10. Ay
Kısa zaman öncesine kadar yürüme mevzusunda fikrim şuydu:" aman kardeşim, emeklerken bile mukayet olamıyorum, yürürse yanarız.Ne kadar geç o kadar iyi." Fakat emekleyen bir bebekle restoranda oturulamadığını, mama sandalyesi yoksa zaten her şeyin imkansız olduğu, ev dışındaki tüm sokak ortamlarında İştar'ı kucakta yada pusette taşıma zorunluluğu fikrimi kısa sürede değiştirdi: "Ah bi yürüse de şu elleri ,ayakları dizleri kirlenmese"
İştar yaklaşık 1 aydır yürümeye hazırlanıyor.Seri şekilde sıralıyor,bir yere tutunup kalktığında ellerini 10-15 saniye bırakıyor ve öylece ayakta durabiliyor. Evdeki bebek bisikletinin tutamağını fotoğrafta görüldüğü gibi yukarı pozisyona ayarladık, böylece kendi kendine ondan destek alıp ileri doğru adım atabilir. Henüz bu konuda çok seri değiliz ama zamanla onu da yapmaya başlayacaktır.
10 ay +3.hafta itibariyle bilinçli olarak kullandığımız kelimeler: mama -kedi-hav hav-bebek-top-at-dede-baba
Bunun dışında dönemsel olarak kullandığı daha sonra unuttuğu atta,alo,teyze,miyav gibi kelimeler de var.
Kendi kendine üzerine bir şey örtüp yada yüzünü elleriyle kapatıp cee-ee oyunu oynayabiliyor,saklı nesneleri genellikle buluyor, bir kutunun içine oyuncaklarını koyabiliyor.
İki parçaya ayrılabilen minik plastik fıçıları birleştirebiliyoruz.
Öğretmeye çalıştığım ancak gelişme kaydedemediğim konulardan biri iki küpü üst üste dizme. Beni izliyor, ne yapması gerektiğini algılıyor ancak bir plastik küpü diğerinin üzerine sakince koyamıyor, daha çok hızla yere savurduğu için tabi iş olmuyor.Sanırım bir objeyi yavaşça yerleştirebilmek de motor gelişimle ilgili bir şey.
Bir diğer konu da kitaplarımıza bakıp renkleri ve ismi söylenen objeleri gösterebilmek. Aylardır deniyorum ancak henüz "çiçek nerede" sorusuna çiçeğin fotoğrafını göstererek yanıt veremiyoruz.
Düğmeli oyuncaklarla da aramız pek iyi değil.Yani düğmesine basınca ses çıkaran oyuncakların düğmesine basmıyor ancak biz basınca çıkan seslerden gayet eğleniyor.En sevdiğimiz de -galiba her evde olan-Masalcı Tırtıl. Bir de sayı ve harfleri öğreten laptopa benzeyen bir oyuncak da aldım ancak şimdilik sadece kapağını açıp kapatıyor, düğmelere basma konusunda elimizi korkak alıştırıyoruz.
Hala her bulduğu şeyi ağzına atıyor.Favorimiz elbette kağıt parçaları.Geçen hafta sonu salonunu çişe boğduğu evde ağzından arka arkaya bir kırmızı top, lego parçası ve şam fıstığı kabuğu çıkardım.Dün de yine bir başka evde ev sahiplerinin "e biz ne zaman fıstık yedik yahu" cümlesi ve şaşkın bakışıyla ağzından yine bir şam fıstığı kabuğu çıktı.
Dün doktorumuza rutin kontrol ve menenjit aşısı için gittik. Görünüşe göre bundan böyle bulgurlu, makarnalı akşam yemeği de yiyeceğiz hep birlikte.Eh mutfakla daha fazla haşır neşir olmanın zamanı geldi galiba. Allah'tan önümüz yaz, sebze-meyve bol. Ancak bizim eşimle yemek alışkanlığımız hala akşamları et-salata şeklinde.Tencere yemekleri yapmaya başlasam iyi olacak! Olmadı iş yerindeki yemek firmasının aylık menü tablosunun fotokopisini alıp onu taklit edeyim.
Bebek Gelişimi Üzerine
Geçenlerde bir arkadaşımıza gittik. İştar' dan 4 ay büyük bebekleri var.Biz geldiğimizde kuzucuk uyuyordu o yüzden ben bir şey görmedim ancak annesi onun motor gelişimi konusunda çok endişeliydi, hatta bunun için bu konuda uzman bir doktora dahi gitmişler.Doktorun da ilk sorduğu soru iki küpü birbirine vuruyor mu olmuş! Anne baba birbirine bakıp, "e bizde küp yok ki" demişler.Doktor da kınayan gözlerle" Aaa nasıl olur, ona çubuğa geçirilen halkalardan,kırmızı toptan ve renkli küplerden almadınız mı,cık cık cııık" demiş. Bizimkiler de oradan koşa koşa kendilerini ilk oyuncakçıya atıp doktorun dediği her şeyden almışlar.Ayrıca doktor efendi gelişim düzeyini anlamak için bebeğe Denver testi diye bir şey yapılmasını da önermiş.
Bu arada anne Boğaziçi mezunu bir kimya mühendisi, baba hayli parlak okullarda eğitim görmüş bir akademisyen,üstelik en son uyanıkken gördüğümde bebek de gayet sağlıklı aktif bir çocuktu. Yani bu doktorları anlamak çok güç,resmen yangına ( yani geç yaşta anne olmuş bir kadının endişelerine) körükle gidiyorlar.
Amerikalıların bu konudaki rahatlıklarına bayılıyorum: babycenter.com'dan her hafta mail kutuma gelen gelişim durumuyla ilgili bilgilerin altında hep şu yazar: "Remember your baby is an individual. All babies are uniques and meet milestones at their own pace."
Bebeğinizi asla kimseyle kıyaslamayın,sağlıklı ve mutlu ise bırakın o minik kırıntıları baş ve işaret parmağıyla değil de avucuyla alsın. Yürümek,diş çıkarmak,konuşmak,bez bırakmak.. bunlar hep genetik mevzular.Siz bebeğinize yeteri kadar emek veriyorsanız, vakti geldiğinde elbette hepsini yapacaktır.Bana göre yemek yemeyen bebek bile bir mevzu değil, çünkü beslenmek tamamen fizyolojik bir ihtiyaç, inanın bana o bebek acıktığında illaki yemek yiyecektir ve mutlaka sevdiği bir yemek vardır.Siz yeter ki o yemeği hemen hazır edin! Ne kimse kabak yemediği için bir şeyden eksik kaldı, ne de komşunun oğlu bebekken brokoli yediği için Harvard' da burslu okuyor.
Bence anneler asıl her derdini ciyak ciyak ağlayarak ifade eden,belli bir aya geldiği halde hala uykuları düzensiz,değişimlere kapalı, genellikle mutsuz görünen çocukları dert etmeliler, işte bu hiç normal değil. "Ay uykusu-kakası-gazı gelince hep böyle yapar / bu aralar mız mız işte böyle/hayret hiç yapmazdı noldu " demeyin,inanın ben o çocuğu ne zaman görsem hep böyle..
31 Mayıs 2013 Cuma
Outdoorcu Kızım Benim!
İştar'ın bugünlerdeki görünümü gerçek bir erkek çocuğu gibi.Çoğu zaman tanımayan insanlar" gel bakalım yakışıklı" diye seviyorlar onu zaten.Kısa ama kıpkıvırcık saçlar ve rahat emeklesin diye etekten çok tayt yada pantolon giydirmemin de bunda etkisi var galiba. Gerçi etek giyse de yine konsept biraz sakil duruyor gibi sanki.Neredeyse 11 aylık olduk ancak saçlarımız hala kısa ve maalesef feminen görünüm biraz da saça bakıyor.
Bari şu saçlar doğum gününe kadar uzayıverse de 3-5 toka taksak!
Ama durdurursa..Çünkü İştar'ın kafasına tokayı taktığımız anda hemen el kafaya gidiyor ve hoop: toka ağızda! Ayakkabı desen zinhar giydirmiyor.İştar'ın katiyen itiraz etmediği yegane aksesuar ise bisikletçi kaskı!
Evet,babası ne yaptı etti, bir arkadaşının kullanmadığı bisikletini aldı,Kordon'da bir mağazada gördüğü bebek koltuğunu öne oturttu, kendine ve İştar'a kask aldı ve artık baba kız iş çıkışı saatlerinde evimizin civarında bisikletle turlamaya başladılar.
İştar bu bisiklet seyahatlerinden inanılmaz keyif alıyor, çığlıklar atıyor.Babası da çok mutlu, hem iş çıkışı ona spor oluyor hem de etrafa biraz hava atıyor galiba.Yolda gören herkes baba kızı ilgiyle izliyormuş, hatta Yunus polisler kornalarını öttürerek yanlarından geçmişler.Meraklı babalar da eşimi ekipman konusunda soru yağmuruna tutuyormuş. Üstelik bisiklet sefası sonrasında da uyuyakalması da beni sevindiriyor, direkt yatağına yatırıyorum ve keyfime bakıyorum!
Bizim kız öyle tütülerin,cici bicili tokaların kızı değil. O aktiviteci, outdoorcu bir kız olacak galiba. Ben hobi edinme konusunda hem beceriksiz hem de maymun iştahlıyım, bu yaşa kadar denemediğim şey (dalış,surf,voleybol,latin dansları,tenis,yoga,pilates,kayak vs) kalmadı, hemen hemen hiçbirini de beceremedim yada vakit yaratıp da ilerletmedim. Becerebildiğim yegane aktivite olan fotoğraf çekmeyi de uzun zaman önce bıraktım. Oysa ki eşim tam bir aktivite adamı, yapmadığı şey kalmadı ,üstelik her yıl mutlaka yeni bir beceri ediniyor.Umarım İştar da babası gibi çok yönlü,outdoorcu ve becerikli bir çocuk olur:Gerçekten okul yada iş dışında böyle şeyler mutlu bir yaşamın anahtarı. Üstelik aktiviteler yeni insanlarla tanışıp kaynaşmak için de vesile oluyor.
Ben 3 yaş itibariyle uygun olabilecek her türlü sporu İştar'ın denemesini isterim, hangisi hoşuna giderse ilerletir.İzmir'de yaşadığımız için öncelikle aklıma yüzme,yelkencilik ve surf geliyor. Umarım sever ve yaparken mutlu olur.
Bari şu saçlar doğum gününe kadar uzayıverse de 3-5 toka taksak!
Ama durdurursa..Çünkü İştar'ın kafasına tokayı taktığımız anda hemen el kafaya gidiyor ve hoop: toka ağızda! Ayakkabı desen zinhar giydirmiyor.İştar'ın katiyen itiraz etmediği yegane aksesuar ise bisikletçi kaskı!
