Ve gelelim İştar kızımla Londra rutumuza..
Maalesef bu planların bazılarını ya yapamadık ya da şöyle bi cee deyip kaçmak zorunda kaldık.
Çünkü maalesef seyahatte en istemediğimiz şey başımıza geldi: İştar ateşlendi..Öyle bi ateş ki,termometrenin ekranında 40 derece yazdığını bile gördüm hayatta ilk defa. Ateşi 39 dereceyken tir tir titrediğini de gördüm;baygın yattığını da,ağız dolusu kustuğunu da ..
Esasen bu geziye "hastalık" resmen damgasını vurdu, zira gidişimizden bir gün önce benim boğazlarım öyle bir şişti ki,kendi tükürüğümü dahi yutamıyordum. Nasıl bir işkence ancak yaşayan bilir. İştar zaten geçmeyen öksürüğünden dolayı antibiyotik, 2 çeşit şurup ve hafif astım tedavisi için toz bir ilaç kullanıyordu ama açıkçası eskiye göre bir hayli düzelmişti. En ufak bir sıkıntımız olsaydı asla bu seyahate çıkmazdık, o konuda çok prensipliyimdir.
Tatilimizin ikinci gününden son gününe kadar İştar'ın alnında ateş düşürücü ped, bizim elimizde 5 dakikada bir ölçüm yaptığımız termometre, çantamız ilaçla dolu, mütemadiyen kusuk temizleyerek gezdik durduk. Ha ne anladık derseniz, valla ben İştar için endişe etmekten ve kendime kızmaktan pek de bişi anlamadım, üstelik dönmeden bir gün önce ateşi tavan yapıp da çaresiz kalınca İştar "her majesty's" sağlık sistemiyle tanışmış oldu.Hastanelik olduk!
2 Nisan
Buz gibi bi Londra sabahında önce Buckingham Palace yakınlarında oturan eşimin okuldan bir arkadaşına sabah kahvaltısına gittik.Oradan otobüse atlayıp ilk durağımız British Museum'a yollandık.Londra'da pek çok müze ücretsiz, o yüzden kuyruk olmaz diye düşünmeyin, özellikle hafta sonları inanılmaz sıra oluyor.Blogumu takip edenler müzelere düşkünlüğümü bilir. İşte bunun en iyi tatmin edilebileceği yerlerden birisi de burası.İştar'ın da artık hoşuna giden şeyler oluyor müzelerde, en kötü ihtimalle arkadaş ediniyor.Müzede bana kalsa tüm günümü geçirirdim ama İştar'la bi yere kadar tabi. 2 saat sonra çıkmak zorunda kaldık. Biraz daha büyüyünce kızımla doya doya gezeceğim müze anlarını iple çekiyorum.
Müzeden sonra yolda giderken gördüğümüz ama her zamanki gibi nokta atışı yaptığımız harika bi çocuk restoranına gittik, şiddetle tavsiye ederim: Rain Forest Cafe. Burada her şey çocukların eğlenmesi, büyüklerin de para harcaması üzerine kurulu..İştar bu restoranla ilgili her şeye ama her şeye bayıldı, en çok da masaları dolaşıp resim çektiren Cha Cha isimli dev kurbağaya! Hatta o kadar ki, Cha Cha için özel bir resim yaptı ve tutturdu bunu Cha Cha'ya gösterelim mi anne diye..Cha Cha kostümündeki arkadaşın da mesaisi bitmiş sanırım,en son onu bi odaya girerken gördüm. Neyse ki umudu kestiğimiz bir anda tekrar ortada dolanmaya başladı da hemen yanına koşturduk.
Restoranın olduğu cadde,Shaftesburry Avenue üzerinde, burada da dünya kadar mağaza vs var. Çıkışta direk cadde üzerinden yürümeye devam ettik , M&M mağazasına daldık, İştar'ı her yere serpiştirilmiş M&M kutularına saldırmaktan zor alıkoydum.
Oradan Covent Garden bölgesine geçtik. Burası da bol miktarda cafe, mağaza olan bir yer.Ve Londra'dan ilk kazık alışverişimizi yaptık:80 TL'ye aha şu plastik balerini aldık.
Amy Winehouse'un orada evi olmasından mütevellit bendeki imajı "keşlerin mekanı" olarak kalan Camden Town'a da bir baktık tabi.Etrafta bir dolu harbi keş kılıklı kızlar oğlanlar gördük,ikinci el kıyafet satan mağazalara falan bakındık ama İştar için ilgi çekici pek bir şey yoktu o yüzden belli bir saatten sonra döndük.
3 Nisan
Sabah benim müze merakımı Tate Modern'da tatmin ettikten sonra South bank bölgesinde gezinmeye başladık. Burası London Eye, Aquarium vs gibi turist atraksiyonlarının bol olduğu bir bölge. "Oha amma pahalıymış" nidalarıyla her gördüğümüz atraksiyondan geri döndük tabi.Maalesef İştar'ın yükselen ateşi, yanımızda Londra'da yaşayan bir başka arkadaş vs olunca günümüz şöyle bir bakınıp geçme şeklinde oldu.
