Okul, soğuk hava, geç saatte okuldan eve gelmeler derken doğal olarak hafta içi İştar' ın hayatı aşırı rutin geçiyor. Zaten en erken 18:15 gibi eve geliyor,yemek saati 19:30. Eğer akşam bir yerlere gitmeyeceksek (ki gitmemek daha doğru, bu sefer uyku düzeni aşırı şaşıyor) , biraz oyun, kostüm giy çıkar, banyo, yemek vs derken bir bakıyorum hoop saat 21:15 olmuş.
Bu bizim yatma borumuzun öttüğü saat.Ha uyuma borumuz ancak 22:30 civarı ötüyor, o ayrı!
Son dönemlerde İştar'ın akşam aktivitelerine müziği de ekledik.
Geçen yıl anaokulu şarkıları öğrenicez diye her ay iyi paralar bayıldığımız popüler müzik kursu,bu sene aniden bi ivme kazandı.Bir kaç hafta içinde nota okumaya ve hatta çalmaya geçtik.Öğretmenimiz bizden bir metalofon (ksilefon) almamızı istedi.Şu an 3 notalı şarkılar üzerinde çalışıyorlar ve hepi topu yarım saatlik derste ne öğretmenin çocuklarla birebir ilgilenmesi mümkün, ne de çocukların anında olup biten şeyleri kavrayıp öğrenebilmesi.Ben bile çoğu zaman mal mal bakarken buluyorum kendimi.Her ders en az 2-3 yeni kavram öğreniyorlar, dolayısıyla ödevlerimizi yapmazsak ipin ucu kaçacak gibi.
İşin esası önümüzdeki sene için de hazırlık olacak bu durum, iyi kötü İştar'ın da ödevleri olacak çünkü.
İştar ödev konusunda şu an aşırı disiplinsiz.Henüz 4,5 yaşında, oturup ödev yapmak için gerekli bilişsel süreçlerden geçmedi daha.Ancak bir müzik aletinin belli tuşlarına basarak,bilinçli şekilde müzik üretmenin keyfine varmasını sağlamak lazım İştar'ın. Müziğe yeteneği olsun olmasın, müzikten bilinçli şekilde keyif alan bir insan olsa bile yeterli benim için.
Bu hafta Cuma akşamı İştar'ın gruplarına yeni dahil olduğu ama birlikte olmaktan inanılmaz mutlu olduğu Sade ve Mavi ile birlikteydi.Gece 1'de hala oynuyorlardı.Birlikte sanki doğum günü kutlaması varmış gibi pastaya mum yakıp üflediler. Sade ve Mavi ,İştar'dan yaklaşık 9 ay büyükler ama birlikte çok güzel oynuyorlar. Hatta Sade, İştar'la beraber paten derslerine de başladı. Sade'nin de ikiz kardeşleri var ve Ayşe'den 1 ay küçük.O yüzden bebekli çocuklu buluşmaları ailecek biz de çok seviyoruz. Kızlar oyun oynarken, bebişler de kendi aralarında sosyalleşiyorlar- yani birbirlerinin oyuncaklarını ağızlarına sokuyorlar -
Cumartesi müzik kursundan sonra, bir doğum günü partisine davetliydik.Yolda ufak tefek alışverişler yaptıktan sonra parti alanına vardık. İştar, bu aralar bana aşırı düşkün, daha önce anlatmıştım. Fakat durumun ciddiyetini ancak bu hafta kavrayabildim. Her taraf hediye, balon, animatör ve İştar'a normalde asla vermediğim muzur gıdalar doluyken,İştar ne yaptı dersiniz? Partinin ilk 1 saatinde resmen bana yapıştı! Sürekli yanıma gelip,ya kucağıma oturdu, yada ağlaya ağlaya birilerini bana şikayet etti.Bana düşkün olmasının yanı sıra, aslında doğum günü çocuğunun bizim sık görüştüklerimiz arasında olmaması ( yanni kimin doğumgünü ki bugün sendromu), bu aralar kuzeniyle de az görüşüyor olması ve görüşseler de birlikte oynamaktan çok tv seyretme ve bireysel takılma boyutunda olmaları ( Zeynep 6 yaşında,İştar 4,5 ve kesinlikle iki yaş grubu arasında dağlar kadar fark var),kuzeninin son doğum gününde kendini biraz dışlanmış hissetmesi ( 6 yaş ve üzeri kız çocuklarının biraz kötücül olması nedeniyle partideki bir kaç kız İştar'la oynamak istememişti) İştar'ın bu davranışlarının altında yatan diğer sebepler.
Bu faktörlerin olmadığı durumlarda da İştar yine bir bahaneyle yanıma geliyor ama..Oturup düşündüğümdei birden parçalar birleşti gözümün önünde.
İştar'ın bu aralar keşfettiği duygusal durum aslında " dışlanmışlık hissi"
"Oyun kurdular, beni almadılar".
"x benimle oynamıyor"
"y, sen git dedi bana"
Bu cümleler şu sıralar İştar'ın ağzından sık duyduğum konu başlıkları. Dikkatimi çekiyor ve gözlemdeyim. İştar yapı olarak aslında hassas,içli bir çocuk. Daha küçük yaşlarda, oyuna alınmadığı zaman direkt kafa göz girerdi.Zamanla büyüdü ve bu tip sosyal engellerle karşılaştığında verdiği tepki artık içe kapanma ( gruptan ayrılıp, kenarda durma) yada ortamda ben varsam hemen koşup şikayetçi olma.Okulda da aynı şeyleri yapıyor mu bilmiyorum.Soramıyorum da.
Offf maalesef öğretmeni çok tecrübesiz bir kız,bu tip psikolojik tahlilleri yapacak durumda değil.
Okulun pedagogu da var ama İştar özelinde yardım alabileceğimi hiç sanmıyorum.100 tane çocuk var okulda.Kadının hakim olduğu çocuklar ancak sorunlu olanlardır.Diğerleriyle ilgili velilere yaşa göre genel geçer bilgiler verip geçiştirir.
Oysaki İştar'ın şu an içinden geçtiği bu duygu durumu, ilerideki tüm yaşantısını etkileyecek boyutlara da gelebilir.Ben bu süreci önemsiyorum ve bir kaç defa daha benzer şeyler gözlemlersem, bir uzman yardımı almayı düşünüyorum.
Çocuğun öncelikle duygusal gelişimi önemli.Bana göre bir insanın hayattaki en büyük başarısı sağlıklı ve sevgi odaklı sosyal ilişkiler kurabilmiş olması.Buradan kastım çok geniş arkadaş çevresi vs bile değil, bu ancak bir sonuç olabilir.Sosyal ilişki dediğimiz şey o kadar geniş kapsamlı ki. Anneannesiyle, kuzeniyle, amcasıyla, sınıf arkadaşıyla, annesinin arkadaşıyla, öğretmeniyle, kısacası hayatında karşısına çıkan herkesle kurduğu 1 dakikalık yada bir ömür boyu sürecek insanı interaksiyondan bahsediyorum.
Komşu teyzeyi gördüğünde "günaydın,nasılsınız" demeyi akıl edebilen,eve misafir geldiğinde" hoş geldiniz" cümlesini içinden geldiği için, gerçekten o kişiyi önemsediğini göstermek istediği için söyleyen, kendinden yaşça küçüklere sevgi dolu davranan,sorunlara kavga yada şikayet değil çözüm odaklı yaklaşan, arkadaş canlısı,insan sever, gülümseyen, mutlu olmak için dış etkenlere ihtiyaç duymayan bir çocuk yetiştirmek benim hayalim. Böyle bir insan hangi üniversiteden mezun olmuş olursa olsun meslek hayatında başarılı olur,Bu insan iyi bir evlilik (bundan kastım elbette mutlu olacağı bir evlilik) de yapar.Çok güzel yada çok akıllı olmasına hiç gerek yok.
İştar, bir şekilde hayatın ona getirebileceği tüm dalgalara karşı dayanıklı bir gemide olmalı ve bunun da temelleri 0-6 yaşta atılıyor aslında.Herkes özgüven özgüven diyor ya, hah işte İştar, alınmadığı o oyunu dert etmeyecek kadar öz güvenli olmalı ve karşılaştığı sosyal sorunlara bir şekilde çözüm üretebilmeli..Dışlandım deyip demoralize olmak yada koşa koşa bana sığınmak yerine,arkadaşlarının o oyunu bırakıp, kendisinin kuracağı çok daha ilginç, yeni bir oyunu oynamasını sağlayacak kadar "cingöz" bir çocuk olması, ileri hayatında yapacağı en büyük yatırım aslında.BU konu önemli, daha çok araştıracağım. Zaten bu sıralar bol bol Özgür Bolat izliyorum youtubeda.
Neyse ya, ne çok yazdım.Ve woww nereden nereye geldik İştar'ın bloğunda. İlk dişi çıktı, altına çiş yaptılardan ,derin psikolojik çözümlemelere geçtik artık. Bir insan büyütmek ne kadar keyifli bir yolculuk..
6 Aralık 2016 Salı
2 Aralık 2016 Cuma
4,5 Yaşında Yabancı Dil Eğitimi
Baştan söyliyeyim: hırslı "Türk" anne babaların, eğer bu meslekleri değilse, çocuğa bildikleri yabancı dili öğretmeye çalışmalarını, hatta abartıp çocukla İngilizce vs dilde konuşmalarını komik ve özenti bulurum. Çoğunda, bizim yaş grubumuza özgü anadolu lisesi- kolej İngilizce aksanı vardır. Gözüm kapalı Türk'ün İngilizcesini ayırt ederim.Cem Yılmaz'ın gösterisinde çok güzel anlattığı gibi,gramer bilgimiz uçsuz bucaksız, pratiğimiz ise bir hayli sallantıdadır. Alt yazıları olmadan dizi yada film bile izleyemez pek çoğumuz ama genel olarak etrafımızdaki insanların çoğu İngilizce' yi Türkiye ortalamasının üzerinde bilir. (Bu arada ben sadece İngilizceyi iyi bildiğim için bu şekilde örnek veriyorum, Frankafon ve Almancacılara saygılar).
Uzun yıllarını yurt dışında geçirmiş çok az sayıda insan ise aksansız şekilde konuşmayı başarıyor.Ha durum böyle ise, çocukla İngilizce konuşmakta sakınca yok elbette.
İştar 3 yaşına bastığı yaz, evimize yakın küçük bir anaokuluna gitti.Okulun nüfusu azdı o yüzden sınıflar karma. İştar 2 ay boyunca 5-6 yaş grubuyla İngilizce dersleri aldı ve her gün farklı bir İngilizce şarkıyla giderdik evimize.Hani o yaşta birisi adamakıllı uğraşsaydı İştar şu anda orjinal dilinde izlerdi çizgi filmleri.Çünkü beyin küçük yaşlarda o derece sünger, o derece hızlı.
4 yaş itibariyle yeni başladığı okulunda ,her gün İngilizce dersi var dedikleri için İştar' ın dil öğrenme sürecine müdahil olmadım ve bir yılımız böyle geçti. Arada çok basit bir kaç soru sordum- cevaplayamadı. Derken o 3 yaşında öğrendiği kavramları da unutuverdi.
1 yıl içinde 3-5 yeni kelime ve "how are you " sorusunun cevabı dışında bir şey öğrenmediler. Yaz geldi ve İştar ile aynı yaşta bir arkadaşının şakır şakır İngilizce konuşabildiğini, tüm çizgi filmleri İngilizce izlediğini gördüm.Babası çocukla doğduğundan beri genellikle İngilizce konuşuyormuş eyvallah ama beni asıl şaşırtan " zaten okulda kapıdan içeri girdikleri anda İngilizce konuştukları için mecburen bilmesi gerekiyordu" demeleri.
Yani böyle ana okulları var.
Peki bizim İzmir'de neden yok?
Bazı okullarda ana dili İngilizce olan öğretmenler var ama sistem bunun üzerine değil.Oysa çocuğa belli bir yabancı dili öğretmek üzere formatlanmış,bir yandan da diğer konuların da dahil edildiği bambaşka programlar hazırlanabilir.Hatta o ayki konular hem Türkçe hem yabancı dilde öğretilebilir.
Diyorlar ki: e bu çocuklar daha Türkçe'ye hakim değil.Tam da işte bu nedenden o boşluğu çok kolay doldurabiliriz çünkü her şey taze ve tabula rasa (yani boş masa)!
Bir arkadaşım bana basit İngilizce kitaplar hediye etti İştar'a okumam için. Bu ay bir gün Türkçe, bir gün İngilizce kitap okuyorum.Bendeki kitapların kimisi çok giriş seviyesinde, İştar'ın rahatça takip edebileceği gibi, bazıları da bir hayli kompleks.Ama anlasın anlamasın okumaya devam ediyorum.Bu yaptığımın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum ama kendi haline bırakırsam hiç bir şey öğrenemeyecek! Hedefim 2017 yılında İştar'a eni konu sağlam bir İngilizce altyapı hazırlamak.Anaokulunda birazcık olsun öğrendiği Almanca'sını da youtube videolarıyla desteklemek.Onu da unutsun istemiyorum.
İlerisi için, çok ciddi bir sorun yaşamadığımız sürece İştar'a evde ödev yaptırmak,okuldaki derslerini takip etmek gibi bir niyetim yok.Bana ne, onu okuldaki öğretmeni düşünsün, onun sorunu.Ama en azından bir yabancı dili çok iyi konuşuyor ve anlıyor olmasını garantilemem gerekiyor.Dil o kadar somut ve yaşamın içinde bir şey ki.Her an her şekilde lazım.Ve İngilizcen (yada başka bir dil) az ise,aslında vizyonun o kadar dar ki. Bunu İştar'ın gittiği okul veremiyorsa,o zaman ben devreye girmek zorundayım. İştar'ın dil öğrenmesi için şimdi en iyi zaman, hatta geç bile kaldım.Bakalım nereye geleceğiz 1 sene içinde.
Uzun yıllarını yurt dışında geçirmiş çok az sayıda insan ise aksansız şekilde konuşmayı başarıyor.Ha durum böyle ise, çocukla İngilizce konuşmakta sakınca yok elbette.
İştar 3 yaşına bastığı yaz, evimize yakın küçük bir anaokuluna gitti.Okulun nüfusu azdı o yüzden sınıflar karma. İştar 2 ay boyunca 5-6 yaş grubuyla İngilizce dersleri aldı ve her gün farklı bir İngilizce şarkıyla giderdik evimize.Hani o yaşta birisi adamakıllı uğraşsaydı İştar şu anda orjinal dilinde izlerdi çizgi filmleri.Çünkü beyin küçük yaşlarda o derece sünger, o derece hızlı.
4 yaş itibariyle yeni başladığı okulunda ,her gün İngilizce dersi var dedikleri için İştar' ın dil öğrenme sürecine müdahil olmadım ve bir yılımız böyle geçti. Arada çok basit bir kaç soru sordum- cevaplayamadı. Derken o 3 yaşında öğrendiği kavramları da unutuverdi.
1 yıl içinde 3-5 yeni kelime ve "how are you " sorusunun cevabı dışında bir şey öğrenmediler. Yaz geldi ve İştar ile aynı yaşta bir arkadaşının şakır şakır İngilizce konuşabildiğini, tüm çizgi filmleri İngilizce izlediğini gördüm.Babası çocukla doğduğundan beri genellikle İngilizce konuşuyormuş eyvallah ama beni asıl şaşırtan " zaten okulda kapıdan içeri girdikleri anda İngilizce konuştukları için mecburen bilmesi gerekiyordu" demeleri.
Yani böyle ana okulları var.
Peki bizim İzmir'de neden yok?
Bazı okullarda ana dili İngilizce olan öğretmenler var ama sistem bunun üzerine değil.Oysa çocuğa belli bir yabancı dili öğretmek üzere formatlanmış,bir yandan da diğer konuların da dahil edildiği bambaşka programlar hazırlanabilir.Hatta o ayki konular hem Türkçe hem yabancı dilde öğretilebilir.
Diyorlar ki: e bu çocuklar daha Türkçe'ye hakim değil.Tam da işte bu nedenden o boşluğu çok kolay doldurabiliriz çünkü her şey taze ve tabula rasa (yani boş masa)!
Bir arkadaşım bana basit İngilizce kitaplar hediye etti İştar'a okumam için. Bu ay bir gün Türkçe, bir gün İngilizce kitap okuyorum.Bendeki kitapların kimisi çok giriş seviyesinde, İştar'ın rahatça takip edebileceği gibi, bazıları da bir hayli kompleks.Ama anlasın anlamasın okumaya devam ediyorum.Bu yaptığımın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum ama kendi haline bırakırsam hiç bir şey öğrenemeyecek! Hedefim 2017 yılında İştar'a eni konu sağlam bir İngilizce altyapı hazırlamak.Anaokulunda birazcık olsun öğrendiği Almanca'sını da youtube videolarıyla desteklemek.Onu da unutsun istemiyorum.
İlerisi için, çok ciddi bir sorun yaşamadığımız sürece İştar'a evde ödev yaptırmak,okuldaki derslerini takip etmek gibi bir niyetim yok.Bana ne, onu okuldaki öğretmeni düşünsün, onun sorunu.Ama en azından bir yabancı dili çok iyi konuşuyor ve anlıyor olmasını garantilemem gerekiyor.Dil o kadar somut ve yaşamın içinde bir şey ki.Her an her şekilde lazım.Ve İngilizcen (yada başka bir dil) az ise,aslında vizyonun o kadar dar ki. Bunu İştar'ın gittiği okul veremiyorsa,o zaman ben devreye girmek zorundayım. İştar'ın dil öğrenmesi için şimdi en iyi zaman, hatta geç bile kaldım.Bakalım nereye geleceğiz 1 sene içinde.
İştar'ın Haftaiçi Bir Günü
Bu bloğu- zaman zaman kesintiler olsa da - bir şekilde sürdürdüğüm için çok mutluyum. Kimsenin okuyup okumaması da çok önemli değil, çünkü ben hem Ayşe'nin hem de İştar'ın bloglarını sadece ve sadece anı olsun diye yazıyorum.Geriye dönüp okumak o kadar eğlenceli ki.
Aslında kızlarla rutin bir günümüzü videoya da çekmek lazım. Her yıl kızlarım büyürken bu rutinler de değişiyor, eskileri unutuveriyoruz.
Hele şimdi, tam şu gün yani 2 Aralık 2016'da..İştar'ım neredeyse 4,5 yaşında; Ayşe'm de 8,5 aylık..En tatlı, en unutulmayacak zamanları tam da şimdi. Her ne kadar fazlası beni bunaltsa da, çocuklarımla geçirdiğim zamanlar kadar mutlu olduğum bir şey yok gerçekten.
Çok uykusuzum- gece boyunca en az 5 kere uyanıyorum- ve tüm planlarımı çocuklarıma göre yapıyorum, bu da otomatik olarak bazı aktiviteleri yapamamam anlamına geliyor; ama hiç mutsuz değilim.Geç yaşta anne olmanın da etkisiyle, her anın tadını çıkarmaya bakıyorum.Hatta keşke iş yerinde düzgün bir ortam olsa da hiç olmazsa Ayşe' yi götürüp, iş aralarında onunla vakit geçirebilsem..Zaman çok hızlı akıp gidiyor; Ayşe'nin de, İştar' ın da bebeklik ve çocukluk çağları bitecek; artık anne babayı istemeyen,ajandaları dolu, bağımsız ruhlu ergenlere dönüşecekler; ve eşimle biz kukumav kuşu gibi kalacağız bir başımıza, biliyorum.
İştar şu sıralar bana inanılmaz düşkün. Okuldan gelip uyuyana kadar tüm zamanını benimle geçirmek istiyor. Nereye gitsem peşimde yada tepemde.
Sabahları İştar'ı uyandırmakta çok zorlanıyorum.Hazırlanıp 8:20 gibi gelen servisine yetişmesi lazım- ki 8:20 hiç de fena bir zamanlama değil aslında.Önümüzdeki sene hangi okulda olacağını bilmiyorum ama en yakın okulun servisi bile 8:15'te geliyor, beklemeden gidiyor.Üstelik seneye bir de kahvaltı faslı olacak. Şu an işimiz çok kolay, sadece giydirip saçını yapmam yeterli.Hele ki kuzeninin gittiği okula gönderirsek- ki bu durumda imkansız- okul öncesi sınıfında 7 gibi, 1. sınıftan itibaren de 6:30'da uyanması lazım ki servise yetişebilsin.Şu anda, servisi kaçırsa bile - ki haftada minimum 2 kere oluyor bu- ya ben ya babası okuluna hemen bırakabiliyoruz,zira evle okul arası sadece 10 dakika.Ama önümüzdeki yıl için göndermeyi düşündüğümüz okul seçeneklerinin eve uzaklığı minimum 25 dakika ile şehrin diğer ucu arasında değişiyor. Yani kesinlikle servisi kaçırmak gibi bir lüksü olmaması lazım!!
Her neyse, öyle böyle, gıdık gıdık derken İştar uyanıyor, hemen giyinme faslına geçiyoruz. Hazırlanmak için genelde 10 dakikamız filan oluyor.Saç baş yapımı ve İştar'ın okul çantasının hazırlanması kısmından sonra genelde servis öğretmeni arıyor. Ayakkabılarını kendisinin giymesi için bin defa hatırlatma yaptıktan sonra, apar topar aşağıya iniyoruz ve uzun bekleyişimiz başlıyor.İnsanlar bizim kadar azimli olmadıkları için sanırım, çocuklar gecikiyor, onlar gecikince bizim de servisi bekleme süremiz artıyor.Neyse servis geliyor,İştar'ı yolcu ediyorum.
Kahvaltısını okulda yapıyor. İştar'ın gittiği okul yemek yönünden bir hayli zayıf ve maalesef İştar kahvaltıyı normalde sevmeyen bir çocuk.Dolayısıyla onu okulda motive edecek bir şey pek yok. Genelde ekmek,çok az peynir ve sütmüş İştar'ın kahvaltısı. Yumurta filan normalde yemiyor zaten. Genellikle okulda keyifli vakit geçirdiğini söylüyor öğretmeni.Benim de bu anlamda içim rahat,2 yaşından beri anaokuluna gönderdiğim için çok mutluyum.
Akşam 4 gibi dersleri bitiyor, serbest saatleri başlıyor. 5 gibi de servislere bindiriliyorlar.Buraya kadar her şey normal ama maalesef İştar'ın eve gelişi en erken 18:15 oluyor.Bunca zaman servis evle okul arasındaki 10 dakikalık yolun tüm ara yollarına girip çıkıyor ve en son İştar'ı bırakıyorlar.Sabahları da en geç İştar'ı almaları bizim için bir avantaj olsa da, özellikle bu sıralarda İştar'ı hep ya uyurken yada yarı uykulu teslim alıyoruz. Eve girdiğinde ayılması zaman alıyor ve bazen de ağlama krizlerine giriyor. Okuldan döndüğünde Ayşe'nin dil gelişimi ve iki kardeşin verimli zaman geçirmeleri adına özellikle birlikte olmalarını tercih ediyorum. Ayşe' yi hemen İştar'ın odasına koyuyoruz ama İştar tabi sağa sola kaçıp, yer değiştirip planlarımızı bozabiliyor.
Eh akşam mesai saati çıkışı gibi 18:30'da eve gelince, hedef uyku saatimiz olan 21:30'a pek de bir şey kalmıyor.Bu yüzden site arkadaşlarıyla oynatma gibi bir şeye genellikle mesafeli yaklaşıyorum. Spontan gelişen bir şey olursa da o gün İştar'ın yatması 11'leri buluyor zaten. Saat 19:30 gibi yemek anonsu yapıyorum.Okulda daha çok sebze ve karbonhidrat ağırlıklı menüler çıktığı için, akşamları et, balık,tavuklu çorba vs gibi yemekler oluyor.Bazı günler iştahsız, bazı günler 2-3 tabak yemek yendikten sonra eğer banyo günümüzse banyo, değilse anneyle oyun oynama saati başlıyor.Her gün ama her gün hedefim,İştar'ı erken bir saatte uyutmak ama bunu asla başaramadım.
Saat 9 gibi pijamalarını giydiriyorum,odasının ışığını söndürüp,gece lambasını yakıp uyku atmosferi yaratıyorum.Bir kitap seçiyoruz - şu sıralar bir gün Türkçe,bir gün İngilizce-.Kitap bitince bir kitap da İştar bize okuyor.Sonra tuvalet, sonra diş fırçalama.Sonra yatıyoruz.Ben yanına uzanıyorum ki daha çabuk uykuya geçsin diye.Saat 21:40 olmuş.İştar bir sağa bir sola dönüyor.Arada kalkıp oturuyor, sonra pat geri düşüyor.Derken su istiyor.Kalkıp getiriyorum.5 dakika sonra "anne bir daha çişim geldi" diyor,tuvalete götürüyorum.
Saat 10:15, yataktayız.Sinirlerim bozulmaya başladı, hala uyumuyor.Sorular soruyor, kendi kendine konuşuyor,sağa sola dönüyor. 10:30'a doğru benim de artık uykum gelmeye başlıyor,gözlerim kapanıyor. Veee hoppp dalıyorum..Uyandığımda saat 10:45..İştar uyumuş..
İşte bu noktadan sonra İştar artık top patlasa uyanmıyor.İster yerini değiştir,ister evde parti yap.Gece eğer kendi yatağında uyuduysa mutlaka 2-3 gibi uyanıp "anne, anne korkuyorum" diye sesleniyor.Yok benimle birlikte uyuduysa sabaha kadar kesintisiz uyuyor.
Neredeyse iki yıldır, İştar'ın kendi kendine erken saatte yatağında uyumasını sağlamak için neler denemedim ki? Stickerla ödüllendirme, tehdit,melisalı şurup vs vs...
Daha bir gece bile ben İştar'ın 21:30'da yatağında yanında kimse uzanmadan uyumasını sağlayamadım.Başlangıçta niyetler bu yönde olsa da kazanan hep İştar oldu.
Ve ben artık işi iyice saldım ve akışına bırakmaya karar verdim. Korkuyorum mu dedi,canı yanıma mı gelmek istedi?Öyle yapıyoruz. Ne yaparsam yapayım 10:30'dan önce uyumuyor mu?Kasmıyoruz, uyku hazırlık saatini de geriye çektik artık.Mücadele edilecek bir konu değil bu durum.
Ben de İştar gibiydim.Erken kalkamayan, akşamları da erken saatte uyuyamayan bir çocuktum. Okulum uzak olduğu için sabahları 7:30'da kalkmam gerekiyordu.O saatte gözümü açabilmem için 10 gibi yatardım ancak yine de 10:30'dan önce uyuyamazdım,sürekli sağa sola dönerdim. Ve buna rağmen ilk derslerde kafamı sıraya vurup uyuklardım.
Yıllar geçti,37 yaşına geldim.Hala ama hala 8'den önce uyanırsam, kaçta yatarsam yatayım; serseme dönüyorum, gece de ne kadar uykum olursa olsun 11'den önce uyuyamıyorum. Çok tanıdık değil mi :) İşte insan çocuk yetiştirirken ne kadar idealist olursa olsun, şunu hep unutuyoruz: armut her zaman dibine düşüyor.Elmadan kavun, cevizden fındık çıkmıyor.
İskandinav çocuk yetiştirme yöntemi her zaman ilgimi çekti ve baş tacı ettim ama eldeki malzeme Türkoğlu türk olunca, yapılacak şeyler de sınırlı oluyor tabi !
Aslında kızlarla rutin bir günümüzü videoya da çekmek lazım. Her yıl kızlarım büyürken bu rutinler de değişiyor, eskileri unutuveriyoruz.
Hele şimdi, tam şu gün yani 2 Aralık 2016'da..İştar'ım neredeyse 4,5 yaşında; Ayşe'm de 8,5 aylık..En tatlı, en unutulmayacak zamanları tam da şimdi. Her ne kadar fazlası beni bunaltsa da, çocuklarımla geçirdiğim zamanlar kadar mutlu olduğum bir şey yok gerçekten.
Çok uykusuzum- gece boyunca en az 5 kere uyanıyorum- ve tüm planlarımı çocuklarıma göre yapıyorum, bu da otomatik olarak bazı aktiviteleri yapamamam anlamına geliyor; ama hiç mutsuz değilim.Geç yaşta anne olmanın da etkisiyle, her anın tadını çıkarmaya bakıyorum.Hatta keşke iş yerinde düzgün bir ortam olsa da hiç olmazsa Ayşe' yi götürüp, iş aralarında onunla vakit geçirebilsem..Zaman çok hızlı akıp gidiyor; Ayşe'nin de, İştar' ın da bebeklik ve çocukluk çağları bitecek; artık anne babayı istemeyen,ajandaları dolu, bağımsız ruhlu ergenlere dönüşecekler; ve eşimle biz kukumav kuşu gibi kalacağız bir başımıza, biliyorum.
İştar şu sıralar bana inanılmaz düşkün. Okuldan gelip uyuyana kadar tüm zamanını benimle geçirmek istiyor. Nereye gitsem peşimde yada tepemde.
Sabahları İştar'ı uyandırmakta çok zorlanıyorum.Hazırlanıp 8:20 gibi gelen servisine yetişmesi lazım- ki 8:20 hiç de fena bir zamanlama değil aslında.Önümüzdeki sene hangi okulda olacağını bilmiyorum ama en yakın okulun servisi bile 8:15'te geliyor, beklemeden gidiyor.Üstelik seneye bir de kahvaltı faslı olacak. Şu an işimiz çok kolay, sadece giydirip saçını yapmam yeterli.Hele ki kuzeninin gittiği okula gönderirsek- ki bu durumda imkansız- okul öncesi sınıfında 7 gibi, 1. sınıftan itibaren de 6:30'da uyanması lazım ki servise yetişebilsin.Şu anda, servisi kaçırsa bile - ki haftada minimum 2 kere oluyor bu- ya ben ya babası okuluna hemen bırakabiliyoruz,zira evle okul arası sadece 10 dakika.Ama önümüzdeki yıl için göndermeyi düşündüğümüz okul seçeneklerinin eve uzaklığı minimum 25 dakika ile şehrin diğer ucu arasında değişiyor. Yani kesinlikle servisi kaçırmak gibi bir lüksü olmaması lazım!!
Her neyse, öyle böyle, gıdık gıdık derken İştar uyanıyor, hemen giyinme faslına geçiyoruz. Hazırlanmak için genelde 10 dakikamız filan oluyor.Saç baş yapımı ve İştar'ın okul çantasının hazırlanması kısmından sonra genelde servis öğretmeni arıyor. Ayakkabılarını kendisinin giymesi için bin defa hatırlatma yaptıktan sonra, apar topar aşağıya iniyoruz ve uzun bekleyişimiz başlıyor.İnsanlar bizim kadar azimli olmadıkları için sanırım, çocuklar gecikiyor, onlar gecikince bizim de servisi bekleme süremiz artıyor.Neyse servis geliyor,İştar'ı yolcu ediyorum.
Kahvaltısını okulda yapıyor. İştar'ın gittiği okul yemek yönünden bir hayli zayıf ve maalesef İştar kahvaltıyı normalde sevmeyen bir çocuk.Dolayısıyla onu okulda motive edecek bir şey pek yok. Genelde ekmek,çok az peynir ve sütmüş İştar'ın kahvaltısı. Yumurta filan normalde yemiyor zaten. Genellikle okulda keyifli vakit geçirdiğini söylüyor öğretmeni.Benim de bu anlamda içim rahat,2 yaşından beri anaokuluna gönderdiğim için çok mutluyum.
Akşam 4 gibi dersleri bitiyor, serbest saatleri başlıyor. 5 gibi de servislere bindiriliyorlar.Buraya kadar her şey normal ama maalesef İştar'ın eve gelişi en erken 18:15 oluyor.Bunca zaman servis evle okul arasındaki 10 dakikalık yolun tüm ara yollarına girip çıkıyor ve en son İştar'ı bırakıyorlar.Sabahları da en geç İştar'ı almaları bizim için bir avantaj olsa da, özellikle bu sıralarda İştar'ı hep ya uyurken yada yarı uykulu teslim alıyoruz. Eve girdiğinde ayılması zaman alıyor ve bazen de ağlama krizlerine giriyor. Okuldan döndüğünde Ayşe'nin dil gelişimi ve iki kardeşin verimli zaman geçirmeleri adına özellikle birlikte olmalarını tercih ediyorum. Ayşe' yi hemen İştar'ın odasına koyuyoruz ama İştar tabi sağa sola kaçıp, yer değiştirip planlarımızı bozabiliyor.
Eh akşam mesai saati çıkışı gibi 18:30'da eve gelince, hedef uyku saatimiz olan 21:30'a pek de bir şey kalmıyor.Bu yüzden site arkadaşlarıyla oynatma gibi bir şeye genellikle mesafeli yaklaşıyorum. Spontan gelişen bir şey olursa da o gün İştar'ın yatması 11'leri buluyor zaten. Saat 19:30 gibi yemek anonsu yapıyorum.Okulda daha çok sebze ve karbonhidrat ağırlıklı menüler çıktığı için, akşamları et, balık,tavuklu çorba vs gibi yemekler oluyor.Bazı günler iştahsız, bazı günler 2-3 tabak yemek yendikten sonra eğer banyo günümüzse banyo, değilse anneyle oyun oynama saati başlıyor.Her gün ama her gün hedefim,İştar'ı erken bir saatte uyutmak ama bunu asla başaramadım.
Saat 9 gibi pijamalarını giydiriyorum,odasının ışığını söndürüp,gece lambasını yakıp uyku atmosferi yaratıyorum.Bir kitap seçiyoruz - şu sıralar bir gün Türkçe,bir gün İngilizce-.Kitap bitince bir kitap da İştar bize okuyor.Sonra tuvalet, sonra diş fırçalama.Sonra yatıyoruz.Ben yanına uzanıyorum ki daha çabuk uykuya geçsin diye.Saat 21:40 olmuş.İştar bir sağa bir sola dönüyor.Arada kalkıp oturuyor, sonra pat geri düşüyor.Derken su istiyor.Kalkıp getiriyorum.5 dakika sonra "anne bir daha çişim geldi" diyor,tuvalete götürüyorum.
Saat 10:15, yataktayız.Sinirlerim bozulmaya başladı, hala uyumuyor.Sorular soruyor, kendi kendine konuşuyor,sağa sola dönüyor. 10:30'a doğru benim de artık uykum gelmeye başlıyor,gözlerim kapanıyor. Veee hoppp dalıyorum..Uyandığımda saat 10:45..İştar uyumuş..
İşte bu noktadan sonra İştar artık top patlasa uyanmıyor.İster yerini değiştir,ister evde parti yap.Gece eğer kendi yatağında uyuduysa mutlaka 2-3 gibi uyanıp "anne, anne korkuyorum" diye sesleniyor.Yok benimle birlikte uyuduysa sabaha kadar kesintisiz uyuyor.
Neredeyse iki yıldır, İştar'ın kendi kendine erken saatte yatağında uyumasını sağlamak için neler denemedim ki? Stickerla ödüllendirme, tehdit,melisalı şurup vs vs...
Daha bir gece bile ben İştar'ın 21:30'da yatağında yanında kimse uzanmadan uyumasını sağlayamadım.Başlangıçta niyetler bu yönde olsa da kazanan hep İştar oldu.
Ve ben artık işi iyice saldım ve akışına bırakmaya karar verdim. Korkuyorum mu dedi,canı yanıma mı gelmek istedi?Öyle yapıyoruz. Ne yaparsam yapayım 10:30'dan önce uyumuyor mu?Kasmıyoruz, uyku hazırlık saatini de geriye çektik artık.Mücadele edilecek bir konu değil bu durum.
Ben de İştar gibiydim.Erken kalkamayan, akşamları da erken saatte uyuyamayan bir çocuktum. Okulum uzak olduğu için sabahları 7:30'da kalkmam gerekiyordu.O saatte gözümü açabilmem için 10 gibi yatardım ancak yine de 10:30'dan önce uyuyamazdım,sürekli sağa sola dönerdim. Ve buna rağmen ilk derslerde kafamı sıraya vurup uyuklardım.
Yıllar geçti,37 yaşına geldim.Hala ama hala 8'den önce uyanırsam, kaçta yatarsam yatayım; serseme dönüyorum, gece de ne kadar uykum olursa olsun 11'den önce uyuyamıyorum. Çok tanıdık değil mi :) İşte insan çocuk yetiştirirken ne kadar idealist olursa olsun, şunu hep unutuyoruz: armut her zaman dibine düşüyor.Elmadan kavun, cevizden fındık çıkmıyor.
İskandinav çocuk yetiştirme yöntemi her zaman ilgimi çekti ve baş tacı ettim ama eldeki malzeme Türkoğlu türk olunca, yapılacak şeyler de sınırlı oluyor tabi !
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)