Evet,babası ne yaptı etti, bir arkadaşının kullanmadığı bisikletini aldı,Kordon'da bir mağazada gördüğü bebek koltuğunu öne oturttu, kendine ve İştar'a kask aldı ve artık baba kız iş çıkışı saatlerinde evimizin civarında bisikletle turlamaya başladılar.
İştar bu bisiklet seyahatlerinden inanılmaz keyif alıyor, çığlıklar atıyor.Babası da çok mutlu, hem iş çıkışı ona spor oluyor hem de etrafa biraz hava atıyor galiba.Yolda gören herkes baba kızı ilgiyle izliyormuş, hatta Yunus polisler kornalarını öttürerek yanlarından geçmişler.Meraklı babalar da eşimi ekipman konusunda soru yağmuruna tutuyormuş. Üstelik bisiklet sefası sonrasında da uyuyakalması da beni sevindiriyor, direkt yatağına yatırıyorum ve keyfime bakıyorum!
Bizim kız öyle tütülerin,cici bicili tokaların kızı değil. O aktiviteci, outdoorcu bir kız olacak galiba. Ben hobi edinme konusunda hem beceriksiz hem de maymun iştahlıyım, bu yaşa kadar denemediğim şey (dalış,surf,voleybol,latin dansları,tenis,yoga,pilates,kayak vs) kalmadı, hemen hemen hiçbirini de beceremedim yada vakit yaratıp da ilerletmedim. Becerebildiğim yegane aktivite olan fotoğraf çekmeyi de uzun zaman önce bıraktım. Oysa ki eşim tam bir aktivite adamı, yapmadığı şey kalmadı ,üstelik her yıl mutlaka yeni bir beceri ediniyor.Umarım İştar da babası gibi çok yönlü,outdoorcu ve becerikli bir çocuk olur:Gerçekten okul yada iş dışında böyle şeyler mutlu bir yaşamın anahtarı. Üstelik aktiviteler yeni insanlarla tanışıp kaynaşmak için de vesile oluyor.
Ben 3 yaş itibariyle uygun olabilecek her türlü sporu İştar'ın denemesini isterim, hangisi hoşuna giderse ilerletir.İzmir'de yaşadığımız için öncelikle aklıma yüzme,yelkencilik ve surf geliyor. Umarım sever ve yaparken mutlu olur.
İştar Hanım Yine Yollarda
Pazar sabahı arkadaşım Ayşegül'ün düğünü için yine İstanbul'a yollara düştük. Ertesi sabah döneceğimiz için herhalde sıkıntı yaşamayız dedim ama pek de düşündüğüm gibi olmadı açıkçası. İştar'ı oyalamakla geçen yorucu bir uçak seyahatinden sonra ( bu arada kızım iyice alıştı galiba uçak yolculuklarına) hemen alandan bebek koltuklu bir araba kiralayıp, İstanbul'daki ilk durağımız olan Akaretler'e doğru yola koyulduk. Hedefimiz eşimin bir arkadaşını ziyaret etmekti. Açıkçası vardığımızda biraz üzüntü yaşadım ve ne olursa olsun İştar'ın sağlıklı bir bebek olduğuna şükrettim. Eşimin arkadaşının ikinci çocukları olan Nehir bebek, eve vardığımızda salonda, pusetinde yatıyordu. Durumunu bilmediğim için önce pusetteki bebeğe bakıp, vay be 3 aylık bebek ne kadar iri maşallah annesinin sütü yaramış diye düşündüm önce. Elinde bir çıngırak, hareketsiz ve biraz da donuk bir şekilde öylece yatıyordu. Daha sonra Nehir bebeğin İştar'dan 1 hafta önce doğduğunu öğrendiğimde resmen şok geçirdim.Maalesef Nehir'de ileri düzeyde reflü problemi vardı, doğduğu günden beri yediği her şeyi çıkartıyordu ve anne babası her türlü tedaviyi denemişler hatta kusturuyor diye doğru dürüst anne sütü bile alamamıştı bebekcik. Dolayısıyla onların şu vakte kadar tek dertleri bebeğin motor gelişimi vs değil, onu kusturmamak ve yediklerinden maksimumu almasını sağlamaktı. Hatta uzun süre düz yüzeyde bile yatırmamışlardı. İlk bebeklerinde böyle bir sorun yaşamadıkları için şaşkın ve üzgündüler. Bu arada İştar da salonda ortalığı birbirine katmakla meşguldü.Uyuyakalan Nehir'i annesi odasına götürürken, bizim haylaz salonda ortalık yere çişini salıverdi! Yegane pantolonum çiş içinde kalmış,üstelik de ev sahiplerine rezil olmuştuk!
Sonraki durağımız ise Kilyos tarafında bahçe içinde müstakil bir evdi.Eşimin çok eski bir arkadaşına bebek ziyaretine gittik. İştar'ı durdurmak ne mümkün! Gerçekten neredeyse 5 dakika oturamadım, sürekli İştar'ın peşinden koşturdum.Saksılar, yerdeki minik partiküller herşey ama herşey İştar Hanım'ın ilgi alanındaydı.
Bu arada tam karşıda Anadolu fenerindeki düğün saati yaklaşmış ve hazırlanmamız gerekiyordu. Apar topar kotları ve spor ayakkabılarımızı çıkardık, düğün elbiselerine büründük. İştar'a da Fransa'dan hediye gelen, askılı ama etek uçları tüylü abiye elbisesini giydirdim( bu elbiseyi nerede giydireceğim ki diye hep düşünürdüm, işte fırsat bu fırsat)
Bugünlerde İştar kıvrılan ve uzamamakta inat eden saçlarıyla gerçekten tam bir oğlan çocuğuna benziyor.O tüylü kokoş elbiseyi de giyince de biraz absurd oldu ne yalan söyliyeyim! Eh toka da taktırmadığı için kızımın ruhuna uymadı galiba kıyafetimiz!
Düğün mekanına geldiğimizde arabayı valeye teslim etmeden önce İştar'a çorabını giydirmem gerekiyordu ancak bir de ne göreyim! Yoldaki ıkınmalar meyvesini bezin kenarından taşan devasa bir kaka yığınıyla vermişti!Arabanın arka koltuğunda apar topar taşan kakaları silerken İştar da sanki hiç birşey olmamış gibi koltukta zıp zıp zıplıyordu.Kakalar silindi,kirlenen atlet değiştirildi derken caart çorabım kaçtı! Ve yedek çorabımı kimsenin görmemesi umuduyla arabanın arka koltuğunda giyerken hooop o da kaçtı!
Biz bunlarla uğraşırken maalesef nikahı kaçırdık ama hikayenin sonrası çok iyiydi: düğünde kucaktan kucağa dolaşan İştar Hanım, onca gürültüye rağmen, saat 10'a doğru uyudu ve otele gidene kadar da hiç uyanmadı!
Sonraki durağımız ise Kilyos tarafında bahçe içinde müstakil bir evdi.Eşimin çok eski bir arkadaşına bebek ziyaretine gittik. İştar'ı durdurmak ne mümkün! Gerçekten neredeyse 5 dakika oturamadım, sürekli İştar'ın peşinden koşturdum.Saksılar, yerdeki minik partiküller herşey ama herşey İştar Hanım'ın ilgi alanındaydı.
Bu arada tam karşıda Anadolu fenerindeki düğün saati yaklaşmış ve hazırlanmamız gerekiyordu. Apar topar kotları ve spor ayakkabılarımızı çıkardık, düğün elbiselerine büründük. İştar'a da Fransa'dan hediye gelen, askılı ama etek uçları tüylü abiye elbisesini giydirdim( bu elbiseyi nerede giydireceğim ki diye hep düşünürdüm, işte fırsat bu fırsat)
Bugünlerde İştar kıvrılan ve uzamamakta inat eden saçlarıyla gerçekten tam bir oğlan çocuğuna benziyor.O tüylü kokoş elbiseyi de giyince de biraz absurd oldu ne yalan söyliyeyim! Eh toka da taktırmadığı için kızımın ruhuna uymadı galiba kıyafetimiz!
Düğün mekanına geldiğimizde arabayı valeye teslim etmeden önce İştar'a çorabını giydirmem gerekiyordu ancak bir de ne göreyim! Yoldaki ıkınmalar meyvesini bezin kenarından taşan devasa bir kaka yığınıyla vermişti!Arabanın arka koltuğunda apar topar taşan kakaları silerken İştar da sanki hiç birşey olmamış gibi koltukta zıp zıp zıplıyordu.Kakalar silindi,kirlenen atlet değiştirildi derken caart çorabım kaçtı! Ve yedek çorabımı kimsenin görmemesi umuduyla arabanın arka koltuğunda giyerken hooop o da kaçtı!
Biz bunlarla uğraşırken maalesef nikahı kaçırdık ama hikayenin sonrası çok iyiydi: düğünde kucaktan kucağa dolaşan İştar Hanım, onca gürültüye rağmen, saat 10'a doğru uyudu ve otele gidene kadar da hiç uyanmadı!
21 Mayıs 2013 Salı
İştar Hanım Midilli'de Milli Oldu
Vizemiz, koca bir bavul dolusu kıyafetimiz, ekstra alınmış emzikler, biberonlar, kavanozlar dolusu hazır mama,puset ve bilumum malzemelerle Perşembe öğlen Ayvalık'a doğru yola çıktık. Arabanın bagajında en fazla yer kaplayan eşyalar hiç şüphesiz İştar'a aitti. Bebekle seyahate gitmek bilinmezliklerle dolu bir macera olduğu için her şeyin en kötüsünü düşünmek ve gündelik tüm malzemeleri fazla fazla almak gerekiyor.
Aralarında benim çalıştığım firmanın da bulunduğu organize sanayi bölgesindeki katılımcılara yönelik hazırlanmış 50 kişilik kapalı bir tur organizasyonuydu Midilli gezisi.
"Sabah 9'da Ayvalık'a gidecek otobüsümüze binmek üzere Organize müdürlüğü önünde buluşma".. diye başlayan bir tur programı İştar'ın dedesine katiyen uymayacağı için anneanne-teyze dededen oluşan çekirdek kadro olarak bir gün önceden ve son derece ehli keyif şekilde düştük Ayvalık yollarına (babamız 1 haftadır Kore'de ve maalesef bu turun tarihleri onun programa uymadı) O kadar" kendimiz gidiyoruz nasıl olsa, yetişecek bir yerimiz yok" desem de yine de nefes nefese, son dakikada ancak her şeyi toparlayıp arabaya binebildim.Kendime kaç tane çorap götürdüğümü bilmiyordum, umurumda da değildi ancak İştar'la ilgili her şeyi iyice kontrol edip dikkatlice hesap ederek yerleştirmem gerekiyordu.Çünkü tecrübelerle sabit: Adalı Yunanlılar ehli keyiflikte bizden bile beterler, bir Pazar sabahı bebeğe uygun alkolsüz ıslak mendil bulma ihtimalim çok düşük!
Cunda'daki otelimiz inanılmaz güzel bir butik oteldi (Ziyabey Konağı) ama iki arkadaş yada sevgili olarak gidersen..Harika eskitilmiş eşyalarla döşenmiş ama emekleme için boş alanı çok az bir oda,kahvaltı için muhteşem nilüferlerle süslü bir bahçe..
Ama ne bebek yatağı var ne de mama sandalyesi! Dolayısıyla muhteşem pirinç başlıklı çift kişilik yatakta geceyi teyzesi,İştar ve annesi olarak koyun koyuna geçirdik. Uykusu bir türlü gelmeyen İştar hanım yatak başlığını gece 1'e kadar kafesteki maymun gibi salladı, küüt bir sağa bir sola kendini attı ,resmen kafa ütüledi! Ertesi gün kahvaltı sonrası otelden ayrıldık ve maalesef ayrılırken öğrendik ki önceden söylenirse bebek yatağı ayarlanabiliyormuş!
Keyifli ve kısa bir feribot yolculuğu sonrasında İştar hanım, önce davranıp depar atan annesi sayesinde feribottan inenler arasında Yunanistan'a ilk girişini yaptıran kişi oldu. Cunda'dan aldığımız dersle Midilli'deki otele giriş yaparken hemen ilk iş bebek yatağını hazırlattırmak oldu. Maalesef 4 yıldızlı bir otel olmasına rağmen yine oda ufaktı ancak İştar'ın keyfini getirecek bir şey vardı: etrafı fileli portatif bebek yatağı!
İştar'la yapılamayacak her türlü aktivitede İştar'ı yatağın içine oturtmak yeterliydi,zaten orada yeterince eğleniyordu! İlk akşam grubun diğer üyeleri programa dahil olan taverna eğlencesine giderken, bebekleri almayacaklarını önceden bildirmiş oldukları için , İştar, ben ve teyzesi Midilli'deki müşterimle sakin bir akşam yemeği için buluştuk. Yunanlıların alışkanlıkları malum, akşam 9' da buluştuğumuzda İştar çoktan uyumuştu -ki bu saat bir Yunanlıya göre yemeğe oturmak için ziyadesiyle erken.
Ertesi gün sabahtan akşama tura özel kiralanmış otobüsle yoğun bir gezi programı bizi bekliyordu. Buraya kadar her şey çok iyi gitmiş,ne İştar ne de biz Cunda'daki butik otel gecesi hariç herhangi bir sıkıntı çekmemiştik. Ancaaak gördüm ki, yaklaşık 10 saat boyunca emekleme çağındaki bir bebeği mütemadiyen inip binilen bir gezi otobüsünde idare etmek çok zormuş! Normalde dört tekeri görüp uyuyan İştar, tepemizdeki hoparlörden yükselen rehberin sesi sayesinde katiyen uyumadı, sürekli ayaktaydı ve sağa sola sataşmakla meşgüldü.
Önümüzdeki koltukta oturan anneannesinin saçları hiçbirşeyden çekmedi İştar'dan çektiği kadar!Yorulup da uyuyakaldığı tüm zamanlarda, tam da otobüsten inip bilmem ne kilisesine gideceğimiz tuttu ve otobüsten pusete transferler sırasında uyandı. Akşam olup da otele döndüğümüzde cidden tükenmiş vaziyetteydim. İştar'ın da pili akşam erkenden bitti ve ana kız , grubun kalan kısmı yine taverna eğlencesindeyken otel odasında uyuyakaldık.
Son gün ise maalesef İştar ve benim için daha da yorucu geçti: bu defa sadece aşıdan aşıya ağlamasını duyduğum minik kızım bir kaç kere yolda ağlama krizine tutuldu.Aslında nedeni çok basitti: İştar alıştığı uyku saatinde uyumak istiyor. Ortam müsait, arabadayız, fakat gel gör ki tepesinden anlam veremediği cızırtılı bir ses (yani rehberimiz Nedim Atilla) ara ara konuşup sonra susuyor.İşte İştar da bir süre sonra bu garip gürültüyle iyice arızaya bağladı ve o kadar çok ağladı ki ,sonraki durağımız olan öğle yemeği molasında otobüsten indiğime hiç bu kadar sevinmemiştim. Bebekle seyahatte en çok korktuğum şey olmuştu: hem onca insanın içinde belki bir yarım saat susmadan kızım -haklı yere- ağlamış, hem de durduk yere yaş ortalaması hayli yüksek grubumuzdaki insanları rahatsız etmiştik. Neyse ki sonraki etaplarda Ayvalık'a dönene dek arıza çıkarmadığı gibi her gittiği yerde ilgi ve sevgi odağı oldu minik hanım. Minik parmaklarıyla her gördüğünü dede diye göstermesi ve sürekli sağa sola gülücük atması ilgisiz duran insanları bile onunla mecburen ilgilenmeye zorluyor galiba!
Neyse sağsalim Ayvalık'a vardık, oradan hoop arabaya transfer ve zzzz İştar hanım uyur.
Eve geldiğimizde Kore yorgunu babamız kapıda bizi bekliyordu.İştar kısa bir süre sonra uyandı ve ilk yaptığı şey " ayyy babaaa" deyip babasına sarılmak oldu.
Ve her anne gibi ilk yurt dışı seyahatten çıkardığım dersler (yazdıklarım 5-6 ay ve üzeri bebekler içindir, bebeğiniz daha küçükse valla bence hiç durmayın salın kendinizi yollara)
1. Bir sürü insanla mecburen aynı rotada gezilen organize bir turla seyahat etmek ciddi bir kumar. Eğer bebeğiniz İştar gibi uyumluysa eyvallah ama isteklerini ağlayarak ifade eden bir bebekle işiniz gerçekten zor, sakın ha derim.Bebekle seyahat tercihen bireysel olmalı ve elinizin altında kiralık bir de araba olmalı.
2. En az bir kişi sürekli yanınızda eşlik etmeli yoksa sadece tek ebeveynin her şeyin altından kalkabilmesi zor ( bizde çok şükür teyzemiz vardı)
3. Otelde bebek yatağı, mama sandalyesi olup olmadığını mutlaka sorun; yoksa başka otele gidin, illa o otel olmalı derseniz portatif yatak , portatif mama sandalyesi olayına girin.
4. Biberon ve emzik kullanan 18 aydan küçük bebekler için sterilizasyon hala önemli ve seyahatlerde sizin eşyalarınızı kaynatacak tonton bir otel görevlisi bulmak zor.Eğer sık seyahat edecekseniz paraya kıyıp seyahat boy sterilizatör alabilirsiniz. Ancak bizim gibi keyfe keder seyahatçi bir aile iseniz,evden ufak bir kettle götürmek işinizi görür. Hem her türlü mama vs için de kaynatılmış suya ihtiyacınız olacak neticede. Misal ben böyle bir şey götürmediğim için akşamın bir vakti mini bardan suyu alıp otelin ışıkları kapalı restoranında el yordamıyla kettle bulup suyu kaynatmak zorunda kaldım.
5. Oturacağınız her türlü kafe restoranda önce mama sandalyeniz var mı diye sorun. Yoksa bence oraya oturmayın.
6. Yanınızda her güne 3 set kıyafet hesaplayıp götürün.Fazlası da gereksiz yer kaplıyor- ben kıyafet işini biraz abartmışım galiba- ayrıca günlük bebek bezi tüketiminize 1 ekleyerek, kaç gün kalacaksanız o kadar bez götürün.Ben 4 gün için 4*6 = 24 bez götürdüm, 5 tane de İştar'ın çantasında vardı, birazı arttı.
7. Islak mendil...ıslak mendil...ıslak mendil...Bol bol ıslak mendil..
8. Gitmeden yedek biberonlar, yedek emzikler alın. Bütün gün dışarıda olacaksınız ve o emzik yıkamanızın mümkün olmayacağı yerlerde kaç defa yere atılıyor biliyor musunuz?
8. Çantada az yer kaplayan oyuncaklar kesinlikle iş görür!
9. Numune boy şampuan yanımdaydı ama bir de ufak sünger almadığım için doğru dürüst köpürtemedim ve İştar'ın banyoları yarım yamalak oldu.
10. Bir ufak çantaya şunları koymayı lütfen unutmayın: ateş düşürücü şurup,termometre, banyo termometresi ( evdeki küvet ortamı burada yok, o termometreyi duş başlığından akan suya tutacaksınız!),vitaminler,kullandığı diğer ilaçlar,varsa merhem vs ve yaz ayındaysanız sinek ilacı
Her detayı buraya yazmıyorum, siz zaten diğer almanız gerekenleri biliyorsunuz..
Ama sonuçta şu bir gerçek: evet bebeklerimiz hep yanımızda olsun istiyoruz,her şeyi onlarla birlikte yapalım istiyoruz ama seyahat -daha doğrusu bebeğin alıştığı düzenin değişmesi- minikleri ister istemez yıpratıyor ve hele ki bebek hassas ise yada sık ağlayan bir bebekse anne baba açısından durum daha da yorucu bir hal almaya başlıyor.Emekleme dönemindeki bir bebekle seyahat ise en zor olanı, henüz yürümediği için ellerini nasıl temizlendiğini bilmediğimiz yerlere sürsün istemiyoruz ancak bunu yaparken de bebeği özgürlüğünden alıkoyuyoruz.
Bana göre bebek yürümeye başlamadan, ev ortamının olmadığı seyahatlere onu da sürüklemek çok doğru değil. Bir kere siz gezdiğinizden bir şey anlamıyorsunuz üstelik çocuğun da düzeni, yemeği uykusu bozuluyor, hareketi sınırlanıyor. Minicik bebeğin o gittiğiniz Modern Sanat Müzesi' nden bir şey anlamayacağı zaten aşikar. E o zaman bu kendini zora sokuş niye?
Bence bebeğinizi gönül rahatlığıyla bırakabileceğiniz sevgi dolu yakınlarınız varsa ve siz onu bırakmaktan vicdanen rahatsız olmayacaksanız en güzeli onlarla birlikte ev düzeninde kalması.
-Ha bu arada bakıcı eşliğinde seyahat işine maddi -manevi gücü yetenleri bundan tenzih ederim-
Ben kendim gezip tozarken kızımı asla bırakamam, o yüzden uzak mesafe seyahat işlerini biraz rölantiye almış durumdayım. En fazla yakın coğrafyalar olabilir..
Yani bizim Güney Amerika seyahati şu an itibariyle en az 2 yıl ileri bir tarihe atılmış durumda!
Aralarında benim çalıştığım firmanın da bulunduğu organize sanayi bölgesindeki katılımcılara yönelik hazırlanmış 50 kişilik kapalı bir tur organizasyonuydu Midilli gezisi.
"Sabah 9'da Ayvalık'a gidecek otobüsümüze binmek üzere Organize müdürlüğü önünde buluşma".. diye başlayan bir tur programı İştar'ın dedesine katiyen uymayacağı için anneanne-teyze dededen oluşan çekirdek kadro olarak bir gün önceden ve son derece ehli keyif şekilde düştük Ayvalık yollarına (babamız 1 haftadır Kore'de ve maalesef bu turun tarihleri onun programa uymadı) O kadar" kendimiz gidiyoruz nasıl olsa, yetişecek bir yerimiz yok" desem de yine de nefes nefese, son dakikada ancak her şeyi toparlayıp arabaya binebildim.Kendime kaç tane çorap götürdüğümü bilmiyordum, umurumda da değildi ancak İştar'la ilgili her şeyi iyice kontrol edip dikkatlice hesap ederek yerleştirmem gerekiyordu.Çünkü tecrübelerle sabit: Adalı Yunanlılar ehli keyiflikte bizden bile beterler, bir Pazar sabahı bebeğe uygun alkolsüz ıslak mendil bulma ihtimalim çok düşük!
Cunda'daki otelimiz inanılmaz güzel bir butik oteldi (Ziyabey Konağı) ama iki arkadaş yada sevgili olarak gidersen..Harika eskitilmiş eşyalarla döşenmiş ama emekleme için boş alanı çok az bir oda,kahvaltı için muhteşem nilüferlerle süslü bir bahçe..
Ama ne bebek yatağı var ne de mama sandalyesi! Dolayısıyla muhteşem pirinç başlıklı çift kişilik yatakta geceyi teyzesi,İştar ve annesi olarak koyun koyuna geçirdik. Uykusu bir türlü gelmeyen İştar hanım yatak başlığını gece 1'e kadar kafesteki maymun gibi salladı, küüt bir sağa bir sola kendini attı ,resmen kafa ütüledi! Ertesi gün kahvaltı sonrası otelden ayrıldık ve maalesef ayrılırken öğrendik ki önceden söylenirse bebek yatağı ayarlanabiliyormuş!
Keyifli ve kısa bir feribot yolculuğu sonrasında İştar hanım, önce davranıp depar atan annesi sayesinde feribottan inenler arasında Yunanistan'a ilk girişini yaptıran kişi oldu. Cunda'dan aldığımız dersle Midilli'deki otele giriş yaparken hemen ilk iş bebek yatağını hazırlattırmak oldu. Maalesef 4 yıldızlı bir otel olmasına rağmen yine oda ufaktı ancak İştar'ın keyfini getirecek bir şey vardı: etrafı fileli portatif bebek yatağı!
İştar'la yapılamayacak her türlü aktivitede İştar'ı yatağın içine oturtmak yeterliydi,zaten orada yeterince eğleniyordu! İlk akşam grubun diğer üyeleri programa dahil olan taverna eğlencesine giderken, bebekleri almayacaklarını önceden bildirmiş oldukları için , İştar, ben ve teyzesi Midilli'deki müşterimle sakin bir akşam yemeği için buluştuk. Yunanlıların alışkanlıkları malum, akşam 9' da buluştuğumuzda İştar çoktan uyumuştu -ki bu saat bir Yunanlıya göre yemeğe oturmak için ziyadesiyle erken.
Ertesi gün sabahtan akşama tura özel kiralanmış otobüsle yoğun bir gezi programı bizi bekliyordu. Buraya kadar her şey çok iyi gitmiş,ne İştar ne de biz Cunda'daki butik otel gecesi hariç herhangi bir sıkıntı çekmemiştik. Ancaaak gördüm ki, yaklaşık 10 saat boyunca emekleme çağındaki bir bebeği mütemadiyen inip binilen bir gezi otobüsünde idare etmek çok zormuş! Normalde dört tekeri görüp uyuyan İştar, tepemizdeki hoparlörden yükselen rehberin sesi sayesinde katiyen uyumadı, sürekli ayaktaydı ve sağa sola sataşmakla meşgüldü.
Önümüzdeki koltukta oturan anneannesinin saçları hiçbirşeyden çekmedi İştar'dan çektiği kadar!Yorulup da uyuyakaldığı tüm zamanlarda, tam da otobüsten inip bilmem ne kilisesine gideceğimiz tuttu ve otobüsten pusete transferler sırasında uyandı. Akşam olup da otele döndüğümüzde cidden tükenmiş vaziyetteydim. İştar'ın da pili akşam erkenden bitti ve ana kız , grubun kalan kısmı yine taverna eğlencesindeyken otel odasında uyuyakaldık.
Son gün ise maalesef İştar ve benim için daha da yorucu geçti: bu defa sadece aşıdan aşıya ağlamasını duyduğum minik kızım bir kaç kere yolda ağlama krizine tutuldu.Aslında nedeni çok basitti: İştar alıştığı uyku saatinde uyumak istiyor. Ortam müsait, arabadayız, fakat gel gör ki tepesinden anlam veremediği cızırtılı bir ses (yani rehberimiz Nedim Atilla) ara ara konuşup sonra susuyor.İşte İştar da bir süre sonra bu garip gürültüyle iyice arızaya bağladı ve o kadar çok ağladı ki ,sonraki durağımız olan öğle yemeği molasında otobüsten indiğime hiç bu kadar sevinmemiştim. Bebekle seyahatte en çok korktuğum şey olmuştu: hem onca insanın içinde belki bir yarım saat susmadan kızım -haklı yere- ağlamış, hem de durduk yere yaş ortalaması hayli yüksek grubumuzdaki insanları rahatsız etmiştik. Neyse ki sonraki etaplarda Ayvalık'a dönene dek arıza çıkarmadığı gibi her gittiği yerde ilgi ve sevgi odağı oldu minik hanım. Minik parmaklarıyla her gördüğünü dede diye göstermesi ve sürekli sağa sola gülücük atması ilgisiz duran insanları bile onunla mecburen ilgilenmeye zorluyor galiba!
Neyse sağsalim Ayvalık'a vardık, oradan hoop arabaya transfer ve zzzz İştar hanım uyur.
Eve geldiğimizde Kore yorgunu babamız kapıda bizi bekliyordu.İştar kısa bir süre sonra uyandı ve ilk yaptığı şey " ayyy babaaa" deyip babasına sarılmak oldu.
Ve her anne gibi ilk yurt dışı seyahatten çıkardığım dersler (yazdıklarım 5-6 ay ve üzeri bebekler içindir, bebeğiniz daha küçükse valla bence hiç durmayın salın kendinizi yollara)
1. Bir sürü insanla mecburen aynı rotada gezilen organize bir turla seyahat etmek ciddi bir kumar. Eğer bebeğiniz İştar gibi uyumluysa eyvallah ama isteklerini ağlayarak ifade eden bir bebekle işiniz gerçekten zor, sakın ha derim.Bebekle seyahat tercihen bireysel olmalı ve elinizin altında kiralık bir de araba olmalı.
2. En az bir kişi sürekli yanınızda eşlik etmeli yoksa sadece tek ebeveynin her şeyin altından kalkabilmesi zor ( bizde çok şükür teyzemiz vardı)
3. Otelde bebek yatağı, mama sandalyesi olup olmadığını mutlaka sorun; yoksa başka otele gidin, illa o otel olmalı derseniz portatif yatak , portatif mama sandalyesi olayına girin.
4. Biberon ve emzik kullanan 18 aydan küçük bebekler için sterilizasyon hala önemli ve seyahatlerde sizin eşyalarınızı kaynatacak tonton bir otel görevlisi bulmak zor.Eğer sık seyahat edecekseniz paraya kıyıp seyahat boy sterilizatör alabilirsiniz. Ancak bizim gibi keyfe keder seyahatçi bir aile iseniz,evden ufak bir kettle götürmek işinizi görür. Hem her türlü mama vs için de kaynatılmış suya ihtiyacınız olacak neticede. Misal ben böyle bir şey götürmediğim için akşamın bir vakti mini bardan suyu alıp otelin ışıkları kapalı restoranında el yordamıyla kettle bulup suyu kaynatmak zorunda kaldım.
5. Oturacağınız her türlü kafe restoranda önce mama sandalyeniz var mı diye sorun. Yoksa bence oraya oturmayın.
6. Yanınızda her güne 3 set kıyafet hesaplayıp götürün.Fazlası da gereksiz yer kaplıyor- ben kıyafet işini biraz abartmışım galiba- ayrıca günlük bebek bezi tüketiminize 1 ekleyerek, kaç gün kalacaksanız o kadar bez götürün.Ben 4 gün için 4*6 = 24 bez götürdüm, 5 tane de İştar'ın çantasında vardı, birazı arttı.
7. Islak mendil...ıslak mendil...ıslak mendil...Bol bol ıslak mendil..
8. Gitmeden yedek biberonlar, yedek emzikler alın. Bütün gün dışarıda olacaksınız ve o emzik yıkamanızın mümkün olmayacağı yerlerde kaç defa yere atılıyor biliyor musunuz?
8. Çantada az yer kaplayan oyuncaklar kesinlikle iş görür!
9. Numune boy şampuan yanımdaydı ama bir de ufak sünger almadığım için doğru dürüst köpürtemedim ve İştar'ın banyoları yarım yamalak oldu.
10. Bir ufak çantaya şunları koymayı lütfen unutmayın: ateş düşürücü şurup,termometre, banyo termometresi ( evdeki küvet ortamı burada yok, o termometreyi duş başlığından akan suya tutacaksınız!),vitaminler,kullandığı diğer ilaçlar,varsa merhem vs ve yaz ayındaysanız sinek ilacı
Her detayı buraya yazmıyorum, siz zaten diğer almanız gerekenleri biliyorsunuz..
Ama sonuçta şu bir gerçek: evet bebeklerimiz hep yanımızda olsun istiyoruz,her şeyi onlarla birlikte yapalım istiyoruz ama seyahat -daha doğrusu bebeğin alıştığı düzenin değişmesi- minikleri ister istemez yıpratıyor ve hele ki bebek hassas ise yada sık ağlayan bir bebekse anne baba açısından durum daha da yorucu bir hal almaya başlıyor.Emekleme dönemindeki bir bebekle seyahat ise en zor olanı, henüz yürümediği için ellerini nasıl temizlendiğini bilmediğimiz yerlere sürsün istemiyoruz ancak bunu yaparken de bebeği özgürlüğünden alıkoyuyoruz.
Bana göre bebek yürümeye başlamadan, ev ortamının olmadığı seyahatlere onu da sürüklemek çok doğru değil. Bir kere siz gezdiğinizden bir şey anlamıyorsunuz üstelik çocuğun da düzeni, yemeği uykusu bozuluyor, hareketi sınırlanıyor. Minicik bebeğin o gittiğiniz Modern Sanat Müzesi' nden bir şey anlamayacağı zaten aşikar. E o zaman bu kendini zora sokuş niye?
Bence bebeğinizi gönül rahatlığıyla bırakabileceğiniz sevgi dolu yakınlarınız varsa ve siz onu bırakmaktan vicdanen rahatsız olmayacaksanız en güzeli onlarla birlikte ev düzeninde kalması.
-Ha bu arada bakıcı eşliğinde seyahat işine maddi -manevi gücü yetenleri bundan tenzih ederim-
Ben kendim gezip tozarken kızımı asla bırakamam, o yüzden uzak mesafe seyahat işlerini biraz rölantiye almış durumdayım. En fazla yakın coğrafyalar olabilir..
Yani bizim Güney Amerika seyahati şu an itibariyle en az 2 yıl ileri bir tarihe atılmış durumda!
14 Mayıs 2013 Salı
Bebeğe Şengen Vize!
Ve evet İştar hanım seyahat sezonunu açtı. Bugün pasaportumuz konsolosluktan geri geldi ve artık gitmeye hazırız!
Bebekle Avrupa'ya gidecekler için hemen bir bilgi paylaşımı yapmak isterim, zira geçen hafta vize peşinde koşarken bir hayli stres yaşadım.
1. Öncelikle bebeğe bir pasaport almanız gerektiğini biliyorsunuz.
2. Biz Yunanistan'a gideceğimiz için vizeyi de oradan aldık. Artık maalesef konsolosluk başvuru kabul etmiyormuş ve VFS GLOBAL diye bir firmaya işi outsource etmişler
3. Gereken evraklar zaten üç aşağı beş yukarı her konsoloslukta aynı ve internetten ne olduklarına bakıp öğrenebilirsiniz.
4. Ancak şu 4 detaya çok çok dikkat edin:
- Başvuru formunda MUTLAKA anne ve babanın imzası olması gerekiyor.
- Noterden 70 TL para bayılıp MUVAFAKKATNAME alınması gerekiyor ( aile boyu seyahat etseniz dahi bu isteniyor. Bu belge için anne yada babadan birinin yanında bebek ve o an bulumayan ebeveynin nüfus cüzdanıyla herhangi bir notere gitmesi yeterli. Maaile gitmeye gerek yok.Burada amaç diğer ebeveynin bilgisi olmadan çocuk kaçırma olaylarına mani olmak anladığım kadarıyla)
- Bebek ilk defa yurt dışına çıkacaksa Vukuatlı Aile Nüfus Kayıt Örneği istiyorlar. Ve evet maalesef bu her yerde yazmıyor, bizim de karşımıza VFS 'ye gittiğimizde çıktı. Hatta bazı ülkelerin konsolosluklarında bu evrağı her başvuruda istiyorlarmış.
- Eğer mümkünse siz kendi vizenizi önden hazır edin, çünkü bebeğin vize süresi sizinki kadar oluyor. Eğer vizeniz daha çıkmadan bebek için başvurursanız bebeğe kısa süreli vize verebilirler.
4. Bebekler için vize ücreti istenmiyor, ki bu da işin tek güzel tarafı
Bizde babanın imzası ve nüfus kayıt örneği eksikti ve maalesef başvuruyu yapamadık. Günlerden Perşembeydi ve tam 1 hafta sonra gidecektik.Başvurular sadece online alındığı için hemen oracıkta internete bağlanıp ertesi güne randevu alalım dedik ama sistem bize Pazartesiye randevu verdi. Bu da vizenin yetişmeyeceği anlamına geliyordu.
Allahtan Midilli'deki müşterim imdada yetişti ve İştar sadece bebek olduğu ve tüm evrakları da hazır olduğu için onun başvurusunu direkt konsolosluktan yaptık, 2 gün sonra da vizemiz geldi.
Ben bir firmada dış ticaret yöneticisiyim ve eşim kadar olmasa bile belirli aralıklarla gerek iş gerekse turistik amaçla yurt dışına gidip geliyorum. En uzun alabildiğim Şengen vizesi 1 sene olduğu için, her sene aynı dosyaları, aynı masrafları edip tekrar tekrar başvuru yapıyorum.
Üstelik bu seneki başvurumda, 5 kere üst üste 1 yıllık vize aldığım ve ticari vize olmasına rağmen her seferinde ilk girişimi işim olmasa bile üşenmeyip Yunanistan'a yapmaya özen gösterdiğim halde, "sen Yunanistan harici ülkelere çok giriş çıkış yapmışsın" deyip benim zaten memnun olmadığım vize süremi 6 aya düşürüvermişler! Yani masrafım ikiye katlandı anlayacağınız!
Ama beri yandan bazı tanıdıklarımız 3 senede 2 kere İtalya'ya, 10 kere de başka ülkelere gittikleri halde 5'er yıllık vizeleri İtalyan konsolosluğundan almışlar, ki doğrusu da budur ve haklarıdır. Yani evimiz barkımız, işimiz gücümüz burada, belgelerle de kanıtlamışız; ne yapacağız iltica mı edeceğiz Allah aşkına ?
Peki ya 9 aylık bebeğe vize başvuru klasörü hazırlamak ne oluyor? O kadar çok evrak vardı ki, resmen şeffaf dosya şişmişti. Kendi vizelerimizi göstersek yetmiyor mu? Kendi başına uçağa binip , beni Fransa'da bir aileye verin diyecek hali yok ya çocuğun?
Umarım İştar büyüdüğünde Türk vatandaşları için bu vize çilesi artık biter ve seyahat edebilmek için sadece pasaportu yeterli olur. Haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz bir takım ülkelere vizesiz gidebilmek inanın bir işe yaramıyor.
"Kardeş ülke" Azerbaycan bile hala kapıda vize uygulaması yapıyor ( fotoğrafım yanımda yok diye oradaki memura pasaportumdan fotokopi çekmesi için 20 € rüşvet verip daha uçaktan iner inmez onların meşhur " hürmet" dünyasına adım atmıştık da..)
Bebekle Avrupa'ya gidecekler için hemen bir bilgi paylaşımı yapmak isterim, zira geçen hafta vize peşinde koşarken bir hayli stres yaşadım.
1. Öncelikle bebeğe bir pasaport almanız gerektiğini biliyorsunuz.
2. Biz Yunanistan'a gideceğimiz için vizeyi de oradan aldık. Artık maalesef konsolosluk başvuru kabul etmiyormuş ve VFS GLOBAL diye bir firmaya işi outsource etmişler
3. Gereken evraklar zaten üç aşağı beş yukarı her konsoloslukta aynı ve internetten ne olduklarına bakıp öğrenebilirsiniz.
4. Ancak şu 4 detaya çok çok dikkat edin:
- Başvuru formunda MUTLAKA anne ve babanın imzası olması gerekiyor.
- Noterden 70 TL para bayılıp MUVAFAKKATNAME alınması gerekiyor ( aile boyu seyahat etseniz dahi bu isteniyor. Bu belge için anne yada babadan birinin yanında bebek ve o an bulumayan ebeveynin nüfus cüzdanıyla herhangi bir notere gitmesi yeterli. Maaile gitmeye gerek yok.Burada amaç diğer ebeveynin bilgisi olmadan çocuk kaçırma olaylarına mani olmak anladığım kadarıyla)
- Bebek ilk defa yurt dışına çıkacaksa Vukuatlı Aile Nüfus Kayıt Örneği istiyorlar. Ve evet maalesef bu her yerde yazmıyor, bizim de karşımıza VFS 'ye gittiğimizde çıktı. Hatta bazı ülkelerin konsolosluklarında bu evrağı her başvuruda istiyorlarmış.
- Eğer mümkünse siz kendi vizenizi önden hazır edin, çünkü bebeğin vize süresi sizinki kadar oluyor. Eğer vizeniz daha çıkmadan bebek için başvurursanız bebeğe kısa süreli vize verebilirler.
4. Bebekler için vize ücreti istenmiyor, ki bu da işin tek güzel tarafı
Bizde babanın imzası ve nüfus kayıt örneği eksikti ve maalesef başvuruyu yapamadık. Günlerden Perşembeydi ve tam 1 hafta sonra gidecektik.Başvurular sadece online alındığı için hemen oracıkta internete bağlanıp ertesi güne randevu alalım dedik ama sistem bize Pazartesiye randevu verdi. Bu da vizenin yetişmeyeceği anlamına geliyordu.
Allahtan Midilli'deki müşterim imdada yetişti ve İştar sadece bebek olduğu ve tüm evrakları da hazır olduğu için onun başvurusunu direkt konsolosluktan yaptık, 2 gün sonra da vizemiz geldi.
Ben bir firmada dış ticaret yöneticisiyim ve eşim kadar olmasa bile belirli aralıklarla gerek iş gerekse turistik amaçla yurt dışına gidip geliyorum. En uzun alabildiğim Şengen vizesi 1 sene olduğu için, her sene aynı dosyaları, aynı masrafları edip tekrar tekrar başvuru yapıyorum.
Üstelik bu seneki başvurumda, 5 kere üst üste 1 yıllık vize aldığım ve ticari vize olmasına rağmen her seferinde ilk girişimi işim olmasa bile üşenmeyip Yunanistan'a yapmaya özen gösterdiğim halde, "sen Yunanistan harici ülkelere çok giriş çıkış yapmışsın" deyip benim zaten memnun olmadığım vize süremi 6 aya düşürüvermişler! Yani masrafım ikiye katlandı anlayacağınız!
Ama beri yandan bazı tanıdıklarımız 3 senede 2 kere İtalya'ya, 10 kere de başka ülkelere gittikleri halde 5'er yıllık vizeleri İtalyan konsolosluğundan almışlar, ki doğrusu da budur ve haklarıdır. Yani evimiz barkımız, işimiz gücümüz burada, belgelerle de kanıtlamışız; ne yapacağız iltica mı edeceğiz Allah aşkına ?
Peki ya 9 aylık bebeğe vize başvuru klasörü hazırlamak ne oluyor? O kadar çok evrak vardı ki, resmen şeffaf dosya şişmişti. Kendi vizelerimizi göstersek yetmiyor mu? Kendi başına uçağa binip , beni Fransa'da bir aileye verin diyecek hali yok ya çocuğun?
Umarım İştar büyüdüğünde Türk vatandaşları için bu vize çilesi artık biter ve seyahat edebilmek için sadece pasaportu yeterli olur. Haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz bir takım ülkelere vizesiz gidebilmek inanın bir işe yaramıyor.
"Kardeş ülke" Azerbaycan bile hala kapıda vize uygulaması yapıyor ( fotoğrafım yanımda yok diye oradaki memura pasaportumdan fotokopi çekmesi için 20 € rüşvet verip daha uçaktan iner inmez onların meşhur " hürmet" dünyasına adım atmıştık da..)
13 Mayıs 2013 Pazartesi
İlk Anneler Günüm
22 Ekim 2011
Annemlerdeyim. Bir elimde televizyon kumandası, diğer elimde iphone, oylece yatıyorum bütün gün sırtüstü. Embriyo transferinden beri hiç duş almamışım, leş gibiyim; günlerdir evden dışarı çıkmamışım. Godot'yu bekler gibi bekliyorum kan testi gününü.Çünkü henüz bilmiyorum, hamile miyim değil miyim.Tedavi süreci pek de başarılı geçmedi, onca yumurta geliştirici iğneye rağmen yalnızca tek bir yumurta oluşmuş, onu alıp döllemişler. Üstelik döllenen embriyo da , embriyoloğun söylediğine göre "orta kalite". Zaten daha en baştan bana doktorum söylemişti: "Sibel Hanım, olmazsa bir dahaki sefere size mikro tüp bebek tedavisi uygularız"
Ümitsiz bir vakayım, çok ümitsiz.
Neredeyse 2 saatte bir farklı farklı ilaçlar içiyorum: kortizon,progesteron,aspirin,vitamin vs vs..
Midem bulanıyor mu? Hayır. Göğüslerde hassasiyet? Hayır.Ağızda metalik tat? Hayır. Göz bebeklerim büyümüş mü? Hayır aynen duruyorlar.Üstelik her an adet olacakmışım gibi , tam da her zaman olduğu şekilde sancım var. Yok kesinlikle hamile değilim. Hem zaten hissedermiş ya insanlar hamile olduklarını.. Ben umutsuzluk ve endişe dışında hiç bir şey hissetmiyorum.
1 yıl önce gittiğim Hindistan sokaklarını düşünüyorum. Viyadük altında karton kutular üzerinde yaşayan aileleri, koşuşturan baldırı çıplak, pislik içindeki küçük çocukları, kadınların kucaklarındaki kim bilir kaçıncı bebekleri.
Oysaki ben neredeyse 2 yıldır düzenli folik asit kullanıyorum, sigara içmiyorum, en sevdiğim şey kahveye doğurganlığı engeller diye veda ettim, gebelik öncesi fit olayım diye gün aşırı spor salonundayım, organik besleniyorum,duyduğum her bitkiyi içiyorum,sürüyorum,yiyorum. Kim ne tavsiye ederse aynen uyguluyorum. Kim bilir bu geçen 1 senede o kadının bir bebeği daha olmuş mudur acaba diye düşünüyorum.Olduysa nasıl oldu, nasıl geçirdi hamileliğini, nasıl doğum yaptı?
4-5 gün sonra koltukta uyuyakalmaya başlıyorum. Yine uyuyakaldığım bir gün gözümü açtığımda annem başımdaydı: "Sibel sen hamilesin bence, baksana uyukluyorsun sürekli" dedi. Oysaki bana göre uyuklamam çok normaldi, bütün gün evde televizyon karşısında yatan bir insanın en sonunda varacağı durum bu olsa gerek.
Bir gün yine uyuklarken, bir ses duydum..sanki.."Çok bekledin, geldim. Buradayım"..dedi birisi..Su birikintisi gibi bir şey gördüm sonra.. Ve uyuyakalmışım yine..
2 Kasım 2011
12 gün o odada, o yatakta doldu ve eşimle beraber hayatımın en endişeli yolculuğuna çıktım..Tüp bebek merkezine hamilelik testi için kan vermeye..Gelirken getirdiğim bavul evime dönmek üzere yine arabanın bagajındaydı .Kanı verdim ve eve döndük. Bir kaç saat sonra telefonla arayacaklardı. Salona gittim. Beklemenin o endişesi beni boğuyordu:
" Yok ya hamile değilimdir ben, olmam bir mucize olurdu..Tek yumurta neticede..Hiç başıma gelmez ki benim böyle mucizeler. Hep her şeyi herkesten fazla çalışarak, uğraşarak elde etmişimdir. Hiç armut piş, ağzıma düş olmadı bu hayatta. Yine olmayacak. Allahım ne olacak o zaman?"
Offff...
Canım arkadaşım Sema'yı aramak geldi içimden. Biraz olsun gülüşüp rahatlarım düşüncesiyle. Her zaman olduğu gibi yaklaşık 1 saat sürdü konuşmamız.
Telefonu kapattım.
Ve ekranda halihazırda mutfak masasına yayılmış, çalışmakta olan eşimden gelmiş bir sms gördüm. Ne alaka? Odadan odaya sms ile mi haberleşiyorduk artık?
Sms'te şu yazıyordu: " Maya tutuk"
Ben Sema'yla telefonda konuşurken, bana ulaşamayan tüp bebek merkezi görevlisi eşimi arayıp hamile olduğumu haber vermiş ve bu aşamadan sonra kullanacağım ilaçları ve iğneleri yazdırmıştı.
Nev-i şahsına münhasır eşim gayet sakin bir şekilde -telefonla konuşuyorum ya- haberi bana sms atarak vermeyi tercih etmişti:"Maya tutuk"
-"Nasıl yaaaa" diye koşarak yanına gittim. "Ne demek o mesaj?"
-"E tutuk işte, hamileymişsin" dedi eşim sakin sakin.
-"Yaa nasıl yaaa? Hamile miyim? Nasıl ama nasıııllll? Emin misin???"
Napicaz şimdi, ne olacak?
O esnada rüyamı hatırladım...Geldim diyen sesi..Kız sesiydi..Kız bebek..
İstatistiklere göre, tek yumurta ile tüp bebek tedavisinin gebelikle sonuçlanma ihtimali %25.
O %25'lik başarılı embriyo transferi ile oluşan gebeliklerin ancak %30'u yarışı sonuna kadar götürüp, canlı doğumla sonuçlanıyor.
İşte o kadınların %25'inin %30'undan ancak %1 i normal doğum yapabiliyor.
Hepsini geçtik kızım, bütün o yüzdeleri atlattık seninle,sevgiyle, inançla..
12 Mayıs 2013..
Hamile kalabilmenin, anne olabilmenin ne kadar büyük bir mucize olduğunun farkında olan, kıymetini bilen benim gibi tüm annelerin anneler günü kutlu olsun. Umarım şu annelik denen dünyanın en zor misyonunu becerebilirim, sana layık olabilirim.. Benim minik mucizem,otoparkta kalmış son yerim, istatistiksel olasılıksızım, İştar Kızım..Annen seni çok seviyor.
Annemlerdeyim. Bir elimde televizyon kumandası, diğer elimde iphone, oylece yatıyorum bütün gün sırtüstü. Embriyo transferinden beri hiç duş almamışım, leş gibiyim; günlerdir evden dışarı çıkmamışım. Godot'yu bekler gibi bekliyorum kan testi gününü.Çünkü henüz bilmiyorum, hamile miyim değil miyim.Tedavi süreci pek de başarılı geçmedi, onca yumurta geliştirici iğneye rağmen yalnızca tek bir yumurta oluşmuş, onu alıp döllemişler. Üstelik döllenen embriyo da , embriyoloğun söylediğine göre "orta kalite". Zaten daha en baştan bana doktorum söylemişti: "Sibel Hanım, olmazsa bir dahaki sefere size mikro tüp bebek tedavisi uygularız"
Ümitsiz bir vakayım, çok ümitsiz.
Neredeyse 2 saatte bir farklı farklı ilaçlar içiyorum: kortizon,progesteron,aspirin,vitamin vs vs..
Midem bulanıyor mu? Hayır. Göğüslerde hassasiyet? Hayır.Ağızda metalik tat? Hayır. Göz bebeklerim büyümüş mü? Hayır aynen duruyorlar.Üstelik her an adet olacakmışım gibi , tam da her zaman olduğu şekilde sancım var. Yok kesinlikle hamile değilim. Hem zaten hissedermiş ya insanlar hamile olduklarını.. Ben umutsuzluk ve endişe dışında hiç bir şey hissetmiyorum.
1 yıl önce gittiğim Hindistan sokaklarını düşünüyorum. Viyadük altında karton kutular üzerinde yaşayan aileleri, koşuşturan baldırı çıplak, pislik içindeki küçük çocukları, kadınların kucaklarındaki kim bilir kaçıncı bebekleri.
Oysaki ben neredeyse 2 yıldır düzenli folik asit kullanıyorum, sigara içmiyorum, en sevdiğim şey kahveye doğurganlığı engeller diye veda ettim, gebelik öncesi fit olayım diye gün aşırı spor salonundayım, organik besleniyorum,duyduğum her bitkiyi içiyorum,sürüyorum,yiyorum. Kim ne tavsiye ederse aynen uyguluyorum. Kim bilir bu geçen 1 senede o kadının bir bebeği daha olmuş mudur acaba diye düşünüyorum.Olduysa nasıl oldu, nasıl geçirdi hamileliğini, nasıl doğum yaptı?
4-5 gün sonra koltukta uyuyakalmaya başlıyorum. Yine uyuyakaldığım bir gün gözümü açtığımda annem başımdaydı: "Sibel sen hamilesin bence, baksana uyukluyorsun sürekli" dedi. Oysaki bana göre uyuklamam çok normaldi, bütün gün evde televizyon karşısında yatan bir insanın en sonunda varacağı durum bu olsa gerek.
Bir gün yine uyuklarken, bir ses duydum..sanki.."Çok bekledin, geldim. Buradayım"..dedi birisi..Su birikintisi gibi bir şey gördüm sonra.. Ve uyuyakalmışım yine..
2 Kasım 2011
12 gün o odada, o yatakta doldu ve eşimle beraber hayatımın en endişeli yolculuğuna çıktım..Tüp bebek merkezine hamilelik testi için kan vermeye..Gelirken getirdiğim bavul evime dönmek üzere yine arabanın bagajındaydı .Kanı verdim ve eve döndük. Bir kaç saat sonra telefonla arayacaklardı. Salona gittim. Beklemenin o endişesi beni boğuyordu:
" Yok ya hamile değilimdir ben, olmam bir mucize olurdu..Tek yumurta neticede..Hiç başıma gelmez ki benim böyle mucizeler. Hep her şeyi herkesten fazla çalışarak, uğraşarak elde etmişimdir. Hiç armut piş, ağzıma düş olmadı bu hayatta. Yine olmayacak. Allahım ne olacak o zaman?"
Offff...
Canım arkadaşım Sema'yı aramak geldi içimden. Biraz olsun gülüşüp rahatlarım düşüncesiyle. Her zaman olduğu gibi yaklaşık 1 saat sürdü konuşmamız.
Telefonu kapattım.
Ve ekranda halihazırda mutfak masasına yayılmış, çalışmakta olan eşimden gelmiş bir sms gördüm. Ne alaka? Odadan odaya sms ile mi haberleşiyorduk artık?
Sms'te şu yazıyordu: " Maya tutuk"
Ben Sema'yla telefonda konuşurken, bana ulaşamayan tüp bebek merkezi görevlisi eşimi arayıp hamile olduğumu haber vermiş ve bu aşamadan sonra kullanacağım ilaçları ve iğneleri yazdırmıştı.
Nev-i şahsına münhasır eşim gayet sakin bir şekilde -telefonla konuşuyorum ya- haberi bana sms atarak vermeyi tercih etmişti:"Maya tutuk"
-"Nasıl yaaaa" diye koşarak yanına gittim. "Ne demek o mesaj?"
-"E tutuk işte, hamileymişsin" dedi eşim sakin sakin.
-"Yaa nasıl yaaa? Hamile miyim? Nasıl ama nasıııllll? Emin misin???"
Napicaz şimdi, ne olacak?
O esnada rüyamı hatırladım...Geldim diyen sesi..Kız sesiydi..Kız bebek..
İstatistiklere göre, tek yumurta ile tüp bebek tedavisinin gebelikle sonuçlanma ihtimali %25.
O %25'lik başarılı embriyo transferi ile oluşan gebeliklerin ancak %30'u yarışı sonuna kadar götürüp, canlı doğumla sonuçlanıyor.
İşte o kadınların %25'inin %30'undan ancak %1 i normal doğum yapabiliyor.
Hepsini geçtik kızım, bütün o yüzdeleri atlattık seninle,sevgiyle, inançla..
12 Mayıs 2013..
Hamile kalabilmenin, anne olabilmenin ne kadar büyük bir mucize olduğunun farkında olan, kıymetini bilen benim gibi tüm annelerin anneler günü kutlu olsun. Umarım şu annelik denen dünyanın en zor misyonunu becerebilirim, sana layık olabilirim.. Benim minik mucizem,otoparkta kalmış son yerim, istatistiksel olasılıksızım, İştar Kızım..Annen seni çok seviyor.
İştar İpad'de Oyun Oynuyor??
Belli bir aydan sonra çocuk oyalamak yaratıcılık sınırlarını zorlamaya başlıyor.Hem bebeğin beyin gelişimi derdine düşüyor insan, hem de saatlerce sürecek bir oyunun imkansızlığı gözü korkutuyor. İştar' a kitap fuarından aldığım kitaplar maalesef henüz popüler oyuncak listemizde yerini alamadı. Hala ilgimiz sıfır. İştar'ın oyun oynama alışkanlığı yine ordan oraya tutunarak yürümeye çalışmak, kapalı bir kutu vs gibi içinde ne olduğunu merak edeceği bir şey varsa onunla uğraşmak yada deli tavuk gibi bir oraya bir buraya emeklemek. Gerçek anlamda oyun olarak anne kız birlikte oynayabildiğimiz sadece 2 şey var: ellerimizi -karşılıklı- kapatarak ce-ee yapmak yada top sektirmek. Bu durum neredeyse 2 aydır devam ediyor o yüzden artık dayanamayıp dün "0-2 yaş arası bebek oyunları" diye bir kitap satın aldım. Bugün itibariyle okuyup İştar'ın üzerinde denemeler yapacağım ve elbette neticeleri burada paylaşacağım.
İpad, bebeği belli bir yaşa gelmiş tüm ebeveynlerin kurtarıcısı olmuş gibi görünüyor. Daha çok yemek yedirmeye çalışırken çaktırmadan lokmaları ağzına tıkmak yada anne baba dışarıda bir yerde otururken kafaları rahat etsin diye çocuğun eline tutuşturdukları bir araç.Çocuk biraz daha büyüdüğünde ise oradaki oyunları gerçekten oturup oynamaya başlıyorlar ve maalesef bazı durumlarda bağımlı hale gelebiliyorlar. Tanıdığım pek çok evde ipad artık yasaklılar listesinde.
İştar'ın ipadle ilk temasları youtube'dan sevdiği şarkıları izlemekle başladı. Onları izlerken bir şekilde -bizden görerek sanırım- alete parmakla hükmedildiğini kavramış olsa gerek ki, kendi kendine başka bir youtube klibini açıp, tam ekran yapabiliyor-elbette bilinçsizce, yok artık daha neler!-.
Ben de sonraları alete bir kaç bebek oyunu yükledim.Zaman zaman açıp gösteriyorum, ki bazıları renkleri şekilleri öğrenmesi için bir hayli faydalı ancak İştar'ın reaksiyonu parmağını oradan oraya savurmak şeklindeydi.. ta ki Cumartesi gününe kadar..
Twinkle Twinkle Litttle Star diye bir aplikasyon indirmiştim. Yıldız temalı bu oyunda,noktaları birleştir yıldız yap, eşleşen kartları bul, bulmaca çöz vs gibi bir takım oyunlar mevcut. Hangi yaş aralığına hitap ettiğini tam bilmiyorum. Oyunlardan bir tanesi de " "peekaboo star" yani Türkçe meali: "cee-ee yapan yıldız"..
Bu oyunda yıldız üç tane cismin birinin arkasına saklanıyor,ama arada hoplayıp zıplayıp kendini belli ediyor.Aplikasyon o sırada soruyu patlatıyor:" Find the missing star!"Oyuncu da parmağıyla yıldızın arkasına saklandığı cisme bastırdığında yıldız ortaya çıkıp peekabooo diyor.
Evdeki cee-ee oyunlarından bu konsepte alışkın olan İştar'a aplikasyonu açıp "anneciğim yıldız nerede? Hadi göster bakalım " dedim. İştar hiç tereddütsüz yıldızın arkasında saklı olduğu bulutu gösterdi. Ben de bastım ve hooop: yıldız ce-ee yaptı. Tekrar denedim: bu defa İştar yine yıldızın saklandığı uçağı işaret etti ve hatta az önce benim yaptığım gibi üstüne de bastı.
Şaşkınlık içinde 7 deneme yaptım, 6 sında İştar saklı yıldızı buldu, bastı ve yıldıza peekabooo yaptırdı.
Heyecan içinde babasına mesajla durumu bildirdim, babadan cevap gecikmedi: "Ooohh gelsin burslar."
İpad, bebeği belli bir yaşa gelmiş tüm ebeveynlerin kurtarıcısı olmuş gibi görünüyor. Daha çok yemek yedirmeye çalışırken çaktırmadan lokmaları ağzına tıkmak yada anne baba dışarıda bir yerde otururken kafaları rahat etsin diye çocuğun eline tutuşturdukları bir araç.Çocuk biraz daha büyüdüğünde ise oradaki oyunları gerçekten oturup oynamaya başlıyorlar ve maalesef bazı durumlarda bağımlı hale gelebiliyorlar. Tanıdığım pek çok evde ipad artık yasaklılar listesinde.
İştar'ın ipadle ilk temasları youtube'dan sevdiği şarkıları izlemekle başladı. Onları izlerken bir şekilde -bizden görerek sanırım- alete parmakla hükmedildiğini kavramış olsa gerek ki, kendi kendine başka bir youtube klibini açıp, tam ekran yapabiliyor-elbette bilinçsizce, yok artık daha neler!-.
Ben de sonraları alete bir kaç bebek oyunu yükledim.Zaman zaman açıp gösteriyorum, ki bazıları renkleri şekilleri öğrenmesi için bir hayli faydalı ancak İştar'ın reaksiyonu parmağını oradan oraya savurmak şeklindeydi.. ta ki Cumartesi gününe kadar..
Twinkle Twinkle Litttle Star diye bir aplikasyon indirmiştim. Yıldız temalı bu oyunda,noktaları birleştir yıldız yap, eşleşen kartları bul, bulmaca çöz vs gibi bir takım oyunlar mevcut. Hangi yaş aralığına hitap ettiğini tam bilmiyorum. Oyunlardan bir tanesi de " "peekaboo star" yani Türkçe meali: "cee-ee yapan yıldız"..
Bu oyunda yıldız üç tane cismin birinin arkasına saklanıyor,ama arada hoplayıp zıplayıp kendini belli ediyor.Aplikasyon o sırada soruyu patlatıyor:" Find the missing star!"Oyuncu da parmağıyla yıldızın arkasına saklandığı cisme bastırdığında yıldız ortaya çıkıp peekabooo diyor.
Evdeki cee-ee oyunlarından bu konsepte alışkın olan İştar'a aplikasyonu açıp "anneciğim yıldız nerede? Hadi göster bakalım " dedim. İştar hiç tereddütsüz yıldızın arkasında saklı olduğu bulutu gösterdi. Ben de bastım ve hooop: yıldız ce-ee yaptı. Tekrar denedim: bu defa İştar yine yıldızın saklandığı uçağı işaret etti ve hatta az önce benim yaptığım gibi üstüne de bastı.
Şaşkınlık içinde 7 deneme yaptım, 6 sında İştar saklı yıldızı buldu, bastı ve yıldıza peekabooo yaptırdı.
Heyecan içinde babasına mesajla durumu bildirdim, babadan cevap gecikmedi: "Ooohh gelsin burslar."
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Vee Ayaktayım!
Babamız yine yurt dışında olduğu için bir süredir anneanne evindeyiz .İştar durumdan ziyadesiyle memnun çünkü ona sürekli ilgi gösteren insan sayısı 2'den 4'e çıktı. Her sabah ve akşam dedesiyle bin bir türlü oyunlar oynarken, teyzesiyle yerlerde yuvarlanıyor, şarkı söyleyip el çırpıyor; anneannesinin komik laflarına gülüyor. Anneanne evindeki park yatağın hala yukarıdaki sallanan bölümünü kullanıyoruz, ayrı bir yatak alıp da alt kısma henüz geçmedik. Yatağının ayağa kalkınca sallanır cinsten olması da İştar hanıma ayrı bir keyif veriyor zaten.
Dün akşam yine keyifli ve sürekli ilgi gördüğü ayrıca arka arkaya enginar,bebek gofreti ve balığı götürdüğü aile yemeğinden sonra yukarıya oturma odasına çıktık. Yine yerlerde yuvarlanmaca, koltuğa kalkıp tutunma vs gibi klasik numaralarından sonra İştar birden bire her iki elini de bıraktı ve öylece ayakta kalakaldı. Muhtemelen 10-15 saniye süren bu zaman dilimi boyunca benim ağzım beş karış açılmış, resmen donakalmıştım. Minik kızım ayakta durabiliyordu!
Annem e onu zaten yapıyordu diyor ama ben ilk defa görüyorum ve inanılmaz şaşırdım.
İştar'ın son zamanlarda yeni eklenen numaraları ise şunlar:
- dedesiyle rakı kadehi versus biberon tokuşturup içmek
- anneannesi ona yemek yedirirken, hadi bana da ver dediğinde ona da - belki canı çekmiştir diye- ekmek kırıntısı vs yedirmek
- birisi hahahaha diye vurgulu şekilde güldüğünde karşılık olarak aynı şekilde hahaha demek
Fotoğraflar daha sonra...
Dün akşam yine keyifli ve sürekli ilgi gördüğü ayrıca arka arkaya enginar,bebek gofreti ve balığı götürdüğü aile yemeğinden sonra yukarıya oturma odasına çıktık. Yine yerlerde yuvarlanmaca, koltuğa kalkıp tutunma vs gibi klasik numaralarından sonra İştar birden bire her iki elini de bıraktı ve öylece ayakta kalakaldı. Muhtemelen 10-15 saniye süren bu zaman dilimi boyunca benim ağzım beş karış açılmış, resmen donakalmıştım. Minik kızım ayakta durabiliyordu!
Annem e onu zaten yapıyordu diyor ama ben ilk defa görüyorum ve inanılmaz şaşırdım.
İştar'ın son zamanlarda yeni eklenen numaraları ise şunlar:
- dedesiyle rakı kadehi versus biberon tokuşturup içmek
- anneannesi ona yemek yedirirken, hadi bana da ver dediğinde ona da - belki canı çekmiştir diye- ekmek kırıntısı vs yedirmek
- birisi hahahaha diye vurgulu şekilde güldüğünde karşılık olarak aynı şekilde hahaha demek
Fotoğraflar daha sonra...
6 Mayıs 2013 Pazartesi
İştar Hanımla Bu Haftasonu
Akşam 9 civarı uykuya dalan kızımla hafta içleri ancak bir kaç saat vakit geçirebildiğim için olsa gerek, hafta sonlarını iple çekiyorum. İki gün kızımla bana ait. Onu istediğim kadar öpebilirim,koklayabilirim, birlikte yerlerde yuvarlanabiliriz, suratının aldığı komik şekillere bakıp gülebilirim;uykuya dalışını izleyebilirim, hatta birlikte uyuyabiliriz,yeni bir şeyler öğretebilirim, beraber yürüyüşe çıkabiliriz, gelen geçen diğer bebeklere sarkabiliriz ve daha bir sürü şey...Elbette babamız da genellikle bu aktiviteler sırasında bizimle oluyor.
Bu hafta sonu da düzen bozulmadı ve üç kişilik çekirdek ailemiz hep beraberdik.
Cumartesi geçen haftaki gibi yine Çeşme'ye uzanıp, teknemizi kolaçan etmeye gittik.Aslında niyetim İştar'ı annemlerde bırakıp,rahatça içeriyi adam akıllı temizleyip, koltuk kılıflarını evde yıkamak için söküp,kamaralara çarşaf sermek için ölçü almak filandı ama bir şekilde olaya İştar'ın Memo dayısı, amcası ve bir arkadaşı dahil olunca iş "en iyi tekne arkadaşın teknesidir" durumuna döndü.
Ve maalesef şunu da öğrendim ki,İştar yürümeyi öğrenmeden tekne seyahati cidden çok zor. Hatta esasen İştar yürümeyi öğrenmeden genel olarak seyahat çok zor.Çünkü İştar artık sabit bir şekilde kuzu kuzu kucakta durmuyor,genel olarak onu mutlu eden tek şey içinde bir kaç oyuncak olan genişçe bir alanda emeklemek, bir şeylere tutunup ayağa kalkmak, etrafı keşfetmek. Ancak 32 feetlik bir yelkenlide bunu yapması neredeyse imkansız. Bir kere teknemiz yelkenli olduğu için form olarak dar,yani emekleyecek bir salon- salomanje durumumuz yok;üstelik henüz içeriye bir hanım eli değmediği için göreceli olarak rahat bir anne olan ben bile İştar'ın herşeyi ellemesinden rahatsız oldum.Sağa sola fare için serpiştirilmiş fare zehirleri de cabası! Yani özetle geçen Cumartesi tekne keyfi yapıldı yapılmasına ama keyfi yapanlar babamız ve diğer misafir beyler olurken, ana kız vaktimizin çoğunu aşağı katta geçirdik. Arada İştar'ı havuzluğa çıkardım elbette ama denize girmedikten sonra doğrusu daracık yerde çocuğu tutmanın da bir anlamı yok. Muhtemelen yanımızda başka minik misafirler -ve anneleri- olursa yada Sakız'a filan geçersek ancak İştar'ın teknede olmasının bir manası olacak. Yoksa yazın tekneyle çıktığımız günlerde sanırım İştar hanım, anneanne-babaanne evinde takılacak, ki doğrusu da bu bence.Öbür türlüsü zorlama ve hatta çocuğa işkence olacak gibi. Nitekim, dar alanda kısa paslaşmalar yaşadığımız Cumartesi günü, İştar ana kamaranın yatağında yuvarlanırken teknenin isminin yazılı olduğu etiket eline geçti ve bir şekilde onu gözüne sokmayı becerdi. E baya da ağladı tabi! Üstelik gözü de kızardı.
1 saat sonra da kucağımda haklı olarak mızıldanırken birden tos diye kafasını göğsüme geçirdi ve maalesef kolyemin çıkıntılı kısımları henüz kel olan kafasını çizdi! E bir posta da öyle ağladı. Tekneden nihayet indiğimizde ise İştar'ın ağlamaktan gözleri kızarmış, sümükleri akıyordu!
Neyse ki dönüşte bir şeyler atıştırmak için uğradığımız Yusuf Usta'da ilk defa bulgur, patlıcan musakka gibi lezzetlerle tanıştı, etraftan bolca ilgi gördü de kendine geldi!
Pazar ise babamızın üniversiteden bir grup arkadaşıyla dahil olduğu Marmariç köyünde (namı diğer Permakültür enstitüsü) arkadaşlar arası Hıdrellez etkinliklerine katılmak için kendimizi Kemalpaşa'nın dağ yollarına vurduk. Çoluk çocuk tüm çekirdek ekip oradaydı ve etrafta bir sürü çocuk olduğu için İştar Hanım'ın keyfine diyecek yoktu doğrusu!Bütün gün emekledi,oynadı, etrafa sataştı, babasıyla fotoğrafta görülen aparata binip Greenpeace Türkiye Başkanı Uygar, eşi Oya ve diğer köy ahalisiyle yürüyüşe çıktı, köpek sevdi, tavuk kovaladı.
Bu hafta sonu da düzen bozulmadı ve üç kişilik çekirdek ailemiz hep beraberdik.
Cumartesi geçen haftaki gibi yine Çeşme'ye uzanıp, teknemizi kolaçan etmeye gittik.Aslında niyetim İştar'ı annemlerde bırakıp,rahatça içeriyi adam akıllı temizleyip, koltuk kılıflarını evde yıkamak için söküp,kamaralara çarşaf sermek için ölçü almak filandı ama bir şekilde olaya İştar'ın Memo dayısı, amcası ve bir arkadaşı dahil olunca iş "en iyi tekne arkadaşın teknesidir" durumuna döndü.
Ve maalesef şunu da öğrendim ki,İştar yürümeyi öğrenmeden tekne seyahati cidden çok zor. Hatta esasen İştar yürümeyi öğrenmeden genel olarak seyahat çok zor.Çünkü İştar artık sabit bir şekilde kuzu kuzu kucakta durmuyor,genel olarak onu mutlu eden tek şey içinde bir kaç oyuncak olan genişçe bir alanda emeklemek, bir şeylere tutunup ayağa kalkmak, etrafı keşfetmek. Ancak 32 feetlik bir yelkenlide bunu yapması neredeyse imkansız. Bir kere teknemiz yelkenli olduğu için form olarak dar,yani emekleyecek bir salon- salomanje durumumuz yok;üstelik henüz içeriye bir hanım eli değmediği için göreceli olarak rahat bir anne olan ben bile İştar'ın herşeyi ellemesinden rahatsız oldum.Sağa sola fare için serpiştirilmiş fare zehirleri de cabası! Yani özetle geçen Cumartesi tekne keyfi yapıldı yapılmasına ama keyfi yapanlar babamız ve diğer misafir beyler olurken, ana kız vaktimizin çoğunu aşağı katta geçirdik. Arada İştar'ı havuzluğa çıkardım elbette ama denize girmedikten sonra doğrusu daracık yerde çocuğu tutmanın da bir anlamı yok. Muhtemelen yanımızda başka minik misafirler -ve anneleri- olursa yada Sakız'a filan geçersek ancak İştar'ın teknede olmasının bir manası olacak. Yoksa yazın tekneyle çıktığımız günlerde sanırım İştar hanım, anneanne-babaanne evinde takılacak, ki doğrusu da bu bence.Öbür türlüsü zorlama ve hatta çocuğa işkence olacak gibi. Nitekim, dar alanda kısa paslaşmalar yaşadığımız Cumartesi günü, İştar ana kamaranın yatağında yuvarlanırken teknenin isminin yazılı olduğu etiket eline geçti ve bir şekilde onu gözüne sokmayı becerdi. E baya da ağladı tabi! Üstelik gözü de kızardı.
1 saat sonra da kucağımda haklı olarak mızıldanırken birden tos diye kafasını göğsüme geçirdi ve maalesef kolyemin çıkıntılı kısımları henüz kel olan kafasını çizdi! E bir posta da öyle ağladı. Tekneden nihayet indiğimizde ise İştar'ın ağlamaktan gözleri kızarmış, sümükleri akıyordu!
Neyse ki dönüşte bir şeyler atıştırmak için uğradığımız Yusuf Usta'da ilk defa bulgur, patlıcan musakka gibi lezzetlerle tanıştı, etraftan bolca ilgi gördü de kendine geldi!
Outdoorcu babamızın en sevdiği taşıma gereci! |
Bütün kızlar toplandık! |
Fotoğraftaki Marmariç çocukları (soldan sağa): Leyla,Ayşegül,Su ve kucağında İştar, Ezel,Can ve kucağında kardeşi Rüya, Ali, Tibet. |
Gelecekte iyi arkadaş olmalarınıı ümit ettiğim Ayşegül ve İştar... Ayşegül şu an 19 aylık.Kızları kucaklayan da Ayşegül'ün babası Yasin. |
Speedy Gonzales İştar
Nanosaniye: İştarın bezini değiştirmek için onu yatırmamla ,kalkıp emekleyerek kaçması arasında geçen süre
10 km/saat: İştarın ortalama emekleme hızı
5 km/saat: İştar'ın ortalama sıralama hızı
Salise: İştarın otururken tutunarak kalkıp koltuğun üzerindeki herhangi bir cisme abanması arasında geçen süre
10 saniye: İştar'ın bir yere tutunmadan kendi kendine ayakta durabildiği periyod
1 dakika. İştar'ın sıkılmadan bir kitabın resimlerini incelediği süre
3 dakika: İştar'ın uyku öncesi mamasını içerken uykuya dalış süresi
3 dakika: İştar'ın uyku öncesi mamasını içerken uykuya dalış süresi
10 dakika: İştar'ın bir öğününü yiyip bitirdiği süre
30 dakika: İştar'ın banyo keyfi
3 saat 30 dakika: İştar'ın toplam ortalama gündüz uykusu
3 saat: İştar'ın birşey yemeden durabildiği süre
9 saat: İştar'ın -genellikle kesintisiz- gece uyuduğu toplam süre
9 ay,3 hafta, 1 gün: İştar'ın doğup ,bizim kızımız olduğu süre
18 ay, 4 gün: İştar'ın varlığını ilk öğrendiğim andan şimdiye kadar geçen süre.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)