4 Nisan
Gece doğru dürüst uyumadan sürekli İştar' ın ateşini kontrol edip durdum, hatta dönüş uçağı da baktık ama maşallah mil kontenjanı kalmadığı için bilet 3 katına geliyordu.Sabah ateş vs düşünce, hemen Hyde Park bölgesine el atalım, hayvanat bahçesine gidelim,meşhur Natural Science Müzesine bakalım diye eldeki listeden kalan günlerimiz için plan yapmaya başladık hevesle. İlk durağımız Notting Hill semti oldu..Hani şu meşhur filmin geçtiği yer.Oradan biraz ilerleyince Portobello semtine ve meşhur bit pazarına baktık ve Science Müzesine geçtik (çünkü Natural History müzesinde anormal bir kuyruk vardı).Biraz gezindik, bakındık derken İştar'ın alnının yine ısındığını ve aynı zamanda titrediğini fark ettim.Ne olduğunu anlamadım bile. Anne ben iyiyim diyor ama dudakları da hafif mor gibi.Hadi yemek yiyelim dedik, yolculuğun en başından beri olduğu gibi hiç bir şey yemedi yine.Elimi İştar'ın alnına koydum ve bomba: cayır cayır yanıyor çocuk! Termometreyle ölçtüm ve 40 dereceyi ilk defa ekranda gördüm.Hemen koşarak bi taksiye atladık ve en yakın hastaneye koştuk.
İngiltere Sağlık Sistemine Hoş geldin İştar
Hastanenin çocuk bölümünden acil girişi yaptık.O sırada İştar verdiğim Ibufen'in etkisiyle kucağımda baygın yatıyordu.Girişimiz acil oldu ama herhangi bir hemşireyle muhatap olmak için içeri çağrılmamız neredeyse 1 saat sürdü.Neyse ki bekleme odasını geniş,temiz ve bol oyuncaklı yapmışlar, bizdeki özel hastaneler ayarındaydı her şey.Filipinli hemşire bizi içeri aldı, ateş ölçtü, birazdan Calpol verin dedi.Ateşi 38 çıktı tabi daha yeni ilaç aldığı için.E dedik hemşire teyzem, doktor bizi ne zaman görücek? Bu ateş 2 gündür düşmüyor, ardında başka bir şey olmasın? Bekleyin,sizi çağırırlar dedi. Ve başladık klinik koridorunda beklemeye..
Yaklaşık 1,5 saat kadar sonra ulen bizi unuttu bu İngilizler deyip resepsiyona koştum.Yavrumu doktor ne zaman görecek unuttunuz bizi diye çemkirmeye hazırlanırken, İngilterede hemşirenin ilk müdahelesinden sonra doktora görünme mertebesine erişmek için bekleme süresinin en az 2 saat olduğunu bildirdiler bana.Hemen komputerden vaziyete bakıldı: İştar doktor için 7.sıradaydı. Hesapladım, 1 saati daha beklememiz gerekiyordu.Tabi çocuğu gurbet ellerde hastalanmış acılı Türk anası hemen ne yapar? Çocuğun Türkiye'deki doktorunu cepten zart zart arar! Doktorumuz Hayim beye durumu özet geçtim, ne yapalım diye sordum.O da hemşirenin söylediklerinin aynısını söyledi; günde 3 kere Ibufen, 4-5 saatte bir Parasetamol. Ne kadardır orada beklediğimizi sordu, " ayyy allah kahretsin bunları" diye söze başlayıp ıncık cıncık her şeyi anlattım." Vaah vaah bi de medeniyetin beşiği derler, o kadar saat beklenir mi,cık cık " yaptı doktorumuz, rahatlamış şekilde telefonu kapattım.
İştar anons edildi,doktorun huzuruna çıktık.Doktorumuz orta yaşlı olmasına rağmen sanki stajını daha yeni tamamlamış gibi görünen bir Paki teyze..İştar'ın muayenesinden ziyade bilgilerini kayıt etmekle daha fazla vakit geçirdi, çocuğun ağzını açıp boğazına bakamadı,tahta spatulayı fazla sokunca çocuğu kusturdu sonra da " hmm bu bir viral enfeksiyon, kendi kendine geçecektir.Zaten antibiyoktik kullanıyormuşsunuz, Parasetamol-Ibufen ikilisine devam" dedi.
Hastaneden çıkmadan gişedeki görevliye " bi borcumuz var mı ağam" diye sorduk, yokmuş, beleşmiş.
Allah beterinden korusun tabi ama şu anda İştar UK Healthcare System'a resmen kayıtlı.Bizim durumumuz benim paniklemem hariç çok da acil bir şey değildi ama umarım böyle olduğu için bu kadar uzun beklemişizdir..
5 Nisan-Eve Dönüş
İlaç destekleriyle ateşi iyice kontrol altına aldığımız için önceki günlerdeki sıkıntıları yaşamadan, sabah Natural History Museum'a gidip güzelce bir gezdik.Özellikle çocuğunuz 6 yaş ve üzeriyse şiddetle tavsiye ederim, harika bir yer.Oradan valizle beraber hava alanına gittik ve dönüş uçağına bindik. İştar'ın keyfi artmış,ateşi bir hayli azalmıştı. İzmir'de yaşadığımız için İstanbul aktarmalı her uçuşta olduğu gibi 4 saat sürecek iş, yarım gününü alıyor insanın. Gece 1:30 İzmir uçağına binmek için hava alanında beklerken şaka gibi bir şey oldu.Uçak dahil hiç bir yerde hiç bir şey yemeyen İştar hanım, 3 kase düğün çorbası ve sayısız salatalık,havuç vs yedi .4 gündür zar zor kaka yapan çocuğun bağırsakları memleket topraklarına gelince mesaisine başladı ve İzmir'e vardığımızda İştar'ın hastalığından eser bile yoktu.Ertesi gün pür neşe okuluna gitti, bize de hiç bir şey anlamadığımız böyle bir Londra seyahatı anısı kaldı geriye..
İştar hala Cha Cha diye sayıklıyor,anne İngiltereye gidelim diyor..Ne mutlu böyle güzel anıları biriktirebilmiş olması..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder