyaz, ahşap ,kocaman bir bahçe içinde acayip retro bir ev. Burada zaman donmuş gibi,sanki hala 70 lerdeyiz.
3 kişilik çekirdek aile olarak partinin diğer katılımcılarıyla birlikte bize verilen odaya yerleştik ve ben İştar'ı takip etmekten fırsat bulabildiğim kadarıyla yemek ve masa hazırlıklarına yardım ettim. Tabi bu fırsatlar 5er 10 ar dakikayı geçmedi.
İştar saat 22:30 civarı uyuyana kadar ne yediğimizden ne içtiğimizden bir şey anladık desem sanırım abartmış olmam.Babasıyla dönüşümlü olarak İştar'a resmen "mukayet" olmaya çalıştık.İştar ya sehbanın üstüne serpiştirilmiş yıldız şeklindeki konfetileri yedi,ya mutfağa kaçıp oradaki sebile dadandı,ya masa örtülerini alttan çekiştirdi yada pıtır pıtır merdivenlere tırmanıp yukarı kaçmaya çalıştı.
"İştar nerede? İştar gel buraya,eyvah İştar yukarı çıkmış" cümleleri en sık kullandığımız cümlelerdi. Sürekli etrafta tehlikeli olabilecek objeleri kaldırıp İştar'ı takip etmek bir süre sonra gerçekten yorucu oluyor.
Ha bu arada partideki tek çocuk İştar değildi - zaten hayatta gitmezdim öyle olsaydı-. Bir de 2,5 yaşında Mila'mız vardı ki tam benim sevdiğim çocuk modeli.İnanılmaz sempatik,konuşkan ve büyük olması itibariyle tehlike bilinci gelişmiş. Yani kimse onun peşinde koşturma yada oyalama ihtiyacı duymadı, hatta yanlarında doğru dürüst oyuncak bile getirmemişler.Mangal başında büyüklerle de durdu,çılgın gibi dans da etti,uykusu gelince yattı uyudu, kendi kendine yarattığı oyuncaklarıyla da oynadı. Ne annesinin eteğinde dolandı, ne sebepsiz yere mızıldandı ne de İştar'la kavga etti. Bir nevi küçük insan modeli. Aslında İştar'ın bilinçlenmiş hali de diyebiliriz çünkü yaramazlık yapmadığı sürece bizimki de inanılmaz sempatik oluyor bir yandan da.
Hayatında bebek yada çocuk olmayan insanların rakı bardaklarını sehbanın üzerine koymaları yada içinde çatal bıçak bıraktıkları boş tabaklarını öylece koltuk kolçağının üzerine bırakmalarını asla yargılamıyorum. Adam arkadaşlarıyla yılbaşında eğlenmeye gelmiş, bütün akşamını evdeki çocuklara zarar gelmesin diye endişe ederek geçirecek hali yok ya. Asıl İştar'ın erişebildiği her yerde bırakılmış bardağı,çanağı,bıçağı vs toplayarak insanlara biz rahatsızlık verdik diye düşünüyorum.
Esasen burada yargıladığım gerçekten ekstrem boyutta yaramaz ve hareketli bir çocukla bizim bu işlere kalkışmamız. Bence evden bile çıkmamız gerekiyordu
Nitekim Mila'nın annesi olaya bir tanım koydu: " Yahu bu çocuk gerçek bi kımıl zararlısı"
Ertesi sabah da yine aynı şekilde bu defa kahvaltı masasının etrafında yaramazlık için kol gezen İştar'a mukayet olmakla geçti.Neyse ki öğlen uykusuna yattı da arkadaşlarla sakin şekilde adanın etrafında dolanıp biraz sohbet edebildik. İzmir'den tanıdığım ama İstanbul'a yerleşmiş bir başka arkadaşım da eşiyle sırf bizi görmek için adaya geldiler.İştar'ın eline biraz ipad,biraz iphone verip oyalansın vs derken fark ettim ki arkadaşımla 5 dakikadan uzun muhabbet edemiyorum. Araya mutlaka İştar giriyor. Ya iphone'dan bir video açmamı istiyor ya başka bir odaya kaçtığı için peşinden gidilmesi gerekiyor vs. Pusete de oturmadığı için sahile inip bir şeyler yapalım dedik ve babasının omuzlarında gitti bütün yolu. Girdiğimiz cafe'de de elbette durmadı. Eline verdiğimiz kağıt ,kalem, bir dolu oyuncak vs kesinlikle İştar'ı oyalamıyor.Asla kucakta durmuyor ve inip koşarak etrafı birbirine katmak istiyor. Bu durumda da ya ben ya eşim peşinden gidiyoruz etrafa ve kendine zarar vermesin diye.
Vapur saatimiz geldi ve Bostancı'ya doğru yola koyulduk. İştar elbette orada da kucakta durmadığı için o önde ben arkada vapurun içini tavaf ediyoruz. Bu arada İştar yerde yada sağda solda ilginç bir şeyler görürse durup bakıyor, hatta çekip alıyor. Derken en büyük hedefi gördü: vapurun kantini ve göz hizasına dizilmiş yumurta çikolatalar,Barbie şekerler,kekler,bisküviler. Önce keklere sonra bisküvilere el atayım derken fazlaca sıktığı için yamulttuğu yumurta çikolatayı mecburen satın aldım. Üzerindeki folyo kağıdıyla beraber ısırmaya başladı. Elinden almak istiyorum, bağırıp kendini yere atıyor. Tam o esnada kaka yaptığını farkettim. Bilen bilir,bu tip yerlerde asla bir bebek bakım odası olmaz hatta tuvaletler temizse kendinizi şanslı sayın. Neyse ki arkalarda bomboş bir kaç sıra vardı da eşimle beraber düzeneğimizi alıp İştar'ın altını değiştirebildik.Bu arada hala vermediği için göz göre göre İştar folyosuyla birlikte koca yumurta çikolatayı yedi bitirdi,her yanı ama her yanı erimiş çikolataya bulandı.
Çikolatanın verdiği rahatlama sayesinde İştar uyuyakaldı da neyse ki biz de Kartal sahilinde bir balık molası verdik. Hava alanına vardığımızda İştar uykusunu almış, enerjiden yıkılıyordu.Kucakta durmayı da istemediği için mecburen yere bıraktığın anda pırrr diye koşmaya başlıyor. Sen de peşinden tabi.
Velhasıl dün akşam 22 civarlarında eve vardığımızda kocam da ben de dayak yemiş gibiydik. İştar yolda uyuyakaldığı için onu yatağına toslamak kolay oldu ama ben hangi ara uyudum bilemiyorum. Ertesi gün sabah 9'a kadar horul horul uyumuşuz.. ( tabi gecenin bi yarısı uyanıp bizi çağıran İştar hanımla beraber)
Benim çocuğum neden diğer bebekler gibi sakin yada kucak gülü değil? Neden oyuncak oynamak -yeni bir şey değilse- ilgisini çekmiyor? Tek oyalama aracım ipad mi olacak benim?
Ben yanıma çocuğumu almadan hiç bir şey yapmak istemiyorum aslında. Dışarı çıkarken ( sinema,bar,tiyatro vs dışında) çocuğu birilerine sepetlemek benim tarzım değil. Onu alıp her şeyin tadını birlikte çıkartmak, hatta dünyayı gezmek istiyorum ama günün sonunda bir bakıyorum ki dışarı gittiğimizde yaptığım tek şey sürekli koşan,döküp saçan yaramaz bir bebeğin peşinde perişan olmak, yorgunluktan yataklara düşmek.
Bir de çocuğun zeka gelişimi için onu sürekli yeni uyaranlarla, yeni mekanlarla, yeni seslerle, yeni insanlarla tanıştırın diyorlar ya. E bizimki yaramaz diye onu eve kapatmak yada sadece aynı güvenli yerlerde gezdirmek çözüm mü?
Belki bu 2-3 sabit mekan ve aynı insanlar ikilisi şimdiye kadar OKdi ama İştar neredeyse 1,5 yaşında. Onun dünyayı keşfetmesi gerekmiyor mu artık?
Off ya benim kızım ne zaman laftan anlayacak?
3 kişilik çekirdek aile olarak partinin diğer katılımcılarıyla birlikte bize verilen odaya yerleştik ve ben İştar'ı takip etmekten fırsat bulabildiğim kadarıyla yemek ve masa hazırlıklarına yardım ettim. Tabi bu fırsatlar 5er 10 ar dakikayı geçmedi.
İştar saat 22:30 civarı uyuyana kadar ne yediğimizden ne içtiğimizden bir şey anladık desem sanırım abartmış olmam.Babasıyla dönüşümlü olarak İştar'a resmen "mukayet" olmaya çalıştık.İştar ya sehbanın üstüne serpiştirilmiş yıldız şeklindeki konfetileri yedi,ya mutfağa kaçıp oradaki sebile dadandı,ya masa örtülerini alttan çekiştirdi yada pıtır pıtır merdivenlere tırmanıp yukarı kaçmaya çalıştı.
"İştar nerede? İştar gel buraya,eyvah İştar yukarı çıkmış" cümleleri en sık kullandığımız cümlelerdi. Sürekli etrafta tehlikeli olabilecek objeleri kaldırıp İştar'ı takip etmek bir süre sonra gerçekten yorucu oluyor.
Ha bu arada partideki tek çocuk İştar değildi - zaten hayatta gitmezdim öyle olsaydı-. Bir de 2,5 yaşında Mila'mız vardı ki tam benim sevdiğim çocuk modeli.İnanılmaz sempatik,konuşkan ve büyük olması itibariyle tehlike bilinci gelişmiş. Yani kimse onun peşinde koşturma yada oyalama ihtiyacı duymadı, hatta yanlarında doğru dürüst oyuncak bile getirmemişler.Mangal başında büyüklerle de durdu,çılgın gibi dans da etti,uykusu gelince yattı uyudu, kendi kendine yarattığı oyuncaklarıyla da oynadı. Ne annesinin eteğinde dolandı, ne sebepsiz yere mızıldandı ne de İştar'la kavga etti. Bir nevi küçük insan modeli. Aslında İştar'ın bilinçlenmiş hali de diyebiliriz çünkü yaramazlık yapmadığı sürece bizimki de inanılmaz sempatik oluyor bir yandan da.
Hayatında bebek yada çocuk olmayan insanların rakı bardaklarını sehbanın üzerine koymaları yada içinde çatal bıçak bıraktıkları boş tabaklarını öylece koltuk kolçağının üzerine bırakmalarını asla yargılamıyorum. Adam arkadaşlarıyla yılbaşında eğlenmeye gelmiş, bütün akşamını evdeki çocuklara zarar gelmesin diye endişe ederek geçirecek hali yok ya. Asıl İştar'ın erişebildiği her yerde bırakılmış bardağı,çanağı,bıçağı vs toplayarak insanlara biz rahatsızlık verdik diye düşünüyorum.
Esasen burada yargıladığım gerçekten ekstrem boyutta yaramaz ve hareketli bir çocukla bizim bu işlere kalkışmamız. Bence evden bile çıkmamız gerekiyordu
Nitekim Mila'nın annesi olaya bir tanım koydu: " Yahu bu çocuk gerçek bi kımıl zararlısı"
Ertesi sabah da yine aynı şekilde bu defa kahvaltı masasının etrafında yaramazlık için kol gezen İştar'a mukayet olmakla geçti.Neyse ki öğlen uykusuna yattı da arkadaşlarla sakin şekilde adanın etrafında dolanıp biraz sohbet edebildik. İzmir'den tanıdığım ama İstanbul'a yerleşmiş bir başka arkadaşım da eşiyle sırf bizi görmek için adaya geldiler.İştar'ın eline biraz ipad,biraz iphone verip oyalansın vs derken fark ettim ki arkadaşımla 5 dakikadan uzun muhabbet edemiyorum. Araya mutlaka İştar giriyor. Ya iphone'dan bir video açmamı istiyor ya başka bir odaya kaçtığı için peşinden gidilmesi gerekiyor vs. Pusete de oturmadığı için sahile inip bir şeyler yapalım dedik ve babasının omuzlarında gitti bütün yolu. Girdiğimiz cafe'de de elbette durmadı. Eline verdiğimiz kağıt ,kalem, bir dolu oyuncak vs kesinlikle İştar'ı oyalamıyor.Asla kucakta durmuyor ve inip koşarak etrafı birbirine katmak istiyor. Bu durumda da ya ben ya eşim peşinden gidiyoruz etrafa ve kendine zarar vermesin diye.
Vapur saatimiz geldi ve Bostancı'ya doğru yola koyulduk. İştar elbette orada da kucakta durmadığı için o önde ben arkada vapurun içini tavaf ediyoruz. Bu arada İştar yerde yada sağda solda ilginç bir şeyler görürse durup bakıyor, hatta çekip alıyor. Derken en büyük hedefi gördü: vapurun kantini ve göz hizasına dizilmiş yumurta çikolatalar,Barbie şekerler,kekler,bisküviler. Önce keklere sonra bisküvilere el atayım derken fazlaca sıktığı için yamulttuğu yumurta çikolatayı mecburen satın aldım. Üzerindeki folyo kağıdıyla beraber ısırmaya başladı. Elinden almak istiyorum, bağırıp kendini yere atıyor. Tam o esnada kaka yaptığını farkettim. Bilen bilir,bu tip yerlerde asla bir bebek bakım odası olmaz hatta tuvaletler temizse kendinizi şanslı sayın. Neyse ki arkalarda bomboş bir kaç sıra vardı da eşimle beraber düzeneğimizi alıp İştar'ın altını değiştirebildik.Bu arada hala vermediği için göz göre göre İştar folyosuyla birlikte koca yumurta çikolatayı yedi bitirdi,her yanı ama her yanı erimiş çikolataya bulandı.
Çikolatanın verdiği rahatlama sayesinde İştar uyuyakaldı da neyse ki biz de Kartal sahilinde bir balık molası verdik. Hava alanına vardığımızda İştar uykusunu almış, enerjiden yıkılıyordu.Kucakta durmayı da istemediği için mecburen yere bıraktığın anda pırrr diye koşmaya başlıyor. Sen de peşinden tabi.
Velhasıl dün akşam 22 civarlarında eve vardığımızda kocam da ben de dayak yemiş gibiydik. İştar yolda uyuyakaldığı için onu yatağına toslamak kolay oldu ama ben hangi ara uyudum bilemiyorum. Ertesi gün sabah 9'a kadar horul horul uyumuşuz.. ( tabi gecenin bi yarısı uyanıp bizi çağıran İştar hanımla beraber)
Benim çocuğum neden diğer bebekler gibi sakin yada kucak gülü değil? Neden oyuncak oynamak -yeni bir şey değilse- ilgisini çekmiyor? Tek oyalama aracım ipad mi olacak benim?
Ben yanıma çocuğumu almadan hiç bir şey yapmak istemiyorum aslında. Dışarı çıkarken ( sinema,bar,tiyatro vs dışında) çocuğu birilerine sepetlemek benim tarzım değil. Onu alıp her şeyin tadını birlikte çıkartmak, hatta dünyayı gezmek istiyorum ama günün sonunda bir bakıyorum ki dışarı gittiğimizde yaptığım tek şey sürekli koşan,döküp saçan yaramaz bir bebeğin peşinde perişan olmak, yorgunluktan yataklara düşmek.
Bir de çocuğun zeka gelişimi için onu sürekli yeni uyaranlarla, yeni mekanlarla, yeni seslerle, yeni insanlarla tanıştırın diyorlar ya. E bizimki yaramaz diye onu eve kapatmak yada sadece aynı güvenli yerlerde gezdirmek çözüm mü?
Belki bu 2-3 sabit mekan ve aynı insanlar ikilisi şimdiye kadar OKdi ama İştar neredeyse 1,5 yaşında. Onun dünyayı keşfetmesi gerekmiyor mu artık?
Off ya benim kızım ne zaman laftan anlayacak?
İştar Hanım Yine İstanbul'da -1
Şu düzenekten yapsak gittiğimiz yerlerde mesela? |
İş bu sebepten yılbaşı programıyla ilgili beklentim minimal, hedefim mümkün olan en geç saatte İstanbul'a varmak, hemen 1 Ocak günü olabilecek en erken saatte geri dönmek. Nitekim eşim de öyle düşünmüş olacak ki 31 Aralık sabah İstanbul'a vardık ve adaya geçmeden bizim için olabilecek en güvenli adrese yani 4 yaşında bir çocukları olan arkadaşlarımızın evine gittik. İşte orada bulunduğumuz bir kaç saat içinde İştar hanım'ın yaptıkları:
1. Evin çocuğunun asla açmadığı salondaki dolapların hepsi açtı, kaşla göz arası içinde ne var ne yok aşağı indirdi. İçinde sadece oyuncakların olduğu dolapla ise hiç ilgilenmedi.
2.Eline verdiğimiz oyuncaklarla oynamak yerine salonda o koltuktan o koltuğa zıpladı, düşecek diye hepimize kalp krizi geçirttirdi.
3. Evdeki çocuk büyüdüğü için merdivenlerdeki bariyerler kaldırılmış.İştar sürekli yukarı çıkmak için hamle yaptı biz gidene kadar. Belki 50 defa onu 3-4.basamaklarda yakalayıp aşağıya indirdim. Baktım olmuyor en sonunda kendim basamağa oturdum ve ayrılmadım oradan gidene kadar.
4. Çocuk odasının altını üstüne getirdi.Dolap kapağına özenle yapıştırılmış tüm stickerları söktü, bir kısmını üzerine yapıştırdı. Evin oğlu odasının halini görünce kriz geçirdi
5. Babası benim kadar atmaca olamadığı için maalesef İştar'ı ona emanet ettiğim saatlerin sonunda mutlaka bir hadise patlak veriyor. Beyler yukarıda çocuk odasında İştar,Kaya hep beraber takılıp sohbet ederken, biz de hanımlar aşağıda salonda kahve içiyorduk. Ben İştar'ın bıcır bıcır sesini duydum ama sanki çocuk odasından değil de daha ortalarda bir yerlerden geliyordu ses. Koşarak yukarı çıktım ama çok geçti.İştar merdivenleri pıtır pıtır tırmanıp çatı katına ulaşmıştı bile.
6. Kapağı açılabilen bir sandığın üzerine konup unutulmuş bira bardağını kırmak İştar'ın tek bir hareketine baktı elbette!
7. İştar mutfaktaki sebili keşfetti, defalarca ama defalarca sebilin musluklarını açtı, bütün mutfak su içinde kaldı
8. Yine mutfakta buzdolabının üzerine yapıştırılmış ve boyunun yettiği tüm magnetler İştar'ın eğlencesi oldu.Bir kaç tanesini de yırtınca evin oğlu olay çıkardı.
9.Evin kedilerinin elmayrası İştar'dı.Her defasında tam kuyruklarını çekmek üzereyken yakaladım son anda.
10. Salonun baş köşesine yerleştirilmiş yılbaşı ağacını,üzerindeki ledleri ve süsleri keşfetmesi elbette çok sürmedi.Oradan bir top, buradan bir süs derken baktık ağacı ufak ufak yoluyor, koca ağacı sırtlanıp bahçeye taşıdık.
Bu arada salonun her köşesine yayılmış oyuncaklar ,kitaplar vs İştar'ı en fazla 3 er dakika oyalayabiliyor. Zaten gittiğimiz yerde oyuncak olmama ihtimaline karşı çantamızda sürekli 1-2 kitap,küçük bir oyuncak bulunduruyoruz.Son dönemdeki en büyük silahımız ipad ise 10-15 dakika kadar oyalama fırsatı sağlıyor bize allahtan.
Bu evde de mimlenmiş şekilde çıkıp Bostancı'ya geçtik Büyükada vapuruna binmek üzere..Neyse ki işin bu kısmında uyuyordu hanımefendi.
At Kadehi Elinden Bin Parçaya Bölünsün!!!
30 Aralık akşamı babaannemizin evine yemeğe davetliydik.Kuzeni Zeynep gelecek diye İştar hanımda bir sevinç, bir neşe. Zeynep geliyoor diye haber verdiğimizde zıplayarak kapıya koşturmalar, yaşasıın demeler vs. Gören de beraber evcilik oynayacaklar, çay demleyip birbirlerine ikram edecekler sanır.
Beniiim beniiim diye birbirlerinin ellerinden oyuncak almalar, ittirip kaktırmalar,saç çekmeler, çığlık atıp ağlamaların tavan yapması 15 dakikayı bulmadı.
Evin dışındaysak - gerçi kapıları açabildiğinden beri evdeyken de- gözüm sürekli İştar'da. İnanılmaz hızlı hareket ettiği için daha insan duur demeye kalkmadan o çoktan dolabı açıp, şeker kavanozuna daldırdığı elini yalıyor oluyor. Toplam 10 saniyelik bir gaflet anında - tam da kuzeninin annesiyle İştar'ın yaramazlıklarını konuşup,hiper aktif bu galiba diye teşhis koyarken- İştar'ın artık bulunduğumuz odada olmadığını farkettim.
İştar nerede diye koşarken, maalesef geç kalmıştım.İştar çoktan salonda bir sehpanın üzerine dekorasyon olsun diye özenle yerleştirilmiş iki kristal kadehi almış, elinde tutuyordu ve gözümün içine baka baka ve de kahkahalar atarak kadehleri tak diye yere fırlatıverdi.
Yaklaşık 3 metrelik bir periferiye dağılan cam kırıkları temizlenirken evin minikleri hemen başka odaya alındı, ben de apar topar her yeri süpürdüm (utanç içinde elbette)
İştar henüz emeklemezken, bir arkadaşlarımız o dönem yaşı yaklaşık İştar kadar olan oğullarıyla bizi ziyarete gelmişlerdi. Miniğin zavallı annesi ikram ettiğim hiçbir şeyden yiyemediği gibi esasen poposu koltuk yüzü bile görmemişti.Neredeyse bütün akşamı pire gibi oradan oraya zıplayan oğlanın peşinde geçirmişti. Biz tabi o dönemde tecrübesiziz, salonda her türlü seramik, cam ,kristal aksesuar ortalarda duruyor. Annesinin uyarısıyla bir çok şeyi toparlamıştım ama arka taraflarda bir yerdeki kristal mumluğu unutmuşum.
Yaramaz bebekler söz konusu olduğunda cidden paranoyakça düşünmek lazım çünkü o sizi gelip en zayıf yanınızdan yakalar.
Nitekim o unuttuğum kristal mumluklar kısa zaman sonra çat diye kırıldı.Elektrik süpürgesi ortaya çıktı, kırıklar süpürüldü,anne oğluna kızdı vs. Elbette görece kıymetli bir eşyamız çöp oldu diye bozulmadım değil ama maalesef onca çektiği çileye rağmen yine de annesini suçlamıştım. Bak çocuğuna iyi göz kulak olamadı ondan gitti güzelim mumluğum demiştim içten içe.
Demek ki hayatta hiç bir şeyi yargılamayacaksın. Kimbilir bizim mumluk haç nano saniye içinde halledilmişti..
Tüm yaramaz çocukların annelerine bol sabır ve selamet dolu günler diliyorum..
Beniiim beniiim diye birbirlerinin ellerinden oyuncak almalar, ittirip kaktırmalar,saç çekmeler, çığlık atıp ağlamaların tavan yapması 15 dakikayı bulmadı.
Evin dışındaysak - gerçi kapıları açabildiğinden beri evdeyken de- gözüm sürekli İştar'da. İnanılmaz hızlı hareket ettiği için daha insan duur demeye kalkmadan o çoktan dolabı açıp, şeker kavanozuna daldırdığı elini yalıyor oluyor. Toplam 10 saniyelik bir gaflet anında - tam da kuzeninin annesiyle İştar'ın yaramazlıklarını konuşup,hiper aktif bu galiba diye teşhis koyarken- İştar'ın artık bulunduğumuz odada olmadığını farkettim.
İştar nerede diye koşarken, maalesef geç kalmıştım.İştar çoktan salonda bir sehpanın üzerine dekorasyon olsun diye özenle yerleştirilmiş iki kristal kadehi almış, elinde tutuyordu ve gözümün içine baka baka ve de kahkahalar atarak kadehleri tak diye yere fırlatıverdi.
Yaklaşık 3 metrelik bir periferiye dağılan cam kırıkları temizlenirken evin minikleri hemen başka odaya alındı, ben de apar topar her yeri süpürdüm (utanç içinde elbette)
İştar henüz emeklemezken, bir arkadaşlarımız o dönem yaşı yaklaşık İştar kadar olan oğullarıyla bizi ziyarete gelmişlerdi. Miniğin zavallı annesi ikram ettiğim hiçbir şeyden yiyemediği gibi esasen poposu koltuk yüzü bile görmemişti.Neredeyse bütün akşamı pire gibi oradan oraya zıplayan oğlanın peşinde geçirmişti. Biz tabi o dönemde tecrübesiziz, salonda her türlü seramik, cam ,kristal aksesuar ortalarda duruyor. Annesinin uyarısıyla bir çok şeyi toparlamıştım ama arka taraflarda bir yerdeki kristal mumluğu unutmuşum.
Yaramaz bebekler söz konusu olduğunda cidden paranoyakça düşünmek lazım çünkü o sizi gelip en zayıf yanınızdan yakalar.
Nitekim o unuttuğum kristal mumluklar kısa zaman sonra çat diye kırıldı.Elektrik süpürgesi ortaya çıktı, kırıklar süpürüldü,anne oğluna kızdı vs. Elbette görece kıymetli bir eşyamız çöp oldu diye bozulmadım değil ama maalesef onca çektiği çileye rağmen yine de annesini suçlamıştım. Bak çocuğuna iyi göz kulak olamadı ondan gitti güzelim mumluğum demiştim içten içe.
Demek ki hayatta hiç bir şeyi yargılamayacaksın. Kimbilir bizim mumluk haç nano saniye içinde halledilmişti..
Tüm yaramaz çocukların annelerine bol sabır ve selamet dolu günler diliyorum..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)