Pazar sabahı arkadaşım Ayşegül'ün düğünü için yine İstanbul'a yollara düştük. Ertesi sabah döneceğimiz için herhalde sıkıntı yaşamayız dedim ama pek de düşündüğüm gibi olmadı açıkçası. İştar'ı oyalamakla geçen yorucu bir uçak seyahatinden sonra ( bu arada kızım iyice alıştı galiba uçak yolculuklarına) hemen alandan bebek koltuklu bir araba kiralayıp, İstanbul'daki ilk durağımız olan Akaretler'e doğru yola koyulduk. Hedefimiz eşimin bir arkadaşını ziyaret etmekti. Açıkçası vardığımızda biraz üzüntü yaşadım ve ne olursa olsun İştar'ın sağlıklı bir bebek olduğuna şükrettim. Eşimin arkadaşının ikinci çocukları olan Nehir bebek, eve vardığımızda salonda, pusetinde yatıyordu. Durumunu bilmediğim için önce pusetteki bebeğe bakıp, vay be 3 aylık bebek ne kadar iri maşallah annesinin sütü yaramış diye düşündüm önce. Elinde bir çıngırak, hareketsiz ve biraz da donuk bir şekilde öylece yatıyordu. Daha sonra Nehir bebeğin İştar'dan 1 hafta önce doğduğunu öğrendiğimde resmen şok geçirdim.Maalesef Nehir'de ileri düzeyde reflü problemi vardı, doğduğu günden beri yediği her şeyi çıkartıyordu ve anne babası her türlü tedaviyi denemişler hatta kusturuyor diye doğru dürüst anne sütü bile alamamıştı bebekcik. Dolayısıyla onların şu vakte kadar tek dertleri bebeğin motor gelişimi vs değil, onu kusturmamak ve yediklerinden maksimumu almasını sağlamaktı. Hatta uzun süre düz yüzeyde bile yatırmamışlardı. İlk bebeklerinde böyle bir sorun yaşamadıkları için şaşkın ve üzgündüler. Bu arada İştar da salonda ortalığı birbirine katmakla meşguldü.Uyuyakalan Nehir'i annesi odasına götürürken, bizim haylaz salonda ortalık yere çişini salıverdi! Yegane pantolonum çiş içinde kalmış,üstelik de ev sahiplerine rezil olmuştuk!
Sonraki durağımız ise Kilyos tarafında bahçe içinde müstakil bir evdi.Eşimin çok eski bir arkadaşına bebek ziyaretine gittik. İştar'ı durdurmak ne mümkün! Gerçekten neredeyse 5 dakika oturamadım, sürekli İştar'ın peşinden koşturdum.Saksılar, yerdeki minik partiküller herşey ama herşey İştar Hanım'ın ilgi alanındaydı.
Bu arada tam karşıda Anadolu fenerindeki düğün saati yaklaşmış ve hazırlanmamız gerekiyordu. Apar topar kotları ve spor ayakkabılarımızı çıkardık, düğün elbiselerine büründük. İştar'a da Fransa'dan hediye gelen, askılı ama etek uçları tüylü abiye elbisesini giydirdim( bu elbiseyi nerede giydireceğim ki diye hep düşünürdüm, işte fırsat bu fırsat)
Bugünlerde İştar kıvrılan ve uzamamakta inat eden saçlarıyla gerçekten tam bir oğlan çocuğuna benziyor.O tüylü kokoş elbiseyi de giyince de biraz absurd oldu ne yalan söyliyeyim! Eh toka da taktırmadığı için kızımın ruhuna uymadı galiba kıyafetimiz!
Düğün mekanına geldiğimizde arabayı valeye teslim etmeden önce İştar'a çorabını giydirmem gerekiyordu ancak bir de ne göreyim! Yoldaki ıkınmalar meyvesini bezin kenarından taşan devasa bir kaka yığınıyla vermişti!Arabanın arka koltuğunda apar topar taşan kakaları silerken İştar da sanki hiç birşey olmamış gibi koltukta zıp zıp zıplıyordu.Kakalar silindi,kirlenen atlet değiştirildi derken caart çorabım kaçtı! Ve yedek çorabımı kimsenin görmemesi umuduyla arabanın arka koltuğunda giyerken hooop o da kaçtı!
Biz bunlarla uğraşırken maalesef nikahı kaçırdık ama hikayenin sonrası çok iyiydi: düğünde kucaktan kucağa dolaşan İştar Hanım, onca gürültüye rağmen, saat 10'a doğru uyudu ve otele gidene kadar da hiç uyanmadı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder